Yeraltındaki Paris
Pek değişmeyen, yıllar geçse de neredeyse aynı kalan bir şehirdir Paris. Öyle ki 30 yıl önce gören biri, bugün geldiğinde neredeyse aynı şehri bulduğuna şaşar kalır. Birkaç gezide turistik mekanları ezbere öğrenen herkes, sıradışı ve farklı güzergahların peşine düşer. Siz de Notre Dame Katedrali, Eyfel Kulesi, Şanzelize gibi popüler turistik mekanları ezbere biliyor, bu görkemli şehri kimsenin bakmadığı köşelerden görmek istiyorsanız bir önerim var: Altını üstüne getirerek gezin... İşte yeraltındaki Paris!
PARİS METROSU
Onlarca bağlantısıyla yabancı turisti ilk bakışta endişelendiren, 14 hatlı, kocaman bir metro ağı var Paris’in. Şehri doğu-batı, kuzey-güney bağlayan bu koca ağın inşası 1900’lerde başlamış. Yeraltında farklı bir şehir izlenimini veren Paris Metrosu, profesyonel müzisyenleri, şovmenleri, tiyatro ve sinema ilanları, hiç durmadan koşturan yolcularıyla kesinlikle görülmeli. Concorde durağının iç duvarlarına yazılı insan hakları beyannamesi, St Germain’de şair ve yazarlardan imzalı alıntıların yansıtıldığı duvarlar ile St Michel istasyonunun girişindeki Perulu, Fransız, İngiliz müzisyenler metronun kaçırılmaması gereken renkleri.
NOTRE DAME’IN ARKEOLOJİK BODRUMU
Herkes Notre Dame Katedrali’ni, Victor Hugo’nun ölümsüz romanıyla ve kentin sembolüne dönüşmüş dış cephesiyle bilir. Katedral meydanının altındaki 2 bin yıllık tarihten çoğu kişi habersizdir. Asteriks’ten adını duymaya alışık olduğumuz, Paris’in eski adı antik “Lutece”, yani 2 bin yıl önceki balıkçı Galya-Roma şehrinin ilk limanının kalıntıları saklı burada. Katedralin bodrumu gerçek bir zaman makinesi gibi: Ortaçağdan kalma evlerin bodrum katları da saklı bu alannda.
(Adres: 2 bis, Rue du Cloitre-Notre Dame, 4. Paris, Metro: Saint Michel ya da Cite)
YERALTI MEZARLIĞI CATACOMBES
“Dur! Ölümün imparatorluğu burası!” Paris’teki yeraltı mezarlığının ziyaretçilerini, 1700’lerde yaşamış şair Jacques Delille’nin bu satırları karşılar. Yeraltındaki Paris’in en çarpıcı köşelerinden biri olan bu mezarlık 1785 tarihli kararla oluşturulmuş. O zamana kadar şehrin içindeki enfeksiyon hastalıkları ile salgınlara neden olan mezarlıklar, Devlet Konseyi kararıyla ortadan kaldırılmış. Ortaya çıkan kemiklere bir adres aranınca akla bir taş ocağı gelmiş. 15 ay süren kemik taşıma işi, dualar okuyan papazlar eşliğinde, hava kararınca, gözlerden uzakta yapılmış. Paris’in bütün mezarlıklarındaki kemiklerin yeraltı mezarlığına taşınması 1814’e kadar sürmüş. Bugün Paris Belediyesi’nin düzenlediği turlarla turistlerin gözdesine dönüşen yeraltı mezarlığı, 20-30 metre derinlikte ve 11 bin metrekarelik alanı kaplıyor.
(Adres: Catacombes, 1, Place Denfert-Rochereau, 14. Paris, Metro: Denfert-Rochereau)
LOUVRE’UN ALTINDAKİ ORTAÇAĞ
Louvre Müzesi’nin Kare Avlusu’nun (Cour Carree) hemen altında, sarayın 12’nci yüzyıldaki ilk halinden kalıntılar mevcut. Kral Philippe Auguste, Haçlı Seferleri’ne gitmeden önce Paris’in Lupara köyünde, şehri koruma amaçlı bir kale yaptırır. Etrafına bir de hendek kazdırır. İşte bu kaleden bugün geriye yedi metre yüksekliğindeki duvarlar kalmış. Müzeye giriş kapılarından Sully’yi seçerseniz, kendinizi bu ilk kalenin bir maketini de barındıran, açıklamalı bir rotanın üzerinde bulacaksınız. Fransızların deyişiyle “eski taşlar”la dokulu bu zaman tünelinde hoş bir yolculuk.
(Adres: Musee du Louvre, 1. Paris, Metro: Louvre-Rivoli)
MAHZENDEKİ ŞARAP MÜZESİ
Paris’te 13’üncü yüzyıl ile 18’inci yüzyıl arasındaki inşaatlarda bol bol kullanılan kalker madeninin yüzyıllar sonrasında bir müzenin dekoru olabileceğini kim düşünebilirdi ki? 15’inci yüzyılda bir mahzen olarak şekillendirilen bu mekan, bugün şarabın tarihini keyifle sürebileceğiniz ilginç bir müze. Musée du Vin “Sular Sokağı”nda. 1650’de açılan bu sokakta, inşaat sırasında mineral su yatağı bulunmuş. Bu nedenle Sular Sokağı ismi verilmiş. Zamanla kaynak kurumuşsa da sokağın adı değişmemiş. Bu nedenle “şarabın suyla karıştığı yer” diyorlar Fransızlar bu müze için.
(Adres: 5, square Charles Dickens, rue des Eaux, 16. Paris, Metro: Passy)
PARİS’İN YEREBATAN SARNICI: SU EVİ
İstanbul’daki Yerebatan Sarnıcı kadar eski olmasa da Paris’in “Su Evi” şehrin 400 yıllık geçmişine ışık tutuyor. Parislilerin içilebilir su ihtiyacını karşılaması için kral 4’üncü Henri’nin yaptırdığı su deposu, onun 1610’daki ölümüyle yeniden ele alınmış. İtalyan kökenli kraliçe Maria de Medici bu kez Roma döneminden kalma kanalizasyonun izi üzerine oturacak bir proje çizdirmiş. 1619 tarihli bu su deposu, 1789 Devrimi’ne kadar kralın çeşme ve sudan sorumlu bakanının da konutuymuş. Sular yeraltındaki kanallara boşalıyor, ardından üç ayrı yoldan bugün Paris’in en güzel bahçesi diye anılan Lüksemburg Bahçesi’nin sulanmasında, dini kurumlara ait yapıların su ihtiyacında ve başkentin çeşmelerinde kullanılıyormuş.
(Adres: Maison du fontainier, 42, Avenue de l’Observatoire, 14. Paris, Metro: Denfert-Rochereau)
KANALİZASYON TURLARI 1894’TE BAŞLADI
“Bu şehirde taşı bile parlatıp satıyorlar!” der çoğu turist Paris’e geldiğinde. Gerçekten de kentin neredeyse yeniden yaratıldığı 1850’lerdeki modernleşme çalışmaları sırasında inşa edilen Paris kanalizasyonları şehrin öyle büyük gurur kaynağı ki, 1894’ten beri ziyaret edilebiliyor. Eskiden küçük bir vagonla ve tekneyle yapılan turlar, bugün güvenliği artırılmış galerilerde yürüyerek gerçekleştiriliyor. Babadan oğula geçen bir mesleğin erbabı olan 300 kanalizasyoncunun çalıştığı 2400 kilometrelik galerinin bir bölümünü görebileceğiniz bu tur sırasında Paris’in yeraltındaki yansımasına tanık oluyorsunuz adeta: Sokak adlarının ve binaların kapı numaralarının belirtildiği bir plan içinde gezerken, bir sorun olması durumunda kanalizasyoncular koşuyor yardımınıza.
(Adres: Egouts de Paris, Pont de l’Alma, 7. Paris, Metro: Alma-Marceau)
VICTOR HUGO, ROUSSEAU VOLTAIRE’İN SON DURAĞI
“Vatan büyük adamlarına müteşekkirdir” yazar Pantheon’un alınlığında... Fransa deyince ilk akla gelen büyük isimlerin adresidir burası. Roma’daki Pantheon’dan esinlenerek 1700’lü yıllarda inşa edilen ve açılışı devrime denk geldiğinden kilise olarak değil, anıt mezar olarak kullanılan Pantheon’un bodrum katı, fısıltıların bile yankılandığı mimari yapısı, Voltaire, Rousseau, Victor Hugo, Pierre ve Marie Curie gibi birbirinden büyük isimlerin mezarlarıyla başdöndürücüdür!
(Adres: Crypte de Pantheon, Place du Pantheon, 5. Paris, Metro: Cardinal Lemoine)
DEVRİMİN ÇANLARI BURADA ÇALMIŞTI
“Ekmek yoksa pasta yesinler” demişti Kraliçe Marie Antoinette. Bu cümlesi sonunu hazırlayan gerekçelerden biri olmuş, 1789 Devrimi’nde başı kesilerek idam edilmişti. İşte kraliçenin, devrimin liderlerinden Danton’un ve Desmoulins’in kapatıldığı devrim hapishanesi, nehir kıyısındaki konumuyla görkemli Conciergerie binasının içinde yer alıyor ve ziyaret edilebiliyor. Kraliçenin kapatıldığı hücre yine ona ait nesnelerle yeniden canlandırılmış. Bu arada belirtelim, Conciergerie Paris’teki ilk kraliyet sarayının önemli kalıntılarından biri.
(Adres: Conciergerie, 1, quai de l’Horloge, Metro: Cite)
GALYA-ROMA HAMAMI
Paris’in Asteriks zamanından, yani Fransızların ataları Galyalıların kurduğu bir şehirken, Romalıların işgaliyle dönüştüğü halinden kalma bir hamam var şehrin orta yerinde: Cluny Hamamları! Sorbon Üniversitesi’nin varlığı nedeniyle gerçek bir öğrenci yatağı olan St Michel Bulvarı’ndaki hamam 1 ve 2’nci yüzyıl arasında inşa edilmiş. Hamamı en iyi görmenin yolu, hemen yanındaki Ortaçağ Müzesi’ne girmek. Etkileyici yükseklikteki tonozların altındaki “Frigidarium” (soğuk salon) bugün bile görkemini koruyor. Rehberli gezilerle yeraltındaki galerilere de girebiliyor, böylece “Caldarium” (sıcak salon) ve daha da altta odunların yığıldığı depo ile kanalizasyonun bulunduğu yerlere göz atabiliyorsunuz. Galya-Roma medeniyetinin ulaştığı noktayı keşif için iyi bir adres.
(Adres: Thermes de Cluny, 6, Place Paul-Painleve, 5. Paris, Metro: Cluny-La Sorbonne)