Türkiye Sırat Köprüsünden geçiyor
Evet, Türkiye sırat köprüsünden geçiyor.
Sırat köprüsü benzetmesinin mesajı çok hayatîdir ve şudur:
Gerekli dirayet ve tahammülü gösterip karşıya geçerseniz cennete gidersiniz; işi ciddiye almayıp gevşerseniz aşağı düşersiniz. Ve aşağısı, cehennem gayyasıdır.
Türkiye ya sırat köprüsünden karşıya geçip mutluluğu yakalayacaktır yahut da “Boşver sen de!” deyip aşağı düşerek cehennemi boylayacaktır.
İş, öncelikle şu üç zümreye düşüyor:
1. Aydınlar,
2. İş ve servet sahipleri,
3. Siyasetçiler.
Şırnak’ın Silopi ilçesinden yazan 32 yaşındaki Nizamettin Elçi, televizyon konuşmamı dinledikten sonra yazdığı satırlar içine şu duygulandırıcı ve düşündürücü cümleleri de koymuş:
“Ben, her şeyde kirlenmemişe, saf, berrak, duru ve katıksıza hasretim. Tertemiz dostluğa, kardeşliğe ve gerçek Müslümanlığa hasretim. Yalanın, zulmün, çıkarın ve ihanetin korkunç tahribatı ve alçaklığı her yanı sarıp sarmalamış. ‘Hak geldi, bâtıl yok olup gitti. Bâtıl yok olmaya zaten mahkûmdu.’ ayetinde dile getirilen güne hasretiz.”
Nizamettin’in bu şiir güzelliği ve dua derinliğindeki cümleleri benim otuz yıllık hasretimin de tamı tamına ifadesidir.
Aynı hasreti duyanlardan biri olan Nejat Özkan bana şöyle sesleniyor:
“Artık meydana inin ve anlatın! Konferansların yanı sıra kahvehanelerde, meydanlarda anlatın! Kendini Müslüman zanneden ama yanlış yolda olanlara anlatın! Perişan olsan da fakir düşsen de anlat! Allah aşkına başar!”
Beykoz Haber Gazetesi’ne bir yorum yazan Kemal Bandırmalı kardeşimiz bir kaygısını dile getiriyor:
“Yazdıklarınızla milletin önüne koyduklarınız Türkiye’nin tek alternatifidir. Korkum odur ki, kandırılıp içi boşaltılan halk çeşitli oyunlarla, bu gerçeği göremez hale getirilir ve ülke çözülmeye gider. Allah bize bu günleri göstermesin!”
Bu üç gönüldaşıma teşekkürlerimi iletirken ortak hasretimizin amacına vardırılmasında kaçınılmaz olduğuna inandığım bir gerçeğe dikkat çekmek istiyorum.
Türkiye, tarih ve Tanrı önünde büyük misyonu olan bir ülkedir. Onun içindir ki, Türkiye’nin üstüne çullanıyorlar.
Türkiye bugün Kurtuluş Savaşı öncesi şartlarına girmiş bulunuyor. Gırtlağa kadar borç, dinin aleyhimize kullanılması, kamplaşmalar, aslında o günleri bile aratıyor.
Ben, ancak riyadan uzak, acı reçeteyi dirayetle uygulayacak, dışarıyla işbirliği yapmamış bir siyasî kadronun, üzerimizdeki bu kara felaketi kaldırabileceğine inanıyorum.
Alışılmış siyasetlerle olmaz bu iş. Alışılmış siyasetleri kenara koymak yetmez, onları çöpe atmak lazım.
Yani şahsiyetsiz, yalancı-talancı, dinci, dışarıyla işbirlikçi siyasetlerle olmaz bu iş. Tabiî ki bunun ağır bir bedeli olacak, bu fatura Türk halkına çıkacak.
Kur’an, “Allah; aklını işletmeyenler üstüne pislik indirir” (Yunus Suresi, 100) buyurmaktadır.Müslüman kitleler akla ihanet etti; üstelik, akla ihanet edenleri baş tacı etti.Allah da cezalarını verdi. İşte örnek: Irak, fert başına millî geliri 30.000 dolar olması gerekirken bugünkü haline bakın! Şu Irak savaşının Müslümanlara çıkardığı faturaya bakın.
Türkiye’nin de ceza faturası yükseliyor. Bu halk bu beleşçiliği, bu nemelazımcılığı sürdürdüğü müddetçe bu ülke iflah olmaz. Sivas, Madımak’ta onca kişiyi cayır cayır yakan bir halkın, öyle bir zihniyetin Tanrı’ya el açmaya hakkı yok, dua etmeye hakkı yok. Kendine ait olmayan şeylere el koyuyor bu halk. Alın, işte ormanlarımız. Başka ülkeler ormanlarının üzerine titrerken, korumaya alırken, Türkiye parselleyip satıyor.
Şimdi de kalkmış, kamu mallarını işgal edenlere ceza verilmesin diye uğraşıyorlar. Ülkenin temelini dinamitlemek değil de nedir bu?
TÜRKİYENİN ÜSTÜNE NEDEN BU KADAR ÇULLANIYORLAR?
Son yıllarda, içimizden tedarik ettikleri işbirlikçileri kullanarak Türkiye’nin üstüne çullandılar. Türkiye bugün ağır bir tasallut, ağır bir kuşatma altında.
Bu elbette ki, sebepsiz değil.
Misyon büyükse düşman da büyük olur.
Falih Rıfkı Atay’ın Türk insanının misyonuyla ilgili müthiş bir sözü var:
“Türk milleti, tarihte, zaman, mesafe ve mekâna karşı çekilmiş bir kılıçtır.”
Çok düşündürücü, sarsıcı ama bir biçimde de gurur verici bir sözdür bu.
Türkiye’nin büyük misyonunun düşmanları bunu İslam'la Hıristiyanlığın doğal çatışması olarak yorumluyorlar. Devrin ABD Cumhurbaşkanı Clinton 1999’da Türkiye’ye geldiğinde şöyle demişti:
“Önümüzdeki yüzyılın kaderini Türkiye tayin edecektir.”
Şimdi ne görüyoruz? Türkiye’de birilerinin eşbaşkanlık yaptığıBüyük Orta Doğu Projesi ve onun omurgasına oturtulan ‘sömürü ve irtidat dini Ilımlı İslam’ kaderimiz haline getirilmiş. Hepsi bir büyük oyunun parçaları.
Misyonu büyük ülkeyi zararı büyük düşmanlar içeriden ve dışarıdan kuşattılar. Türkiye’yi sırat köprüsünün üstüne getirdiler.
Ya istiklal ya ölüm noktasına tekrar getirildik.
Bu ülkenin misyonuna inananların ayaklarını uzatıp yatmak gibi bir lüksleri, tercihleri yok. Böyle bir tercih kullanmak bizi tarih önünde onursuzlar listesine geçirir.
Türkiye bu bâdireyi atlatmalıdır, atlatacaktır.
Çare, demokratik halk seferberliğidir. Yani onurlu, ilkeli, dürüst, çileyi omuzlayacak siyasettir. Bu siyaseti halkın önüne koyacak olanlarsa aydınlar, servet sahipleri ve siyasetçilerdir.
Gün bugündür, ey vatan evladı. Büyük ülkenin büyük misyonunda görev almak üzere ayağa kalkın! Yoksa tarih ve Tanrı sizi affetmez. Çocuklarınız ve torunlarınız da sizi affetmez.
Bu demokratik seferberlikte herkesin yapacağı bir iş mutlaka vardır. Nedir o iş diye merak mı ediyorsunuz?
Gayret kuşağını kuşanmaya karar verin, yapabileceğiniz iş, vicdanınızda kendiliğinden belirginleşecektir.