Paylaş
Her geçen gün biraz daha keyif veriyor…
Sanırım, izlediğim en keyifli Türk takımı…
Yıldızlardan oluşan, rüya takımı değil…
Taşları yerine oturmuş, egoları arınmış, oynadığından zevk alan, zevk veren bir takım oldular…
Size ilkyazımda; “Berlin bileti ucuzken alın” demiştim…
Ben de alamadım, hata yaptım…
***
Bugün 12.000 kişi vardı salonda…
Pazartesi günü Darüşşafaka maçına 4.000 kişi gittik diye fırça yemiştik, bugün doldurduk salonu…
Aslında Fenerbahçe’nin her Euroleagu maçı, 10.000 seyirci ile oynanıyor…
Obradovic’e yine de beğendiremiyoruz(!)
***
Fenerbahçe’nin iki önemli oyuncusu sakatlanmıştı…
Uzun rotasyonu zaten sınırlıydı…
Hepimiz, “transfer” dedik…
Obradovic, çocuklarına güvendi…
Yine kazandı…
Ancak bugün galibiyete rağmen çok üzgündü…
Çok güvendiği, 15 yaşından beri gözü gibi baktığı, Ömer Faruk, kendisine en ihtiyaç duyulan dönemde bizi yalnız bıraktı…
Kendini hançerlemiş gibi hissediyordu…
***
Obradovic’i neden seviyoruz?
Ömer Faruk, Fenerbahçe’nin ve Türk milli takımının geleceği…
Ancak bugün için hiç de önemli bir oyuncu değil.
Ömer yerine alırsınız bir tane 30 yaşında bir Amerikalı, bu yıl için Ömer’den daha çok daha fazla verim verir...
Yabancı bir koçun umurunda bile olmaz bu durum…
------Hayır, bu adam aynı bizim gibi üzülüyor…
Sanki Kadıköy’de doğmuş, orada ölecekmiş gibi yönettiği takımın geleceğini düşünüyor…
O zaman da, emek verdiği oyuncu gidince kahroluyor…
***
Aslında alt yapı deyip duruyorum… Bunca yıl emek verdikten sonra adam elini kolunu sallayıp gidince; “Acaba” diyorum…
Bu, Fenerbahçe’nin yediği ikinci gol. Enes Kanter’de böyle gitti…
Ne yapalım, kalan sağlar bizimdir…
Kulüplerin hepsi büyüktür.
Fenerbahçe, çok büyüktür…
Emeğinin hakkını verenlerin forması, salonun tepesinde asılıdır.
O formanın değeri, zaman ile daha iyi anlaşır…
“Ömer hatasını çabuk anlasın” diyelim...
***
“Kendine güven” derken bir anda Ömer’e doğru gitti yazı…
Dönersek;
Özellikle takım sporları, kendine güven oyunudur…
Bir takımda aslan olan bir çocuk, başka bir takımda kedi olabilir…
Güveni koçun veriyorsa, elin titremeden atarsın…
“Ne diyorsun be adam” diyorsunuz değil mi?
Obradovic’i görünce; “Biz oturduğumuz yerden titriyoruz, çocuklar nasıl titremesin” diyorsunuz;
---- Haklısınız… Ben de korkuyorum…
“Orada öyle bağırmayacaktın” diye bana dönüp fırça da atabilir…
***
Bazen, “neden atmadın” diye, bazen, “neden erken attın” diye fırça yiyorsun…
Tam doğru zamanda atmak zorundasın…
Aslında fırçayı; sahadaki oyuncudan önce, o anda hata yapan oyuncunun, yedek kulübündeki ikamesi -aynı boyda, aynı işi yapan- yiyor.
Maç o anda terk edilip, kulübede dakikalarca o pozisyon, özellikle gençlere anlatılıyor…
Anlatmak istediğim emek bu işte...
Elbette bizde maçı bırakıp, Obro’yu izliyoruz…
Ve alkışlıyoruz…
***
Udoh ile Vesely, kâbus gibi oldu…
Rakip, “sayıyı buldum” derken, hepimiz biliyoruz ki;
“Şimdi bir el gelecek ve o topu oraya atanı pişman edecek.”
-----Ediyor da.
Bogdanovic, her gün üstüne biraz daha koyuyor… Hem top ile oynayarak pozisyon yaratıyor, potaya gidiyor. Hem de şutları güven veriyor…
Dixon, beklenmeyen çıkışı yaptı… Obradovic’i bile şaşırttı…
Melih, müthiş bir bilek. Belli ki çok çalışıyor…
Bugün Hickman da geldi… Kalinic, bu takımın cesur yüreği, enerjisi… Yarın skor da yapmaya başlayacak…
Bir de profesör var takımda;
İhtiyaç olduğunda ortaya çıkar. Çok yüzdeli atar… Beyazdır ama havada durur, nefes alır, rakibini düşmesini bekler sonra atar…
Ben ona “havada düşünen adam” diyorum;
Adı; Luigi Datome… Bence takımın gizli lideri…
Berk, her gün biraz daha güven veriyor.
Barış Hersek; o maçta sadece 1 dakika oynayacağını bilse bile, kulübede sürekli ayakta ve ısınıyor…
***
Gelin izleyin arkadaşlar bu takımı…
İlk yarıyı, yedi maçta, yedi galibiyet ile lider kapattılar…
Her gün biraz daha gurur veriyorlar…
Berlin’e doğru gidiyorlar…
Yanlarına yoldaş arıyorlar…
Paylaş