Yaşar Kemal’in Çukurova’sı
Mart başlarında ‘Düş Patikası’ndan Barış aradı. Yaşar Kemal’in eşi Ayşe Baban’la da görüştüğünü ve beni işaret ettiklerini, bir grup dostu, yazarımızın doğup büyüdüğü Çukurova’ya götürmek ve ‘yerinde hikâyeler’ anlatmamı istiyordu. Hatta bunu zaman zaman diğer büyük sanat adamları için de tekrar edip etmeyeceğimi sordu. Fikir harikaydı. Belgeselin canlı anlatımı gibi… Geçen hafta, kendimizi Çukurova’ya attık.
Adana’da doğup büyümüşler, hele ki okumuş yazmış, şiire, romana, sinemaya gönül vermiş her Çukurovalı, Yaşar Kemal’le övünür! Yaşar Kemal’in hemşerisi olmanın gururunu yaşar ya da koltuğu kabarır! Her Kolombiyalının Gabriel Garcia Marquez’le, her İngiliz’in Shakespeare’le övünmesi gibi… İnanın, istisnasız böyledir. Ortak aklın, ortak sevginin parçası gibidir Yaşar Kemal...İnsanlar memleketinden çıkmış sanatçılarla övünür ama Adana’nın yazıya çiziye meraklı olanları, durduk yerde, olur olmaz yerde gurur duyar!Bu ender yaşanan bir durumdur ve çok güçlü bir bağ kurulur Yaşar Kemal’le...Siyaseten hangi eğilimden olursa olsun, Adanalılar için semboliktir Yaşar Kemal... Pamuk gibi, portakal, Adana kebabı gibi!..
Bu arada fikren çook ayrı düşünse de kentin Belediye Başkanı da Yaşar Kemal’in heykelini diker!..Çünkü Yaşar Kemal sadece Çukurovalı değildir, sadece evrensel romancı değildir; öyle ya, vicdanın da adıdır, onurun-gururun karşılığıdır ve tertemiz gelip geçmiş bir hayatın öznesidir. Babam ki okumaya meraklı bir adamdı. Adana’nın arka sokaklarında berberlik yaptı 50’li yaşlarına kadar. Yaşar Kemal’i tıraş etmişliği de vardı 1950’lerde…Mektebe başladığım zamanlarda “oku” diye verdiği ilk kitap, Yaşar Kemal kitabıydı. İnce Memed ve Teneke’ydi.Ergen yıllarımda Tommiks, Teksas da karıştırdım ama “Evladım, bizim buraları, Çukurova’yı anlatıyor, bizi anlatıyor, çok büyük yazardır her fırsatta oku!” derdi. Öyle yaptım…Ki sonraki yıllarda tanıyınca, hele ki pek çok defa belgeselini kotarınca, romanlarının ve yaşamının ayrıntılarına hâkim olunca, baba yarısı saydım Yaşar Ağabey’i…
Bu arada Yaşar Kemal de açıkçası Çukurovalılara az biraz torpil geçmiştir! İstanbul’a taşı toprağı altın diye gelenlere, ya da yazarçizer, oyuncu olmanın hayalini kuranlara hep kol kanat gerdi, germiştir.Yaşar Kemal’in Çukurova insanına ağabeylik yapması doğaldır zaten.Aynı dilin, aynı doğanın, aynı iklimin, aynı argonun çocuğudur çünkü. Yaşar Kemal, Çukurova’da çok acı çekmiştir! Çok bela geçmiştir başından ama bir o kadar da Çukurova’dan beslenmiştir. Hapislerde yatmış, ırgatlık yapmış, arzuhalci olarak didinmiş, yoksul ve yoksun kalmış… Ama…Çukurova’nın börtü böceğini, toprağını, dokusunu ve elbette insanını çok ama çok iyi hissetmiş, öğrenmiştir. Ve çok iyi de anlatmıştır eserlerinde.
Çukurova destancısını, eşkıyasını, yaylasını, göçeri-göçmenini, hayal ve umutları muhteşem aksetmiştir romanlarına. Büyük serüvenleri sayfalarca anlatıp durmuştur. Torosların geleneklerine, insanın doğayla uyumuna, doğanın dönüşümüne, erozyonuna, tahribatına, Çukurova’nın binbir çiçekli bahçesine, ovasına o kadar hâkimdir ki... Baskılar karşısındaki Çukurova insanının başkaldırışına… Mübadeleden kırılanlara, toprağından göçmek zorunda kalanların trajedisine, paramparça oluşuna öylesine eğilmiştir ki…
Ve o denli evrensel ve lirik anlatmıştır ki, bu yüzden 40 dile çevrilmiştir eserleri. Çukurova üzerinden büyük insanlık hikâyeleri anlattığı içindir ki, Torosların izbeliklerindeki İnce Memed’in başkaldırdığı Abdi Ağa… Sicilya’daki zalimdir… Ya da San Francisco’daki çete reisi... Ya da büyük kentlerden birindeki gözü kara insanlık düşmanıdır aslında! Kısacası, Yaşar Kemal! Türkiye’nin evrensel yazarı, Çukurova’nın tasvir ustası. Onun bıraktığı izlerde dolaşmak muhteşem!
Güller içinde uyusun… Çok özlüyoruz onu, çok!
Yaşar Kemal’in Çukurova’sı, benim de âşık olduğum Çukurova’ydı. Erkenden düştük yollara… Muhteşem bir ekiptik. Işıl ışıl gözlerle dinleyen dostlar, her ağıtta gözyaşı döken, her şakada kahkaha atan yurdun dört bir yanından gelen bir avuç ‘Yaşar Kemal’in Çukurova’sı’ gönüllüsü insan. Ezgilerle, türkülerle, yollarla, zamansız bir hayata bıraktık kendimizi… Ben anlatıcıydım ama yine öğrencilik yaptım. Yine öğrendiklerimi tazeledim. Taze bir ruhla döndüm İstanbul’a. Teşekkürler Barış Ataş, teşekkürler Selçuk... Düş Patikası’ndaki yolculuğumuz için…
Anavarza-Yılankale
Yıllar boyu ironi yapılır. Yaprağın düşüşünü, kartalın uçuşunu, böceğin ötüşünü sayfalarca anlatır her romanında. Roman kahramanı olur her bir doğa parçası, sonra ‘olaya’ geçer usta yazar. Romanlarında çokça geçen Yılankale ve Anavarza’dan düz ovaya baktığınızda az bile yazdığını düşünürsünüz. Uçsuz bucaksız muhteşem bir Ova… Hele ki 50’ler 60’lar Çukurova’sı ki… Yeşilin her tonu, renklerin her biri, çiçeğin bin bir çeşidi, taşların sırrı... Büyük uygarlığın izi vardır Anavarza’da bir de. Surlar, kaleler, yollar, kapılar... Binlerce yıl öncenin yaşanmışlıkları alıp götürür; gözünüzden yaş gelir, geçmiş uygarlıkların üzerinde yaşamaya devam ettiğinizi hissedince…
Anavarza Kalesi ve Yılankale, hem yakın hem uzaktır birbirine ama Yaşar Abi çok anlatır her iki kaleyi, her iki kaleden kuşbakışı görünen Çukurova’yı... Kuş demişken! Kartalları da anlatır tabii. Çocukluk yıllarında Anavarza Kalesi’nde çokça olan ama doğa tahribatı sonucu, zirai ilaçların kullanımı nedeniyle şimdi yok olan kartalları. Artık gelmez olur kartallar! Size üzücü bir haber daha vereyim. Anadolu’nun büyük uygarlıkların beşiği olmasıyla övünürüz de, uygarlıklardan bize kalan mirası koruyamayız. Görüyorsunuz! Fotoğraflarda da görüyorsunuz, anlatmama gerek yok! Anlatmayacağım, görüyorsunuz! Kazılardan çıkarılan antik taşların nasıl tulumba yalağı olduğunu, nasıl mangal haline getirildiğini ve dut ağacına çıkmak için merdiven niyetine nasıl da kullanıldığını…
Doğum yeri hemite
13 yaşına kadar büyüdüğü, babasının öldürülüşüne tanık olduğu Hemite Camii… Gün doğumunun ve gün batımının efsaneleştiği Ceyhan Irmağı… Yaşar Kemal’in sağlığında yapılan ve açılış törenlerinde mutlu olduğu Yaşar Kemal Kültür Merkezi ve bence ‘Yaşar Kemal heykeli’ diye de tanımlayabileceğimiz ‘İnce Memed anıtı’. Öyle ya, Yaşar Kemal de haklının yanında vicdansıza başkaldırının sembolü… Köylülerden mutlusu yoktur. İşte burası Hemite Kalesi, Yaşar Abi çok çıkmıştır çocukluğunda, çelik çomağı kalenin zirvesinde oynamıştır. İşte, anası Nigâr Hanım, babası ki öldürülmeden önce gözünün önünde, bu evin avlusunda kurmuştur çocuk hayallerini… Ve işte Yaşar Kemal Parkı… Bu Park’ta her yıl 3-5 şenlik yapılır. Çocuk şenliği ki, ilkokul çocukları Yaşar Dede’lerinin resmini yapmak için yarışır. Romanlara konu olan Ceyhan Nehri kıyısında hiç değişmez börtü böcek sesi, sazlıklardan havalanır karabataklar…
Yaşar Kemal’in yiğit kadını
Halet Çambel, Yaşar Kemal’in “yiğit” diye tanımladığı Prof. Halet Çambel... Geç Hititler uygarlığını 75 yıl boyunca kazıp durdu. Ortaya Karatepe’de “Açık Hava Müzesi” çıkıverdi. Selvi Boylum Al Yazmalım filminin de çekildiği mekânları kapsar. Barajıyla, kazdıkça çıkan muhteşem hazinesiyle bir cennettir, bir derstir… Yaşar Ağabey, 1950’lerden bu yana ekibiyle kazı yapan Halet Abla’yı hiç yalnız bırakmadı. Çok anlattı onu kitaplarında, çok yakın dost oldu. Çukurova’sındaki antik hazineyi kazandırdığı için ömür aldı Halet Çambel’den, ömrüne ömür kattı… Aslan heykelini görüyorsunuz. Sadece bu heykel 8 yılda çıkarıldı! Aslında muazzam bir aşk ve evlilik hikâyesi de var ki Halet Hanım’ın sayfalara sığmaz, roman olur! Şu kadarını yazalım. Nazım’ın ortak şiir kitabı çıkardığı Nail Çakırhan, ki babadan alaylı mimardır, Muğla evleri tadında evler binalar inşa etmiştir; Karatepe kazı şantiyesini de…
Adana sokaklarında başladı İnce Memed
Yaşar Kemal’in belalı, zorlu çocukluk ve ergenlik zamanlarının ardından geldiği ve Arif-Abidin Dino’yla tanıştığı Adana kenti… Şehrin eski mahallesinde “Ramazanoğlu Kütüphanesi’nde iki yıl bekçilik yapar Yaşar Kemal. Ve gece gündüz, raflardaki tüm kitapları okur. Homeros’tan klasiklere, ilk dönem Türk edebiyatına; Karacaoğlan Dadalooğlu ve Köroğlu’na... Ne yazık ki Ramazanoğlu külliyesi tek binayla yerinde dursa da ne Kütüphane’den eser var ne de müştemilatlardan. Otluk, otoparklık ve depoluk olmuş. Ama özür niyetine 2 kilometre öteye, Abidin Dino’yla birlikte heykelini dikmişler Yaşar Ağabey’in...
Yanında da bir başka efsane Orhan Kemal’in yarenliği… Üç dost, 60 yıl önce şimdi Büyükşehir Belediye Binası’nın yanındaki Halkevi Bahçesi’ne kurulur edebiyat konuşurlarmış. Yaşar Ağabey, tam o sıralarda başlamış yazmaya İnce Memed’i ve Abidin Bey sayesinde dönemin Cumhuriyet Gazetesi’ne başlamış. Muhteşem Çukurova röportajları ve İnce Memed tefrikası. Ve 40 dile çevrilmiş destansı roman… Orhan Kemal demişken, Adana’nın hüznüdür, ıstırap şarkısı gibi bir hayattır Orhan Kemal... O da acı çekenlerden... Pek çok romanını Milli Mensucat Adana Fabrikası’nda çalıştığı 7 yıl boyunca tasarlamıştır. Fabrika mı? O şimdi enkaz!
Adana ‘Sinema Müzesi’
Yaşar Kemal de orada, Orhan Kemal de, Yılmaz Güney de... Adana’nın bağrından kopup gelmiş tüm sinemacıların ya posterleri ya izleri ya afişleri ya da balmumu heykelleri var… Ki Yılmaz Güney’e ait ‘oda’ var Müze’de…Adana’da film bobinleri taşırken, İstanbul’a taşınan ve Yaşar Kemal’e, Cumhuriyet’e uğrayan Yılmaz Güney… Yaşar Ağabey’in onu Atıf Yılmaz’la tanıştırması üzerine kamera önüne geçer, uzun ince bir yola girer. Hazin bir türküdür tabii… Adana’da çocuklukla başlayan macera, yine Adana’da bir film çekimi sırasında kesintiye uğrar ve uzak bir kentte sürgünde yaşamını kaybeder Yılmaz Güney… Hepimiz gözyaşı dökeriz. En çok da Yaşar Kemal ağlar…