Viking’in ağız tadı
“Denizden babamız çıksa yeriz” dedi Viking mutfağı uzmanı Norveçli aşçı. Haksız sayılmaz. Yılanbalığı, istiridyenin yanı sıra yosun da yiyorlar. Bu hafta size Bergen yakınlarındaki Viking köyünden izlenimlerimi aktaracağım.
Bergen’in kuzeyindeki bir fiyortta, güneşli ama rüzgârın üşüttüğü bir havada yürüyordum. Bir Viking köyüne gidiyorduk. İyi ki rüzgâr serin esiyordu, çünkü inişli, çıkışlı zorlu yol insanı terletiyordu. Rüzgâr esince ter, buzlu sudan çıkartılmış bir tül gibi vücuduma yapışıyor, ürpertiyordu beni. Bu, hoşuma gidiyordu ama faturasının ağır olacağını biliyordum. Oldu da gezi dönüşümde bir hafta hasta yattım.
Ne işin vardı Viking köyünde diye soracak olursanız: Bir festivali izlemeye gidiyordum. Aslında yolun bu kadar uzun olduğunu bilseydim, gitmezdim. Toprak yol, denizin kıyısına iniyor, sonra ormana giriyor, tahta köprülerden geçiyor, otlakları aşıyordu. Yani, asırlar öncesinde, Vikinglerin yürüdüğü yollardan biriydi.
Çocuk çığlıklarını duyunca köye yaklaştığımı anladım. Çünkü bugünün çocuklara ayrıldığı konusunda uyarmışlardı beni. Geçmişlerini öğrenmeye çalışan minik öğrencilerle dolaşacaktım köyü.
SUYU KIZGIN TAŞLA KAYNATIYORLAR
Vikingler neden ilgimi çekiyordu? Bunun yanıtını bilmiyordum. Belki de o koca adamların, azgın denizlerle kol güreşi yapmaları beni kendilerine hayran etmişti. Dev dalgalar korkutucudur. Onlara kafa tutan herkese hayran olmuşumdur. Dev dalgaları seyretmekten hep garip bir zevk almışımdır.
Küçük bir tepeye tırmanınca köyü gördüm. Damında çiçekler açmış odun duvarlı evler, çadırlar… Görüntü, filmlerdeki masal köylerinin aynısıydı. Sesler de öyleydi. Davul, telli çalgılar, üflenen boynuzlardan yükselen kaba melodiler, birbirine vurulan demirlerin tınlamaları. Gökyüzünde, daha önce duymadığım bir müzik bir o yana bir bu yana akıp gidiyordu.
Ok atanları, meydandaki cambazları, sokak çalgıcılarını geçip, mutfağa yöneldim. Bulmak zor olmadı. Kokular yol gösterdi. Kapısında kocaman bir domuz asılıydı. Altından geçip içeri girdim. Ortada kocaman bir açık ocak vardı. Ateşin içinde koca koca taşlar duruyordu. Tam ortada, tepeden sarkıtılan zincirlere asılmış siyah tencerede bir şeyler kaynıyordu. Ateşin yanında, fırın küreğini andıran bir tahtaya tellerle bağlanmış koca somonbalığı duruyordu. Aşçı, somonu arada bir ateşten uzaklaştırıp üstüne su serpiyordu.
Aşçıyı tanıştırırken, Viking mutfağı uzmanı olduğunu da söylediler. Aşçının, yardımcısı bir yandan yılan balığını temizliyor, bir yandan da dev istiridyeleri, ucunda helezonik halkalar bulunan uzun demir saplı bir alete koyup ateşe uzatıyordu. Temizlenen yılanbalığı bir tencereye kondu, su ilave edildi ve ateşin kucağındaki kızgın taşlar tek tek tencerenin içine atıldı. Demek suyu böyle kaynatıyorlardı. Kurutulmuş balık ıslatıldı. Bazlama benzeri ekmek pişirildi. Sonra tüm yemekler tahtadan kocaman bir tabağa dizildi.
İÇKİLERİ BALDAN
Yemeği beklerken bana verdikleri tatlı suyun, yavaş yavaş başımı döndürdüğünü hissettim. Halbuki ballı bir içecek olduğunu söylemişlerdi. Sonra yemeklerin tadına baktım. Bu malzemelerin bu dönemde daha lezzetli piştiğine karar verdim. Ama bunu Vikingli aşçıya söylemedim.
Yemekten sonra aşçı, geçmişin yemek alışkanlıklarını uzun uzun anlattı. Hem onu dinledim hem de ballı suyumu yudumladım.
“Biz zor toprakların insanlarıyız” diye söze başladı ve atalarını karıncalara benzetti: “Yazın toprak yumuşak, deniz sakinken yiyecekler toplanır, kış için hazırlanırdı. Deniz kıyısında yaşayanlar için yemek denizden gelirdi. Balık en büyük nimetti. Onun için hiçbir zaman eksik olmazdı. Yakalanan balığın bir bölümü hemen tüketilir, bir bölümü de kış için ya kurutulur, ya tütsülenir, ya da tuzlanıp salamura yapılırdı. Bunlar zor işlerdi, köle gibi çalışmayı gerektirirdi.”
Denizden çıkan nimet balıkla sınırlı değildi. Denizyosunu, deniz kabukluları, yengeç, fokbalığı, balina eti de sofraların baş tacıydı. Bunları sıraladıktan sonra aşçı şuna benzer bir şey söyledi: “Norveçliler denizden babaları çıksa yerler.” Gerçekten de bu deyiş, buraya daha çok uyuyordu.
AYI, KEÇİ, GEYİK
Denizden biraz uzakta yaşayanlar ise iyi birer avcıydı. Oklarından, kılıçlarından hiçbir hayvan kurtulamazdı. Ayı, inek, koyun, dağkeçisi, geyik, avcıların gözdeleriydi. Karasal Vikingler ayrıca ekip biçerlerdi de. Ufak tarlalarda soğan, pırasa, bezelye ve lahana en çok yetişen sebzelerdi.
Ocak, odanın ortasında yer alırdı. Ateş hem ısıtır hem de doyururdu. Odanın tepesindeki delik dumanı dışarıya atmaya yetmediği için, evlerin içinde genellikle göz gözü görmezdi. Kap kacak, kayın ağacından oyulurdu.
Ve Viking kadınları! Her toplumda, her yerde, dün de, bugün de olduğu gibi en ağır işçi onlardı. Dumanlı odalarda, gözyaşaları içinde yemekleri pişirmek, kış stoklarını hazırlamak, tarlada otları toplamak, kuşları kovalamak, varsa koyunları gütmek hep kadınların işiydi. Olmayan boş zamanlarında ise derileri birbirine dikip, giysi hazırlamaya çalışırlardı.
Vikingler tüm kuzeyliler gibi yağı ve tatlıyı çok severlerdi. Bal da en favori tatlıydı. Yemekle birlikte süt, bir çeşit ayran, bira içerlerdi. Kafayı bulmak için ise Bjorr denen baldan yapılmış mayalı bir likörle demlenirlerdi. Aşçı bunu söylerken, yemek öncesinde içtiğim baş döndürücü tatlı suyun, Bjorr olduğunu anladım.
Ekmek yapımında kullanılan çavdar, lav taşından yapılan değirmenlerde öğütülürdü. Viking ekmeği, şaşılacak derecede bizim lavaş ekmeğine benziyordu. Onlar da bu ekmeği bizim gibi çok seviyorlardı. Denize açılırken yanlarına, bolca yağ sürdükleri bu ekmeklerden almayı ihmal etmiyorlardı.
Aşçı daha da anlatacaktı ama ballı suyun tesiriyle kapanan gözlerim buna izin vermedi.
@Lezzetci
Mevsimler bayramla karşılanıyordu
Her fırsatta eğlenmeyi seven Vikinglerin üç bayramı vardı. İlk bayram Sigrblot, yaz başında kutlanırdı. Kurbanlar, yazın sıcak geçmesi için kesilirdi. İkinci bayram olan Vetrarblot, hasattan sonra kutlanırdı. Bol mahsul için tanrılara teşekkür edilirdi. Şölen havasında geçer, Bjorr tüketimi tepe yapardı. Son bayram ise Jolablot’tu. Bu bayramda kış karşılanırdı. Her bayram iki hafta sürer, yenir, içilir, şarkılar söylenir, danslar edilir, masallar anlatılırdı.
Kadehler boynuzdan
Vikingler sarhoş olup, zıvanadan çıkmayı seven bir milletti, kavga dövüş eksik olmazdı. Onun için her evde bol miktarda ballı içki stoku bulunurdu.
Zengin Vikingler içkilerini, gerçek boynuzdan yapılmış kaplarda, fakirler ise tahtadan oyup yaptıkları taslarda içerlerdi.