Zeus Altarı’ndan kış güneşini selamlayalım
Kaz Dağları’nın bol oksijenini içimize çekip yola düştük... Zeus’un tahtından manzarayı izledik, Kuzey Ege’nin güzel köylerinde zeytinliklere karşı yorgunluk kahvesi içtik. Bir duvak gibi süzülen Hasan Boğuldu Şelalesi’nde biraz hüzünlensek de Afrodit’in oğlu Aeneas’ın hayallerinin peşinden koşup Troyalılarla birlikte ulaştığı ve Homeros’un ‘İlyada’ destanında bahsettiği büyülü masal diyarını bu kez kışa girerken keşfettik.
Suları gürül gürül çağlayan, oksijeni baş döndüren, yemyeşil bitki örtüsü fantastik filmlerdeki Elf ormanlarını andıran ve köyleri hiç de bildiğimiz köylere benzemeyen bir masal diyarı… Sabah saat 6.00 gibi erkenden yollara düştüğümde, nereye gittiğimin hiç farkında değildim. Elbette birçok arkadaşımdan Kaz Dağları’nın methini duymuştum ancak insan görmeden idrak edemiyor.
Yeşilyurt Köyü
Bu yıl Kaz Dağları’nda altıncısı düzenlenen Kar Spor İda Ultra maratonu heyecanına tanık olmak için İstanbul’dan Çanakkale’ye doğru yola çıktık. 1.500’e yakın sporseverle dünyanın en fazla oksijene sahip ikinci bölgesi olan Kaz Dağları’nın eteklerinde, Yeşilyurt Köyü’nde buluştuk. Çok soğuk olacağını düşünmüştüm ama hava muhteşemdi. Sporcuların çoğu büyük bir heyecanla maratonun start noktasında beklerken ben kendimi çoktan hayatımda gördüğüm en güzel köyün büyüsüne kaptırmıştım. ‘Nasıl oldu da burayı daha önce keşfetmedim’ diye söylenirken yarış başladı. Sporcular hedeflerine doğru ilerlerken biz de bir anda boşalan Yeşilyurt Köyü’nün sokaklarına atıverdik kendimizi.Manici Kasrı
Hardal rengi, taş evler
Sanki bir Kuzey Ege köyünde değil de İtalya’nın Toskana Bölgesi’nde bir yerlerde gibiydim. Bir zamanlar Rumların da yaşadığı köyün meydanında tarihi, küçük bir cami var. Etraftaki hardal rengi, taş evler o kadar mükemmel ki her biri usta bir mimarın elinden çıkmış gibi. Kahvaltı için Manici Kasrı’na gittiğimizde etrafı saran çam ormanları ve zeytinliklerin arasında bünyemde kalan son şehir stresinin de akıp gittiğini hissettim ve iyice hafifledim.Etrafınızı saran çam ormanları ve zeytinliklerin arasında hiç stresiniz kalmıyor. Manici Kasrı Oteli restore edilmiş bir taş ev.
Yeşilyurt Köyü Camisi
Bir sonraki durağımız olan Adatepe Köyü’ne geçtiğimizde rehberimiz Mustafa Çakılcıoğlu da bize katıldı. Bir zamanlar Türklerin ve Rumların yan yana yaşadığı bu küçük köyde de tıpkı Yeşilyurt Köyü’nde olduğu gibi taş evler var.Adatepe Köyü
1924 yılındaki mübadelede, buradaki Rumlar Yunanistan’a gitmiş ve Girit’ten gelen Türkler köye yerleşmiş. Çakılcıoğlu’na göre köyün tarihi Selçuklulara kadar gidiyor ve Osmanlılardan izler taşıyor. Geçim kaynağı zeytin yetiştiriciliği ve hayvancılık olan köy bir zamanlar çok zenginmiş. Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde bölgedeki tüm çocuklar okumak için Adatepe’deki Taş Mektep’e gidermiş. Zamanla öğrencisini kaybeden okul binası bugün hâlâ ayakta ama artık eğitim verilmiyor. Bir dönem köyün nüfusu 1.000’e yakınmış fakat bugün yaklaşık 60 seçmeni var. Yerleşik nüfus çok az ama İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden köye yerleşenler olmuş.Zeus Altarı
Köyün en turistik yeri olan Zeus Altarı’nı görmek için ormanlık bir patikadan tepeye doğru tırmanmaya başladık. Aralık ayında değil de sanki sonbaharın ilk günlerindeymişiz gibi etraftaki fosforlu turuncu-siyah renkteki kelebekler bize yol boyu eşlik etti. Bir kelebek uzmanı değilim tabii ama küçük bir araştırmadan sonra bu sevimli arkadaşlarımızın ‘Vanessa atalanta’ türünden olduğunu söyleyebilirim. Ağaçların hemen eteklerinde, tüm ormana yayılmış güzeller güzeli, minik, mor kardelenler de vardı.
Maratona devam eden sporcuların aksine oldukça kondisyonsuz olduğum için sonunda zirveye vardığımızda kan ter içindeydim. Buna değmesini umarak Zeus Altarı’nın hemen arkasındaki merdivenleri de son bir gayretle tırmandım. Karşımda gördüğüm manzara bir süre ağzımın açık kalmasına sebep oldu. Şahsen Zeus olsaydım, daha güzel bir yer bulamazdım herhalde. Çakılcıoğlu bu yapının sunak olarak bilindiğini ama aslında bir sarnıç olduğunu söyledi ve ekledi: “Burası denizden gelebilecek tehlikeleri görebilmek için bir gözetleme kulesiymiş. Zeus Altarı’yla ilgili birçok efsane de var. Örneğin Homeros’un ‘İlyada’ destanında bahsettiği Gargaros’un burası olduğu, Zeus’un Troya Savaşı’nı buradan izlediği söylenir ama arkeolojik olarak kesin bir kanıt yok.” Edremit Körfezi, Ayvalık Adaları ve Midilli Adası’na kadar geniş bir alanı görebildiğiniz Zeus Altarı’nın hikâyesi ne olursa olsun manzarasının muhteşem olduğu kesin. Bu arada yöre halkı etraftaki çalılıklara kumaş bağlamak suretiyle dilek tutmayı da ihmal etmemiş tabii.
Adatepe 1989’dan itibaren kentsel sit alanı olarak koruma altına alınmış. Yani buraya yeni bina yapmak mümkün değil. Ancak eskiden inşa edilenler restore edilebiliyor, tabii o da aslına uygun olarak. Mutlaka taştan olacak; pencerelerin cinsi, duvar yüksekliği gibi detaylar tıpkı eski binalar gibi yapılacak.Mıhlı Çayı-Taş Köprü
Yeşilyurt ve Adatepe köyleri Çanakkale’nin Ayvacık ilçesine bağlı. Buradan birkaç kilometre sonra Balıkesir sınırı başlıyor. Çevrede yine taş evlerle süslenen başka Yörük ve Alevi köyleri de var. Tepebaşı, Bahçedere ve Boztepe (Çakalini) bunlardan birkaçı. Buralara yolunuz düşerse Adatepe Köyü’ne 6-7 kilometre uzaklıktaki, Mıhlı Şelalesi olarak bilinen, diğer adıyla Başdeğirmen Şelalesi’ni görmeyi unutmayın. Çayın üzerine kurulmuş Roma döneminden kalma tarihi Taş Köprü’ye hayran kalacaksınız.Edremit
İda Dağı masalları
Kaz Dağları, diğer adıyla İda Dağı, Edremit Körfezi’nin kuzeyinde, Çanakkale ile Balıkesir illeri arasında, Biga Yarımadası’na kadar uzanan bir dağ silsilesi aslında. Edremit Belediye Başkanı Selman Hasan Arslan’ın söylediğine göre bu bölge dünyanın 2’nci Türkiye’nin 1’inci oksijen cenneti. Dünyada sadece milli park sınırlarında yetişen 29 endemik bitkiye sahip.
Kaz Dağları aynı zamanda ilklerin de yaşandığı bir bölge. Homeros’un ‘İlyada’ destanına göre tarihte bilinen ilk güzellik yarışması MÖ 2000’de İda Dağı’nda yapılmış. Yarışmacılar Eris, Hera, Athena ve Afrodit’miş. Güzellerin her biri kendini seçmesi için Paris’i etkilemeye çalışmış ama o elindeki elmayı Afrodit’e vermiş.
Maratonun yapıldığı rotanın Aeneas’ın hayallerinin peşinden koştuğu yerler olduğunu da anlatan Arslan’ın bahsettiği mitolojik hikâye şu: Afrodit’in oğlu Aeneas, Troya düştükten sonra şehirden kaçıp kendilerine yeni bir yuva arayan Troyalılara liderlik etmiş. Kaz Dağları’nın güneyindeki Antandros yani Altınoluk’a geçip buradan denize açılmışlar. En sonunda Orta İtalya’dan karaya çıkıp Roma kentini kurmuşlar. Arslan “Bugün İtalya’nın köklerinin Aeneas isimli o koşucunun adımlarına dayandığını söylemek mümkün” diyor.
Hasan ile Emine’nin hüzünlü hikâyesi
Kaz Dağları’na kadar gitmişken doğal güzelliği kadar hüzünlü aşk hikâyesi de dillere destan olan, Edremit’teki Hasan Boğuldu Göleti’ni ve Sütüven Şelalesi’ni görmeden dönmek olmazdı. Merdivenlerden çaya doğru indiğimde Sütüven Şelalesi’nin bir gelinin duvağı gibi görünen ve gürül gürül çağlayan suyu karşısında büyülendim. Etrafımızdaki orman tıpkı ‘Yüzüklerin Efendisi’ filmlerindeki Elf diyarı gibiydi. Havadaki oksijenden gözlerim yaşardı. Şelalenin önünde bolca fotoğraf çektikten sonra solda daha da aşağı inen merdivenler olduğunu keşfettim ve çayın dibine kadar indim. Ağaçların arasından sızan güneş ışığı, suyun berraklığı, etraftaki kayalar, çaya adeta mistik bir hava vermişti. Sonra girişteki tabelada yazan Hasan’ın hikâyesini hatırladım ve biraz hüzünlendim.
Hasan Boğuldu ismi aslında bir aşk hikâyesini ve onun hüzünlü sonunu anlatıyor. Özetlemek gerekirse: Hasan’la Emine birbirlerini severler. Ancak ikisinin yaşam tarzları oldukça farklıdır ve kavuşmaları zordur. Yine de Hasan, Emine’yi ailesinden ister. Oba geleneğinde Emine’nin Hasan’la evlenmesi için bir şart vardır. Hasan’ın köyden Oba’ya kadar hiç dinlenmeden sırtında bir çuval tuz getirmesi gerekir. Hasan çuvalı alır ve yola koyulur. Emine de onunla gider. Hasan bütün gücüyle çuvalı taşımaya çalışır ama bir süre sonra yığılır kalır. Bunun üzerine Emine çuvalı alır ve yola devam eder. Hasan’ı o günden sonra bir daha gören olmaz. Emine onun gömleğinin parçasını derenin kenarında bulur. Sevdiği geri dönmeyince de onun öldüğünü kabul eder. Durumu her geçen gün kötüleşir ve en sonunda Hasan’ın gömleğiyle dere kenarındaki bir ağaca kendini asar. İşte bu hikâyeyi okuyup da şelaleye indiğinizde içinizi bir hüzün kaplıyor ama asıl doğanın sunduğu bu güzellik karşısında gözleriniz doluyor.