Türkan TURGUT
Son Güncelleme:
Zanzibar
Zanzibar prensesi evlenip adadan ayrılmak zorunda kaldığında yanına bir şişe içinde Zanzibar kumu almış. Ölmeden önce tüm mücevherlerini dağıtmış ve öldüğünde şişe içindeki bu kumdan başka bir şeyi yokmuş...
Bu hikayeyi duyduğumda Tanzanya’ya gittiğimde kesinlikle Zanzibar sahilinde bulunup bu değerli kumun üzerinde uzanmak istedim ve öyle de yaptım.
Zanzibar’da sadece 3 gece 4 gün kalacaktım. İlk iki gün, dalışının güzel olması sebebiyle doğu sahilinde olacaktım. Havaalanından beni karşılamaya gelen kişiyle kalacağım yere doğru yöneldik. Palmiyeler arasında ağaçtan yapılmış Ever Green Pansiyon’a geldiğimizde, uçsuz bucaksız Zanzibar sahilini görünce prensese hak verdim.
Odama yerleşir yerleşmez kendimi bu güzel kumların üzerine atmak istedim. Sahilde benim dışımda iki İngiliz kadın vardı. Bu kadar güzel sahilin bomboş olduğunu görmek, insana "acaba burada denize girilmiyor mu?" dedirtiyor. Pansiyon sahibine denize girip giremeyeceğimi sorduğumda "deniz yükselmiş, girebilirsin" demişti. Anlaşılan burada denize girmek için sadece yükselmesi bekleniyordu. Bunu duyduktan sonra, deniz de yükseldiğine göre beklemenin anlamı yoktu.
Denize girdiğimde ise kendimi termal suda hissettim. Hiç bu kadar sıcak bir denize girmemiştim. Okyanus demek daha doğru olacak tabii ki. İlk defa Hint Okyanusu’nda yüzmek de beni heyecanlandırmıştı. Zaten bu seyahatimde pek çok ilkler yaşıyordum.
İngiliz kadınlarla muhabbete başladım. İki aylık bir seyahate çıkmışlar, Mısır’dan başlamışlar, son durak olarak da Zanzibar’a gelmişler. Muhabbet devam edince benim kaldığım pansiyonda yemeklerin güzel olduğunu duyduklarını söylediler ve akşam yemeği için plan yaptık.
Gerçekten haklılarmış. Taze hindistan cevizi sosunda yediğim "Blue fish" muhteşemdi, bir de enfes Tanzanya patatesleri... Hayatımda bu kadar lezzetli patates yemedim.
İkinci gün artık diğer bir ilki yaşayacaktım. Hint Okyanusu’nda dalış... Ama burada diğer iç denizlerdeki gibi sabah erken saatlerde dalış yapılamıyordu, çünkü sabah erken saatlerde okayanus geri çekiliyor ve artık yerel halkın faydalanma sırası geliyordu. Suların geri çekilmesiyle kumsaldan yosun ve böcekler topluyorlardı.
Öğleden sonra, saat 13:00-14:00 arası teknenin hareket etmesini sağlayacak kadar su geldiğinde biz de dalış için hazırlandık. Daldığımda, daha önce hiç görmediğim "stingray" gördüm. Melek balığı, orfoz ve adını bilmediğim diğer renkli balıkları da...
Birkaç gün önce Klimanjaro’daydım. 5895 metre zirveden sonra şimdi de deniz seviyesinin altında olmak çok heyecan vericiydi. Dalıştan sonra beni bekleyen ise, pansiyondaki leziz yemeklerdi. Deniz kenarında olup da deniz mahsüllerinden uzak kalmak olmazdı. Akşam yemeğinde ahtapot sipariş verdim. Tadı muhteşemdi.
AFRİKA MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE GÜNEŞİ BATIRMAK
Ertesi gün sıra güneşin doğuşunu seyretmeye gelmişti. Bir de deniz çekilmeden yüzmek gerekiyordu. Bunun için saat 06:00’da kalktım. Zaten sıtma hapından dolayı pek uyuyamıyordum. Doğu sahilindeki son saatlerimi geçirdikten ve kahvaltımı ettikten sonra, okyanusun batı sahilindeki Stone kasabasına doğru yola çıktım. Bir dolmuşla...
Dolmuşta bu kez bir Alman kadınla tanıştım. Daha önce üç yıl Zanzibar’da kalmış ve sonra ülkesine dönmüş. Ancak orada yaşayamayacağını anlayınca Zanzibar’a geri gelmiş. Buradaki basit hayatı özlemiş. Bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlar içinde yaşamaktansa Zanzibar’da basit bir hayat yaşamanın kendisini daha mutlu ettiği sonucuna varmış ve geri kalan hayatını burada geçireceğini söylüyor.
Bir süre sonra onun önerdiği gibi, taksi yerine "dala dala" denilen, tenteli kamyonet şeklinde, arkasına bir sürü kişinin bindiği toplu taşıma aracındaydım. Bu araç beni kasaba merkezine götürdü. Stone Town, adını evlerin taştan yapılmış olmasından alıyor ve bu evlerin kapıları da gerçekten muhteşem.
Buradaki son durağım güneşin batışını seyretmek üzere gittiğim African House Hotel’di. Afrika müziği eşliğinde güneşi batırmak da ilginçti.
Zanzibar’da sadece 3 gece 4 gün kalacaktım. İlk iki gün, dalışının güzel olması sebebiyle doğu sahilinde olacaktım. Havaalanından beni karşılamaya gelen kişiyle kalacağım yere doğru yöneldik. Palmiyeler arasında ağaçtan yapılmış Ever Green Pansiyon’a geldiğimizde, uçsuz bucaksız Zanzibar sahilini görünce prensese hak verdim.
Odama yerleşir yerleşmez kendimi bu güzel kumların üzerine atmak istedim. Sahilde benim dışımda iki İngiliz kadın vardı. Bu kadar güzel sahilin bomboş olduğunu görmek, insana "acaba burada denize girilmiyor mu?" dedirtiyor. Pansiyon sahibine denize girip giremeyeceğimi sorduğumda "deniz yükselmiş, girebilirsin" demişti. Anlaşılan burada denize girmek için sadece yükselmesi bekleniyordu. Bunu duyduktan sonra, deniz de yükseldiğine göre beklemenin anlamı yoktu.
Denize girdiğimde ise kendimi termal suda hissettim. Hiç bu kadar sıcak bir denize girmemiştim. Okyanus demek daha doğru olacak tabii ki. İlk defa Hint Okyanusu’nda yüzmek de beni heyecanlandırmıştı. Zaten bu seyahatimde pek çok ilkler yaşıyordum.
İngiliz kadınlarla muhabbete başladım. İki aylık bir seyahate çıkmışlar, Mısır’dan başlamışlar, son durak olarak da Zanzibar’a gelmişler. Muhabbet devam edince benim kaldığım pansiyonda yemeklerin güzel olduğunu duyduklarını söylediler ve akşam yemeği için plan yaptık.
Gerçekten haklılarmış. Taze hindistan cevizi sosunda yediğim "Blue fish" muhteşemdi, bir de enfes Tanzanya patatesleri... Hayatımda bu kadar lezzetli patates yemedim.
İkinci gün artık diğer bir ilki yaşayacaktım. Hint Okyanusu’nda dalış... Ama burada diğer iç denizlerdeki gibi sabah erken saatlerde dalış yapılamıyordu, çünkü sabah erken saatlerde okayanus geri çekiliyor ve artık yerel halkın faydalanma sırası geliyordu. Suların geri çekilmesiyle kumsaldan yosun ve böcekler topluyorlardı.
Öğleden sonra, saat 13:00-14:00 arası teknenin hareket etmesini sağlayacak kadar su geldiğinde biz de dalış için hazırlandık. Daldığımda, daha önce hiç görmediğim "stingray" gördüm. Melek balığı, orfoz ve adını bilmediğim diğer renkli balıkları da...
Birkaç gün önce Klimanjaro’daydım. 5895 metre zirveden sonra şimdi de deniz seviyesinin altında olmak çok heyecan vericiydi. Dalıştan sonra beni bekleyen ise, pansiyondaki leziz yemeklerdi. Deniz kenarında olup da deniz mahsüllerinden uzak kalmak olmazdı. Akşam yemeğinde ahtapot sipariş verdim. Tadı muhteşemdi.
AFRİKA MÜZİĞİ EŞLİĞİNDE GÜNEŞİ BATIRMAK
Ertesi gün sıra güneşin doğuşunu seyretmeye gelmişti. Bir de deniz çekilmeden yüzmek gerekiyordu. Bunun için saat 06:00’da kalktım. Zaten sıtma hapından dolayı pek uyuyamıyordum. Doğu sahilindeki son saatlerimi geçirdikten ve kahvaltımı ettikten sonra, okyanusun batı sahilindeki Stone kasabasına doğru yola çıktım. Bir dolmuşla...
Dolmuşta bu kez bir Alman kadınla tanıştım. Daha önce üç yıl Zanzibar’da kalmış ve sonra ülkesine dönmüş. Ancak orada yaşayamayacağını anlayınca Zanzibar’a geri gelmiş. Buradaki basit hayatı özlemiş. Bitmek tükenmek bilmeyen ihtiyaçlar içinde yaşamaktansa Zanzibar’da basit bir hayat yaşamanın kendisini daha mutlu ettiği sonucuna varmış ve geri kalan hayatını burada geçireceğini söylüyor.
Bir süre sonra onun önerdiği gibi, taksi yerine "dala dala" denilen, tenteli kamyonet şeklinde, arkasına bir sürü kişinin bindiği toplu taşıma aracındaydım. Bu araç beni kasaba merkezine götürdü. Stone Town, adını evlerin taştan yapılmış olmasından alıyor ve bu evlerin kapıları da gerçekten muhteşem.
Buradaki son durağım güneşin batışını seyretmek üzere gittiğim African House Hotel’di. Afrika müziği eşliğinde güneşi batırmak da ilginçti.