Paylaş
Bugün bir kez daha hem Samsunspor için hem Chapecoense için hem de Adana Aladağ’da kaybettiğimiz çocuklarımız için:
Biz çocukken, genç ölmek meseleydi. Çok büyük meseleydi. Genç ölümlerin öyle hemen üstesinden gelinemezdi. Hayat, öyle hiç bi şey olmamış gibi devam edemezdi. O zamanlar büyükler yas tutmayı da isyan etmeyi de bilirdi.
Biz çocukken, genç ölmek meseleydi. Çok büyük meseleydi. Üstünden atlanıp geçilmezdi. Ağır ağır yürünür; ağrısı, sancısı, acısı efendi gibi yaşanırdı. Öyle gördük. O yüzden çok derindir bizim kuşakta genç ölümlerinin bıraktığı izler.
20 Ocak 1989 günü, babamın yasını ve gözünün yaşını gördüğüm gündü. Ajansı seyrediyordu. Seyretmek olur mu ajansı alıyordu.“Şekerpancarı yüklü kamyon” diyordu ajansta. “Olacak şey değil. Facia bu” dedi babam, dondu kaldı televizyonun karşısında.
Yıkıldı demek daha doğru sanırım. Kimseciklerin ilan etmesine filan gerek yoktu, o kuşak, kendi yasını kendisi ilan ederdi. Annem hiç ellemedi, beni yanından aldı, içeri gittik.
On iki yaşındaydım.
On iki yaş, ölümden konuşmak için uygun bir yaş değildi o zamanlar.
On iki yaş, ölmek için uygun bulunuyor hâlbuki bu zamanlar.
Sonradan öğrendim, o sabah Samsunspor kafilesi Malatyaspor maçı için yola çıkmıştı. Aynı sabah, aynı saatlerde, aynı şehrin takımı olan Çarşambaspor’un Diyarbakır deplasmanı için çıktığı gibi.
İki takım otobüsü, yolda ara ara karşılaşıyor, otobüsten otobüse eller sallanıyor, selamlar veriliyor, şakalaşılıyordu.
Sonra, yol hali, aralarına mesafe girdi.
Çarşambaspor kafilesinin, Samsunspor kafilesi ile bir sonraki karşılaşması, babamın “facia” dediği şeydi. İçinde 17’si futbolcu 23 kişinin olduğu Samsunspor otobüsü, Havza çıkışında, şeridine giren bir kamyonla kafa kafaya çarpışmıştı. Şekerpancarı yüklü bir kamyonla. Bu manasız ayrıntıyı hiç unutamam. Kulağımda çınlar durur.
Çarşambasporlular arkadaşlarını şarampole yuvarlanmış halde buldular. Kan donduran bir deyim vardır “Can pazarı” diye. Öyle işte. Koşar ilk müdahaleyi onlar yaparlar, bir yandan ağlayıp bir yandan yaralı arkadaşlarını taşırlar, hastaneye yetiştirirler, kan verirler. Kimine can verirler, kimine veremezler.
Teknik direktör Nuri Asan, futbolcular Muzaffer Badalıoğlu, Mete Adanır ve şoför Asım Özkan Havza Devlet Hastanesi’nde hayatlarını kaybederler. Yugoslav futbolcu Zoran Tomic, ailesinin isteğiyle götürüldüğü memleketinde, altı ay komada kaldıktan sonra hayatını kaybeder. Hayatta kalanların birçoğu ağır yaralanmıştır, bir kısmı geri dönüşsüz sağlık sorunları yaşar. Malulen emekli olanlar olur.
Şehrin acısı tarifsizdir. Kepenkler iner, gazetelerde “Ağla Samsun, aslan gibi gençlerini kara toprağa verdin, ağla kimse ayıplamaz!” yazar. O sezon, ligin Onur Şampiyonu ilan edilen Samsunspor, kırmızı-beyaz olan renklerine, yaşanan bu acının ardından “siyahı” ekler.
Bu satırlar, yirmi altı sene önce o faciada ve dünkü faciada hayatını kaybedenlerin anılarına, hayatta kalanların acılarına saygı duruşu olsun.
Spor yaşamları sırasında; maçta, antrenmanda, müsabaka yolunda hayatını kaybeden tüm sporculara saygı duruşu olsun.
Kimi zaman doğaya, kimi zaman fizik kurallarına kafa tutan, sağlıklı bedenleriyle ölüme çok uzakmış gibi görünen ve fakat genç ölen tüm sporculara saygı
duruşu olsun.
Dün Adana’da kaybettiğimiz el kadar çocuklarımıza benden utanç içinde bir veda olsun.
Ağla Samsun ağla Chapecó ağla Adana, ağla kimse ayıplamaz.
Paylaş