GeriSeyahat Türkiye’nin güneydoğusuna DOĞA TURU
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Türkiye’nin güneydoğusuna DOĞA TURU

Türkiye’nin güneydoğusuna DOĞA TURU

İstanbul’dan bir gece yarısı bindik otobüse, Doğa Derneği’nin daha doğrusu Ekodoa turizm şirketinin düzenlediği bir tur bu. Daha güzeli yeni kurulan şirketin ilk turu. Bu şirketin amacı, meraklılarını Anadolu coğrafyası ve doğasıyla kucaklaştırmak. Sloganları, "gidilmeyen her yerde!" Çalışma alanları Türkiye’nin 305 önemli doğa alanı... Biz, Diyarbakır, Mardin, Urfa, Birecik, Antakya’da nefis bir tur yaptık.

Yolumuz uzun, Ankara seyyahlarını da topladıktan sonra Diyarbakır’a kadar kısa molalarla sürekli yolcuyuz ilk gün. Ankara’dan itibaren dümdüz ve biteviye uzanan İran-Turan bozkırlarının üzerinde ilerliyoruz.

İki rehberimiz var, biri Doğa Derneği Genel Müdürü Güven Eken, diğeri Ekodoa’nın sorumlusu Özgür Koç.

Yol üzerinde yeni bir şey öğreniyoruz: Bozkır da güzeldir! Bir kere, kendisine bozkırda yaşam alanı bulan canlı sayısı daha fazla... imiş yani. Bitkilerin ve hayvanların kendilerini kısır bozkır yaşamına nasıl adapte ettiklerini, hayatta kalabilmek için neler yaptıklarını, ne numaralar icat ettiklerini anlatıyor Güven Eken, o kadar da lezzetli anlatıyor ki! Ve kaç yaşında olursanız, ne kadar bilgiç olursanız olun yeni bir şey öğrenmenin tadı bambaşka.

Kırşehir-Kayseri üzerinden ilerliyoruz, mola verdiğimiz yerler de o kentin kendine özgü lokal mekanları, mümkün mertebe o yöreye özgü yemeklerin tadılması amaç. Malatya’ya geldiğimizde coğrafyayla birlikte iklim de değişiyor ve Güven Eken bu kez doğayı değiştiren temel unsurlardan suyu anlatıyor. Tohma vadisinin kıyısını kaplayan kayısı
/images/100/0x0/55ea3ed5f018fbb8f873b0ca
ağaçlarının arasından geçerken dağın tepesinden gelen suyun yumuşak toprağı yararak nasıl derin vadiler, kanyonlar açtığını anlatıyor, bizzat göstererek. Daha sonraki günlerde havayı, rüzgarı ve toprağı da anlatacak.

Gecenin bir vakti uzunca bir süre Hazar Gölü’nün yanından giderek Diyar-ı Bekir’e ulaşıyoruz nihayet. Yatak insanın icat ettiği en ilahi eşyalardan biri kuşkusuz.

DAĞLARIN TEPELERİNDE DENİZ FOSİLLERİ

Ertesi gün Batman üzerinden Hasankeyf. Yolda Dicle’nin kanyonlarını, oluşum maceralarını dinlemekle kalmıyor bizzat görüyoruz da...

Hasankeyf, Ilısu Barajı’nın suları altında kalacak. Binlerce yıllık tarihe tanıklık etmek böyle bir şey, mutlaka gidip görmek gerekiyor. Suların altında boğulup gidecek, sadece tarih de değil, inanılmaz bir doğal güzelliğin yaşayacağı acıyı hissetmek, ona bizzat dokunmak, teselli etmek ve hatta isyan etmek gerekiyor.

Hasankeyf dönüşü önce Deyrül Zafaran Süryani Manastırı ve altındaki Güneş Tapınağı, sonra Mardin. Göz alabildiğine... Mezopotamya ovası. Eskiden deniz... miş. Tetis Denizi. Afrika-Arabistan kara parçası onbinlerce yıl boyunca gıdım gıdım ilerleyerek Avrupa-Asya kara parçasıyla çarpışıyor. Sonucunda deniz tabanı olduğu gibi yükselerek bu müthiş ovayla Mardin Eşiği’nin, sıra sıra yükseltilerin ortaya çıkmasına neden oluyor. O yüzden dağların tepelerinde deniz fosillerine rastlanıyor. Ve işte o yüzden özellikle geceleyin, özellikle Mardin Cercis Murat Konağı’ndaki lokantada oturduğunda insan, deniz kenarındaymış hissine kapılıyor. Karşıda Suriye ışıkları...

Mardin, Mardinlilerin deyişiyle gündüz mezarlık gece gerdanlık. Ama ne gerdanlık... Çok güzel bir şehir, ne yazık ki bozulmuş, tek tesellisi Midyat’tan daha az bozulmuş olması. Yine de taş evlerin mimarisi müthiş. Taşın özelliği şu: Çıkartıldığında sıcak, işlemesi kolay, zaman geçtikçe soğuyor, bina sağlamlaşıyor.

Cercis Murat Konağı’nda, erik yahni, tarçınlı patlıcanlı pilav, nar salatası... Bence bizzat keşfedilmesi gereken lezzetler.

Ertesi gün daracık Mardin sokaklarında dolaşma, biraz kebap, sonra doğru Urfa-Harran. Yolda göz alabildiğine pamuk tarlaları ve GAP menşeli yanlış sulama tartışmaları. Aşırı sulamadan toprak tuzlanmaya başlamış. Yabancı uzmanların tahminine göre 12 yıl sonra tarım zora girermiş.
/images/100/0x0/55ea3ed5f018fbb8f873b0cc

Urfa’da Aptullah’la tanışıyoruz. Doğa Derneği’nin savaşçılarından biri. Ateş parçası. İstanbul Türkçesi, Urfa Türkçesi, Fransızcası ve İngilizcesi mükemmel. Şehrini, şehrinin ritmini, sukünetini, yaşamın akışını ve hoşgörüsünü çok seviyor. İstanbullu, Avrupalı dostları onu çağırıyorlar, iş teklif ediyorlar ama hiç niyeti yok, şehrimi terketmeyeceğim, diyor. İyi ediyor.

ASIL ŞENLİK HANLARDAKİ İNSAN MANZARALARINDA

Aptullah’la birlikte Harran’a gidiyoruz. Eski zamanların eğitim merkezi’ne, ünlü Harran Okulu’na, Harran Kalesi’ne, kubbeli, kerpiç sıvalı Harran evlerine... Derken Urfa. Urfa’da özel bir konukevinde tamamen özgün Urfa yemekleri ve kebapları... Ardından da Sıra Gecesi. Ne yazık ki turistik hale gelmiş artık. Orijinaline kadınlar giremiyor, bizim izlediğimiz minder üstünde ve Balıklı Göl Saz Heyeti’nin oynak müziği eşliğinde, kadınlı erkekli, eller havada, kurt dökme faaliyeti.

Aslı bir nevi sosyal hizmet. Sırayla yapıldığı için Sıra Gecesi. Sadece türkü söylenmiyor, sohbet ediliyor, dertler anlatılıyor ve muhtaç olan varsa çaktırmadan yardım toplanıyor. Bir başkanı, bir de başkan yardımcısı var. Başkan sıranın kimde olduğunu tespit ediyor, yardımcısı ikramda aşırıya kaçan olursa ona verilecek cezayı belirliyor. Ceza, zengin olan, durumu müsait olmayanı zor durumda bırakmasın diye... Evin çocuğu da izleyerek edep erkan öğreniyor bu gecelerde. Hem bir sosyal iletişim ve dayanışma hem de bir eğitim müessesesi aslında.

Balıklı Göl, Ayn Zeliha Gölü, Hazreti İbrahim Mağarası ve Camii, Urfa Kalesi, Hazreti Eyyüp Camii ve eski tarzda yeni yapılan Hotel El Ruha (Urfa’nın eski isimlerinden biri) gerçekten görülmesi gereken yerlerden... Ama asıl şenlik Urfa’nın birbirinin içine geçen hanlarındaki insan ve renk şenliği. Gümrük Han’ın avlusundaki kahveden kalkmak istemedik hiç, o kadar güzel, o kadar keyifliydi.

KELAYNAKLARLA BİRLİKTE YAŞAYAN TURAN

Urfa’dan sonra istikamet Halfeti. Daha önce baraj suları altında kalan Halfeti. İnanılmaz güzel bir yer. Nispeten tepede kalan kısmı kurtulmuş. Ama ben diyeyim İtalya’dan bir güney beldesi, siz deyin Türkiye’den bir güney yerleşimi. Bu coğrafyada görmeye alışık olmadığımız okaliptus, portakal, mandalina ağaçları. Tekne gezisi yapıyoruz. Rum Kalesi’ni seyretmek bile fark yaratan bir güzellik. Ve biraz daha ilerde terkedilmiş bir köy ve meşhur suların içinden yükselen cami minaresi. Türkiye’de sadece 10 tane bulunan Tavşancıl kuşu çiftlerinden biri burada nehir kıyısındaki kanyonlarda yuva yapmış durumda.

Baraj kıyısında bir lokantada kebap-balık ağırlıklı yemek yiyoruz. Bir taraftan ince ince yağmur yağıyor ama 40 kişilik doğa turu ahalisinin umurunda bile değil. Bu güzelliğin tadını çıkarmakla meşgulüz. Halfeti’nin sular altında kalmadan önceki dünya güzeli fotoğrafları elden ele dolaşıyor...
/images/100/0x0/55ea3ed5f018fbb8f873b0ce

Ve yeni bir Doğa Derneği savaşçısıyla, Turan’la karşılaşıyoruz. Gözlerinden ateş fıştıran biri daha, bir doğa, bir kuş delisi daha. Şimdi gitmekte olduğumuz Birecik’te kiralar pahalı olduğu için uzun bir zaman arabada yatıp kalkmış. Bizzat yaşamadığın takdirde doğa sevgisi ütopik kalır diye kelaynaklarla birlikte yaşıyor. Sayıları bir zamanlar göç sonrası 10’lara kadar düşmüşken şimdi başarıyla 91’e çıkmış. Turan’ın o kelaynakları bireysel olarak tek tek tanıdığı anlatılıyor. Bir süredir koruma programına aldıkları kelaynakları yeniden göçe hazırlama ve çipler aracılığıyla göç maceralarını internetten izleme projesi üzerinde çalışıyorlar.

Fırat Kavakları’yla, Doğa Derneği’nin bilgilendirme panolarıyla, yöredeki kuş çeşitleriyle tanışıyoruz. Ebabil kuşunun yere hiç konmadığını, havada uyuduğunu, havada çiftleştiğini bilir miydiniz mesela... Ayak adaleleri çok zayıf olduğu için yere konarsa havalanamazmış, bir uçurumun kenarından boşluğa bırakmazsanız ölebilirmiş.

Gece barajın kapakları açıldığı için sular yükseliyor ama gündüz su tutulduğu için iyice çekiliyor. Ve Birecik’te sabahları sıcak pidenin içine taze haşlanmış sıcak nohut konup yeniliyor. Bir, alışık değiliz ama güzel bir tat. İki, tok tutuyor. Yeni keşif nohut ekmeği seviyoruz.

DÜRBÜNDEKİ KARA ÇAYLAK

Şimdi yolculuk Antakya’ya. Yolda ne zaman kuş sürüsü görsek bilgisini alıyoruz. Göç zamanı ya... Otobüste bizimle birlikte olan bir Doğa Derneği savaşçısı daha var, Beypazarı projesi sorumlusu Tuğba. Ve o Tuğba aniden çığlık atıyor: "Kara Çaylaklar, sağda Kara Çaylaklar!" Otobüs duruyor, teleskop kuruluyor, dürbünler çıkarılıyor ve biz teker teker havada süzülen kuşları inceliyoruz. Dürbün onları o kadar yakına getirince içinize değişik bir kuş sevgisi düşüyor. O zaman anlıyorsunuz ki siz de biraz zorlarsanız kuş delisi olabilirsiniz... Çok zor bir şey değil!

Şehre girer girmez Antakya insanı sarıp sarmalıyor, değişik bir havası var. Ve müthiş bir otelde kalıyoruz: Antik Beyazıt. Bir zamanlar Hükümet Konağı’ymış! Her türlü övgüyü hak ediyor. Antakya’nın çarşısı, kadayıfçıları, peynircileri, humusçuları, baklacıları müthiş. Kirece yatırılmış kabak tatlısının tadı keşfedilmeli. Trabzon hurmasına benzeyen hurmaları tam olgunlaşmamışken elma gibi yeniyor ama çok lezzetli. Bir de dinlerin halvet yeri. Ortodoks, Katolik, Protestan kilisesi, camisi, sinagogu hepsi içiçe, birarada barış içinde yaşıyor. Ve tabii o muhteşem Mozaik Müzesi.

FARKLI VE MUHTEŞEM GEZİLER İÇİN

Doğa Turizm, meraklılarını Anadolu coğrafyası ve doğasıyla kucaklaştırmak isteyen bir tur operatörü. Kuruluş nedeni, Türkiye doğasının korunmasına katkıda bulunmak. Bu nedenle Türkiye doğasının önde gelen koruyucularından Doğa Derneği’nin iş ortağı olarak kurulmuş. Geçen ay başlayan turlar Doğa Derneği’nin çalışma alanları olan Türkiye’nin 305 önemli doğa alanında gerçekleştirilecek. Günübirlik turları, Beypazarı, Kapadokya-Ihlara Vadisi turları da var. Önümüzdeki Kurban Bayramı tatilinde de iki büyük gezi var. Biri bu anlattığımın tekrarı, diğeri Kış Güneşi, İzmir’de Gediz Deltası’ndan başlıyor, Antalya kanyonlarında son buluyor. Bu gezi güzeldi, bundan sonrakiler de çok güzel olacak, çok! (www.dogaturkiye.com, 0312 437 01 49- 448 05 37 bilgi@dogaturkiye.com)
False