Yaratıcılığı öldürmenin yolları
Hepimiz yaratıcı insanlar olarak doğarız. Ancak, hepimiz yaratıcı insanlar olarak ölmeyiz. Seçimlerimizle bu yanımızı ya öldürür ya da yaşatırız. İçinde yaşadığımız başımıza icat çıkarma ülkesinde yaratıcılığı öldürmekten daha kolay hiçbir şey yoktur. Yeter ki siz isteyin!
Monotonluk iksirinden içmek
Herhalde insanlık tarihinin en çok bilinen uyku ilacı, gözünün önüne çitin üstünden atlayan koyunları getirmek ve onları saymaktır. 50 tane koyun sayarız, hepsi birbirinin tıpatıp benzeridir ve aynı şeyi yapmaktadır. 60 olur, 70 olur, 80 olur. Sahne hep aynıdır. Biz de “Ulan say say nereye kadar? 150 tane sayacağım da ne olacak? Altı üstü koyun işte! Yatıp uyuyim bari sinirlerim fazla bozulmadan...” der ve uyuruz...
Bu uyku ilacının kerameti, koyundan ileri gelmez. Hızla uykuya dalışımızın sebebi monotonluktur. Monotonluk, gerçek bir uyku iksiridir. Dilerseniz bir gece tam tersini deneyin. Çitin üzerinden atlayan bambaşka hayvanlar hayal edin! Bakın bakalım uyuyabiliyor musunuz... Çitin üstünden atlayan bir iguana düşünün örneğin. Sonra sıra bir maymuna gelsin. Maymun kendini çite dolasın ve çitin etrafında turlar atarak işi şamataya döksün. Sırada bekleyen aslanın öfkeli kükreyişiyle ortadan kaybolsun. Aslandan sonra çitin üstünden bir yunus balığı atlasın... Farklı farklı hayvanlar hayal ettiğinizde kolay kolay uyuyamazsınız. Hep aynı hayvanları düşünürseniz mışıl mışıl uyursunuz. Hayvanın modeli farketmez. Maharet koyunlarda değildir. Çitten atlayanlar birbirinin aynı olan bir fil sürüsü bile olsa gene uyursunuz. Çünkü, aynı şeyleri görmek insanı her zaman uyutur.
Uzun yolda otomobil kullanırken ne zaman ki önümüzden akıp giden görüntüler birbirinin aynı olmaya başlar, işte o zaman uykumuz gelir. Oysa, yolda başka bir arabayla kapıştığımız zaman gözlerimizden bilinç fışkırır. Yanlış anlaşılmasın. Yollarda yarışmanızı önermiyorum kesinlikle. Görmenizi istediğim şey, heyecanın üretkenliğinizde ne kadar önemli bir yerinin olduğu. Heyecan, yaratıcı beyinlerin açma kapama düğmesidir. Ona sırtını dönen, karşısında monotonluk iksirini bulur. Ondan içenlerin zihninin yönetimine otomatik pilot geçer. Otomatik pilot da insanı düz bir mantıkla yönetir. Otur, kalk, telefon et, toplantıya git, not al der. Hepsi o kadar.
Size, gün içinde farkında olarak ya da olmayarak bu monotonluk iksirinden aldığınız yudumları şöyle bir düşünmenizi öneririm. Beyninizin sağ tarafını kilitleyen, sizi ayakta uyutan, günlerinizi bir hafta sonra hatırlayamayacağınız sıradan günler haline getiren o şeyleri bir düşünün. Sonra da o şeyler nelerse artık, onları evire çevire bir güzel pataklayın. Demek benim yaratıcılığımın katili sensin! Eh sana eh sana diye diye...
Sonra da tam tersi, bir yerlerde bir şekilde sizi heyecanlandıran, size adrenalin sunan şeyleri gözünüzün önüne getirin. Öpücük yağmuruna tutun onları. En sevdiğiniz oyuncaklarınızı paylaşın onlarla. Çünkü, adrenalinin girmediği eve hayal gücü girmez!
Yaratmanın toplumsal bir sorumluluk olduğunu unutmak...
Medeniyet, yeniliklerle yuvarlanarak büyüyen bir çığ olmasına rağmen toplumlar bireylerinin yaratıcılığını öldürmek için elinden gelen herşeyi yapar. Bu çelişkiye dikkat etmekte büyük fayda vardır. Western filmlerinde yabancılar sevilmezdi. Bizim kasabamızda da yaratıcı tipler pek sevilmez. Yiğidi önce öldürür, sonra da utanmadan hakkını verirler. Mucitleri canından bezdirir, bir yandan da icatları tepe tepe kullanırlar. Ürünlere tapar, yaratıcılarını ise topa tutarlar. Yaratıcılığı katletmek için bütün imkânlar emre amadedir burada. Bu arada sakın moralinizi bozmayın. Eğer, sizi yıkamayacaklarını anlarlarsa size müthiş değer vermeye başlarlar.
İçinde yaşadığımız toplum ne derse desin. Faydalı ve yeni birşeyler yaratmak bizim en büyük toplumsal sorumluluğumuzdur. Kimsenin sizin yaratacağınız değerleri öldürmeye hakkı olmadığı gibi sizin kendinizin de böyle bir hakkınız yok. Bunu unutmayın.
Dertleri mazeret haline getirmek
Yıllar önce, çok meşhur bir Türk yazarla ilgili bir eleştiri okumuştum bir dergide. Yazarın eleştirildiği nokta dert sahibi olmadan amaç sahibi olmasıydı. Bu ifade beni çok etkilemişti. Kendine bir konuyu dert edinmenin aslında, insanı başarıya götürebilecek çok önemli bir kapı olduğunu düşünmüştüm. Derdi, mazerete dönüştürdüğünüz zaman, o kapı yüzünüze kapanıyordu.
Önceki hafta, biliyorsunuz Aşık Veysel’in 31. ölüm yıldönümüydü.
Güzelliğin on para etmez,
Bu bendeki aşk olmasa...
Bu olağanüstü sözlerin ozanı, bundan 31 yıl önce öldü. Unutmayın ki, aşkı bu kadar güzel ifade edebilmenin yolunu bulan insanın da bunları yazamamak noktasında çok mazereti vardı. 7 yaşından ölümüne kadar kördü. Aşkı bu kadar güzel ifade etmenin yolunu bulan insan, aşık olduğu insanı hiçbir zaman görememişti. Okuma-yazma bilmiyordu ama bu sözleri ve melodilerini yaratmanın yolunu gene de buldu. “Şu gözlerim bir görseydi, okuma yazma bilseydim neler yazardım neler...” demedi. Yazdı, çaldı ve söyledi. Derdini mazerete değil, çıkış yoluna dönüştürdü.
Ona “Veysel bey TRT sanatçıları sazı sizin gibi çalmıyorlar. Sizin sol eliniz hep aynı yerde duruyor. Elinizi sazın sapı üzerinde hiç gezdirmiyorsunuz” dediklerinde “Onlar arıyorlar, ben çoktan buldum” diyecek kadar özgüveni yerindeydi.
Sonrası malum, kendisi dünya çapında bir insan oldu. Aşık Veysel oldu. 31 sene önce o gün ölmüş ölen binlerin içinden belki de sadece o anıldı önceki hafta.
Evrenin sınırlarıyla ilgili insanlığa en sağlam fikirleri kimin sunduğunu da hatırlayalım dilerseniz. Bu fikirleri bize, sadece gözlerini hareket ettirebilen ve göz hareketlerini yazıya dönüştürebilen bir bilgisayar donanımı sayesinde iletişim kurabilen, engellerle dolu bir hayat süren Stephen Hawking veriyor!
İçimizdeki “Durduk yerde iş çıkarma şimdi” sesine boyun eğmek...
Graham Bell’in “O’lum Graham. Saçmalama. Öyle telefon melefon gibi saçma sapan şeylere kafanı takma. Otur adam gibi işler yap” dediğini düşünsenize.
Edison’un “Lan işte mum var, gaz lambası var. Ampule ne gerek var? İcat çıkarma şimdi!” dediğini düşünsenize.
Ya da Atatürk’ün “Offff. Şimdi vapur bulucan da, Samsun’a ayak basıcan da, Kurtuluş savaşını başlatıcan da... Amaaaan! Dertsiz başıma dert...” dediğini düşünsenize.
Yaratan insanlar olmasaydı, herkes sadece tüketen insanlar formunda olsaydı, bugün yararlandığımız yeniliklerin hiçbiri olmazdı. Birileri çıkıp “Ben bunu yapacağım. Hiçkimse ve hiçbir şey beni durduramayacak” demeseydi sanat, bilim, icat hiçbirşey olmazdı. Bunları unutmayın ve şu anki Türkiye fotoğrafında olmayan neleri yaratabileceğinizi keşfetmeye başlayın.
Risk alıp, poposunu kaldırıp birşeyler bulan buluşturan insanların hepsi böyle yaptı. Ve dediğim gibi o insanlar olmasaydı, ben herhalde bu yazıyı mağaramın duvarlarına çiziyor olurdum şu an. Siz de kendi mağaranızda çiğ balığınızı yiyordunuz afiyetle...
Yakaladığınız güzel ve ilginç fikirler, sizi yepyeni heyecanların kapısına getirdiğinde “iş çıkarma şimdi” sesi mutlaka gelecektir. O sesi herkesin duyduğunu bilin. “Ben bu dünyaya iş çıkarmaya geldim” cevabını yapıştırıp, çenesini kapattırın. O sese verdiğiniz cevabın, nasıl bir gelecek istediğinizin ifadesi olduğunu bilin.
Eğer, hiçbir artı değer yaratmayan, varlığı da yokluğu belirsiz, uyur-gezerlerden biri olmak istiyorsanız, tercihiniz gerçekten buysa yukarıdaki dört başlığı itinayla uygulayın.
Sonuçlarına inanamayacaksınız...
buRAK özDEMİR'in yenibir.com'da yayınlanan diğer yazıları: Kızarmış Kreatif Tavuk! En zengin 100 dünyalının başarı sırrı
Alaturka iletişim prensipleri
Deja-vu Kültürü!