Üç saatlik sınır geçişi romantizmin katili
1800’lü yılların son çeyreğinde, ‘93 Harbi’ de denilen Türk-Rus Harbi sırasında Bulgaristan’dan göçmek zorunda kalmış bir aileye mensup olduğumdan, dilden dile anlatılarak gelen o zorlu yolculuğun masalsı hikâyeleri, çocukluk anılarımda bir hayli yer tutar. ‘Arda Boyları’nın, ‘Drama Köprüsü’nün, ‘Selanik Türküleri’nin beni hiç tanımadığım büyük büyük dedelerime, ninelerime bağladığını düşünürüm. Bütün bu duyguların eşliğinde adımımı atıyorum Sofya Ekspresi’nin basamaklarından içeriye. Bir de ilk defa yataklı bir trenle yolculuk yapacak olmanın merakı ve heyecanı var içimde...
Yataklı vagonun kompartımanları iki kişilik. İki kanepe, küçük bir lavabo, dolap ve mini buzdolabı var içeride. Kanepeleri yatırdığınızda altlı üstlü iki yatak çıkıyor. Tren tam saatinde, 22.40’ta hareket ediyor. Ata topraklarına doğru yolculuğum başlamış oluyor böylece. Küçük istasyon binalarını geçtikçe zaman tüneline girmiş gibi hissediyorum kendimi. Tren 02.30 gibi Kapıkule’ye varıyor. 15 dakika öncesinden kondüktör kapıları çalarak uyandırıyor yolcuları. Kapıkule sınır kapısında inip pasaport kontrolünü yaptırıyorsunuz. Kompartımana döndüğünüzde bu kez gümrük memuru çalıyor kapınızı. O da kontrolünü yapınca nihayet artık uykuya dalabilirim diye düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz.
İkinci Dünya Savaşı konulu dönem filmlerinin tren sahnelerinden birindeymiş gibi hissediyorsunuz yolculuk boyunca. Kapıkule’yi geçip tam uykuya daldığınız sırada bu kez Bulgar görevliler devreye giriyor. Yolcuları uyandırmak için ayrı bir gayretle çalıyorlar kapınızı, “Pasport kontrol” diye bağırarak. Uyku sersemliğiyle pasaportum nerede, biletimi nereye koymuştum diye telaşla aranırken kapı çalışları şiddetleniyor.
Kapıyı açıp pasaportu, bileti uzatıyorsunuz, vizenizi kontrol edip iade ediyorlar. Artık uyuyabilirim diyorsanız, yine fazla iyi niyetlisiniz. İlk kontrol, bilet kontrolü, gümrük kontrolü derken üç kere belli aralıklarla kapıyı açıp görevlilerle muhatap olmak zorundasınız. Nihayet son defasında pasaportları toplayarak giriş işlemi için götürüyorlar. Tüm bu işlemler 05.30 sularında son bulurken, tren yolculuğuyla ilgili romantik beklentileriniz de ister istemez sona ermiş oluyor.
500 yıllık Osmanlı izleri
Balkan güneşi, küçük ve unutulmuş köylerin üzerinde yükselirken, ufukta karlarla kaplı zirvesi parlayan Vitoshi Dağı, nihayet ‘Sofya’ya hoş geldiniz’ diyor. Sovyet döneminden kalma çok katlı, tekdüze sosyal konutların sıradan görkemiyle derme çatma gecekonduların grafitilerle süslenmiş sefaleti eşliğinde tren yolculuğu son buluyor. Vitoshi Dağı’nın eteklerini süsleyen Sofya’nın serüveni MÖ 7. yüzyılda Serdi adındaki Trak Kabilesi ile başlıyor. Tarihin geçiş noktası olarak kabul edilen bu kent Roma, Bizans ve en son 500 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış. Şu anda şehrin en işlek caddelerinden Maria Luiza Caddesi üzerindeki Banyabaşı Camii, bu 500 yıllık tarihin son somut göstergesi olarak dimdik ayakta duruyor. Her ne kadar kent üzerindeki Osmanlı izleri silinmeye çalışılmış olsa da, Arkeoloji Müzesi’nin kafesinde oturduğunuzda, binanın bir Osmanlı eserinden dönüştürüldüğünü fark ediyorsunuz.
Antik Serdica Kenti kalıntılarının hemen karşısındaki Azize Sofya Heykeli ile kentin simgesi olan Alexandre Nevski Katedrali arasındaki bölge; Atatürk’ün yeniçeri kostümüyle katıldığı balonun yapıldığı Royal Palace, Ulusal Sanat Müzesi, Tiyatro Binası, Rus Kilisesi gibi pek çok kültürel zenginliği barındırıyor. Bu zengin kültüre ait anıları taşıyan bin bir çeşit obje ise, yine Alexandre Nevski Katedrali önündeki Antika Pazarı’nda satılıyor. Kentin popüler ve turistik anlamda kalbinin attığı yer Vitosha Bulvarı. Ama çılgın kalabalıktan uzakta, Sofya’nın gastronomik ve kültürel anlamda ruhuna nüfuz etmek istiyorsanız Vitosha Bulvarı’nın paralelinde kafeleri, tasarım mağazaları, sokak lezzetleri ve sanat galerileriyle uzanan bölge, Avrupa’nın yeni Berlin’i olacağını ilan ediyor.
Dilekler ‘marteniçka’larda
Vitosha’nın dağa doğru uzanan bulvarı, Kültür Merkezi ve Çağdaş Sanat Müzesi’ne yönlendiriyor sizi. Kentin tatlı yorgunluğunu Vitosha’nın karlı yamaçlarına bakan geniş parkın çimenlerinde atabilirsiniz. Yılın bu mevsimi, parktaki ağaçlardan çimlerde koşturan köpeklerin tasmalarına, çocukların bileklerine dek her yeri, uzun ve sağlıklı ömrü simgeleyen kırmızı beyaz marteniçkalar (martanitza) süslüyor. Bu renkli Balkan geleneğinin kökenine dair pek çok rivayet olmakla birlikte, Baba Marta / Mart Nine’nin soğukları sona erdirip baharı getirdiğine inanılıyor.
BUNLARA DİKKAT!
TCDD’nin Sofya Ekspresi saat 22.40’ta Halkalı’dan kalkıyor, ertesi gün 09.30 civarı Sofya’ya varıyor.
Yolculukta eşofman gibi rahat giysileri tercih edin.
Trende yemek vagonu yok. Mini buzdolabına iki kraker, meyve suyu ve iki küçük şişe su konsa da yanınızda yiyecek ve içecek bulundurun.
Bir tam gün Sofya’da geçirip akşam trenle dönmek pasaport işlemlerinin uzun sürmesi nedeniyle çok yorucu. Tavsiyem, bir gecenizi Sofya’da geçirin. Geceleri oldukça eğlenceli. Parkların içlerindeki kafeler bile bara dönüşüyor. Şehrin en popüler mekânı ise Sense Oteli’nin Aleksander Nevski Katedrali’ne bakan terası. Küçük caz barlar da alternatifler arasında.