Sıra

Mümtaz SOYSAL
Haberin Devamı

Günlerdir, ‘‘birinci sıra’’ lafıdır gidiyor. Sunmak ve kabul etmek gibi fiillerle donatılarak.

Bir seçim pusulasındaki yer meselesi.

Anlaşılması ve anlatılması, perde gerisiyle birlikte açıklanması her yerde zordur da, Zonguldak gibi bir kentte her yerden daha zorlaşır.

Çünkü Zonguldak'ta birincilik kömüründür.

İkincilik de kömürü bulan Uzun Mehmet'in. Uzun Mehmet, Tahir Karaoğuz'un yazdığı senaryoya ‘‘uygun olarak’’ geçen yüzyılın ikinci çeyreğinde kömürü bulmasaydı, Zonguldak diye bir kent yoktu.

Köy bile değilmiş. Yakınlardaki Gaca Köyü'nün deniz kenarındaki bir mahallesi. Adının kökenini de kimse tam açıklayabilmiş değil: Sazlı çalılık anlamına gelen ‘‘zongalık’’tan mı türemiş? Yoksa, bataklık yakınında sıtmadan ‘‘zongul zongul’’ titreyen köylülerin verdikleri bir ad mı?

Yahut, ocakları ilk işleten Fransız ve Belçika şirketleri, bugünkü kentin hemen yanındaki Göl Dağ'ı nirengi noktası alarak, Göl Dağ kesimi ya da bölgesi anlamında ‘‘Zone Gheul Dagh’’ demiş olabilirler mi?

Yakın geçmişte kurulmuş olmasına karşın adının kökeni bile tartışmalı bir yerde, kömürden ve Uzun Mehmet'ten sonraki sıranın kime ait olduğunu tartışmak kadar saçma bir şey olabilir mi? Emeklerin, çabaların ve o daracık kıyıyla sarp tepelere tutunma azminin ortaklaşa yarattığı bir kentte kişisel payeden söz etmek bile gülünç. Çünkü, her şey hep birlikte oluşturulmuştur.

Osmanlı ve Cumhuriyet topraklarının her yanından gelen insanlarca.

Bartın'dan kalkıp mutasarrıflığın ilk nüfus müdürü olmaya gelen Ahmet Efendi...

Osmanlı donanmasını bırakıp Kuvayı Milliye'nin küçük Karadeniz filosuna katılan Alemdar çarkçılarından bahriye kolağası Osman Muhtar...

Gelip geçmiş binlerce mühendis ve memur, Karadeniz'in bütün köşelerinden, Sürmene, Vakfıkebir ve hatta Gümüşhane'den gelen onbinlerce işçi...

Şimdi küçümsenen 1930'lar Türkiye'sinin o ilk aydınlanma köşesine renk katan Oktay Rifat'lar, Rüştü Onur'lar, Muzaffer Tayyip'ler, Mehmet Seyda'lar, İrfan Yalçın'lar...

Sonra, Kemalist Hulusi ve Ayşe öğretmenlerce, Behçet Necatigil'ler ve Osman Faruk Verimer'lerce yetiştirilip Türkiye'nin dört bir yanına salınan çalışkan insanlarıyla Cumhuriyet'e harç koyan bir Zonguldak...

Şöyle bir düşünürseniz, emeğin, hem de ortak emeğin yarattığı bir kentte, belli bir sıralanışı kişiler arasında ‘‘sunuş’’ ve ‘‘kabul ediş’’ fiilleriyle birlikte gündeme getirmenin çelişkisi kendiliğinden ortaya çıkar. Orada kişisel bir ‘‘sunuş’’ ve ‘‘kabul ediş’’ yoktur. Kararlaştırılan bir sıranın halka sunulması ve halktan kabul görmesi söz konusudur.

Bu her yerde, her işte böyledir de, Zonguldak'ta daha çok böyledir.

Çünkü, oranın her ton kömürü, kazmacısından domuzdamcısına, lağımcısından varagelcisine yüzlerce işçinin ortak gururu olduğu gibi, siyasal başarılar da çalışan, didinen binlerce insanın, Ali Rıza'ların, Necati'lerin, Tepebaşılı Asım'ların ortak gururudur. Sıranın kime yakışıp yakışmadığına da onlar karar verir.













Yazarın Tüm Yazıları