Trenle Hindistan’ın kalbine yolculuk
Yeni Delhi’de Cuma Camisi yakınlarında üç tekerlekli bisikletin yolcu koltuğundayım. Delirtici bir trafik, susmayan kornalar... Egzoz dumanı ve hava kirliliğinden ağzımdaki maske kararmış. Yarım saattir aynı yerde duruyoruz. Bisikleti süren Rişa’ya “Ne zaman açılır” diye soruyorum. Can havliyle bir ses çıkarıyor sadece. Bu hayattan vazgeçmiş, bir an önce reenkarne olmak istiyor. Allahtan hızımız saatte 1 km. Biraz etrafı seyredeyim bari... Kaldırım insan seli; Sih, Parsi, Afgan, ne ararsan var.
Yanımda kapış kapış giden sokak yemeklerine bakıyorum. Acayip açım. Geçmişte karınca yumurtası, solucan, çekirge yemiş biriyim. Bisikletten başımı uzatıp seyyar satıcıların arabalarında göz gezdiriyorum. Hint polisinin “Oğlunuzun küllerini Delhi Krematoryumu’ndan teslim alabilirsiniz” diye annemi aradığı sahne beliriyor gözümün önünde. Ne güzel bırakmıştım ama yine sigaraya mı başlasam? Rişa’yı boğup çilesine son mu versem? Bunları düşünürken o ünlü mantranın ne kadar mantıklı bir şey olduğu dank ediyor. “Omm omm” diye rahatlamaya çalışırken nihayet son durağımız Cuma Camisi görünüyor. Önümdeki arabanın arkası yeşil, beyaz, kırmızıya boyanmış; canım İtalya’nın renklerine... Gözlerimi kapatıp kendimi Ravello’da, Positano’da hayal ediyorum. Sahi mesela İtalya varken, bir insanın en sevdiği yer nasıl Hindistan olur? Trenle Hindistan’ın kalbine girdim ve bu sorunun cevabını aradım. İstanbul-Mumbai uçuşuyla başlayalım.
Uçan halıda Sinbad gibi bir yolculuk için koltuğu uçağın sağ tarafında ayırın. Erbil’in, Süleymaniye’nin cayır cayır petrol kuyularını, Necef’i, Bağdat’ı, Kuveyt’i, Doha’yı, Dubai’yi, Abu Dabi’yi seyredin. Her şehirde kalbiniz kıpır kıpır olacak, çok garip hayallere dalacaksınız. Hint Okyanusu’na gelince tatlı bir uyku çekebilirsiniz.
Bombay nasıl Mumbai oldu?
Sabah 06.00 ve Mumbai’nin her yerinden insan fışkırıyor. 2040’ta bir buçuk milyarı aşarak Çin’i geçecek Hindistan’ın en kalabalık kenti. Nüfusu 20 milyon. Kültür ve eğlencenin merkezi. Bollywood adını Hollywood ile Bombay’ın karışımından alıyor. Bombay buranın eski adı. Toz toprak, güneşin loş sarısıyla birleşerek İngilizlerden kalma gotik binalara dokunuyor. İnsanlar banyan ağaçlarının gövdelerine yaslanıyor. Şehrin orta yerindeki parkta devasa bir kriket sahası var. Rehber “Biz İngilizlerle dargın ayrılmadık, onları seviyoruz” diyor.
Bir hafta boyunca Fest Travel’a ayrılmış özel Hindistan treninde kaldık. Şık, keyifli bir tren. Her gün bavul taşımaya, restoran aramaya da gerek kalmıyor. Her odaya bakan bir görevli var. Benimki dünyanın en sevimli insanı Krişna’ydı. Bir gün sürpriz olsun diye havludan maymun yapıp odama asmış.
Gül yağmuru ve Hint asaleti
Ertesi sabah trene binip Gucerat’ın açık hava camilerini geziyoruz. Duvarlarda yeşil papağanlar uçuşuyor. Kumtaşının sarısı, bahçedeki havuzlar, ağaçlar, begonvil içimi ferahlatıyor. Hintliler huzur bulmaya cami bahçelerine gelirmiş. Ülkenin yüzde 80’i Hindu ama camileri el üstünde tutarlarmış. Bir zamanlar kralların yaşadığı Lakş- mi Vilas Sarayı’nda balkondan atılan güllerle karşılandık. Bir yere gül yağmuruyla girmek inanılmaz bir his! Ne yapın edin bunu yaşayın. Sarayda efsanevi ressam Raja Ravi Varma’nın resimleri de var. Hintliler en güzel kadınlara “Ravi Varma’nın fırçasından çıkmış gibi” dermiş. Sırada Racastan var. Udaypur racaları, yani kralları Türk-Hint imparatorlarından uzak olmak için bir gölün kenarına yerleşmiş. 1947’de Hindistan kurulurken devlet bazı maharacaların aile servetine dokunmamış. İş bilmeyenler iflas etmiş, casino’larda, jet set hayatlarda mirasını tüketmiş. Akıllı olanlarsa saraylarını burası gibi otele dönüştürmüş.
Mavi şehirden pembe şehre yolculuk
Çitor Kalesi’yle, Fateh Prakaj Sarayı’yla Udaypur, Monte Carlo’yu andırıyor. Saraydaki fotoğraflara bakıyorum. Maharacanın faytonunu zebralar çekiyor, gerisini siz hayal edin! Hintlilerin bu göz kamaştırıcı kültürden sıkılıp Belek’te düğün yapmaları çok ilginç. Antalya Havaalanı’ndan fille karşılasak yeridir.
Ölene kadar unutulmayacaklar listesi
Mihrangargh Kalesi eteklerinde şarap içerken, güneşin mavi şehir Codpur’da batışını izlemek ‘ölene kadar unutulmayacaklar’ listemde yerini alıyor. Sonra pembe şehir Caypur’da enfes kaşmir ve ipek alışverişi yapıyoruz. Satıcılar acayip cool. “Richard Gere geçen ay bundan bin tane aldı” diyor biri. Aynı satıcı ısrarla “Gerçek kaşmir paşmina değil mi bu?” diye soran müşteriye “Evet madam, kaşmir paşminanın ne olduğunu biliyorum, hayatım boyunca Keşmir’de yaşadım” demesi de çok şıktı. Bariz yalandı ama cuk oturdu.
Alışverişten sonra Caygarh Kalesi’ne çıkıyoruz. Duvarlarında bir gedik bile açılamamış kartal yuvasına. Eskiden burada feodal toprak ağası racputlar yani Hint şövalyeleri yaşarmış. Bu kalelerdeki askeri izleri hissediyorsunuz ama tatlı hayatı da... Misafir ağırladıkları şadırvanın duvarlarına bambu çubuklar döşemişler. Çubuklardan su ve parfüm sıkar, kokuyu yelpazelerle etrafa yayarlarmış. Belli ki Doğu’nun ‘dolce vita’sı akıllara zararmış.
Yüzde kaç görürüz bu kaplanı?
Gökyüzünden dünyaya dönüp Rantambor Ulusal Parkı’na gidiyoruz. Belgesellerde göreceğiniz vahşi bir orman. Geyikler, yabandomuzları, papağanlar, maymunlar, hepsi bir arada. Kaplan gelirse birbirlerini uyarıyorlarmış. Zaten parkın tek gündemi meşhur Bengal kaplanı. Hintli rehbere soruyorum: “Yüzde kaç görürüz?” “50” diyor. Tabii Türkleri inandırabilirse... Bir yerde kaplanın ayak izini tespit ediyor: “Burada yatmış, biraz önce buradaymış” diyor. Arkadan bir ses: “Ne yatacak ya yolun ortasında!” Adam tüm iyi niyetiyle bize kaplan arıyor ama gruptaki her Türk zoolog kesiliyor! “Asla göremeyiz, para tuzağı bu” diye bildiğimiz teoriler havada uçuşurken sonunda kaplan görünüyor. Biraz ilerde su kenarında uyuyor. “Gel pisi pisi” diye bağırıyorum, tepki yok. Demek ki bu, kedilerin kentleşme sonrası benimsedikleri bir hitap şekli. Başta rehbere inanmayanlar olarak ona bahşiş vermek istiyoruz. Ön sırada oturan bir hanım hafif kınayan bakışlarla: “Sakın vermeyin” diyor, “Faruk Bey kızar. Kara listeye alır sizi”.
Tur liderimiz Faruk Pekin gezginlerin kafasına göre bahşiş vermesine karşıymış. “Merak etmeyin, biz hepsine veriyoruz, dengeyi bozmayın” diyormuş özetle. Bu disipline şapka çıkarmaktan başka bir şey yapamıyorum. Kara listeye girmeye niyetim yok. Rehberden köşe bucak kaçıyoruz çaresiz. ‘Black list’ filan diye açıklasam iyice tuhaf olacak. Parktaki en tatlı an ise bir grup erkekle verdiğimiz ihtiyaç molası. Timsahlara, antiloplara, engin göl manzarasına bakarak tuvalet konusunda bir eşik atlıyoruz. Cipe dönerken, yanımdaki eski tüfek rock’çı beyefendi “Timsahları kaçırdık” diyor gururla. Doğayla bu tür bir tansiyon yaşamak aklımın ucundan geçmezdi doğrusu. İngiliz şair ve ressam Edward Lear insanları iki sınıfa ayırırmış: “Tac Mahal’i görenler ve görmeyenler”. Haklı olabilir. Beyaz mermerin, mimarisinin asaleti ve dokunaklı hikâyesiyle dünyanın en etkileyici birkaç yapısından biri. Babür’ün yani Türk-Hint İmparatorluğu’nun Altın Çağı... Mümtaz Mahal, Şah Cihan’ın gözdesi, büyük aşkı. Savaşlarda bile yanında, çadırında kalıyor. Ona 14 çocuk veriyor. 1631’de bir doğum sırasında ölüyor. Rivayete göre Şah Cihan’a ölüm döşeğinde “Beni ve aşkımızı hiç unutma” diyor. Cihan da onun anısına Tac Mahal’i dikiyor. Hindistan, masalla gerçeğin ayırt edilemediği bir yer gerçekten...
Yeni Delhi’de final
Ve turun sonuna geldik. Gandi Anıtı ve Hindistan Kapısı’nı görüyor ve yazının başındaki Cami Mescit’te üç tekerlekli bisiklete biniyorum. Şimdi o soruya dönelim...Bunca yoksulluğa, zorluğa rağmen ben de Hindistan’a âşık oldum mu? Yazı mutlu sonla bitsin diye size yalan söylemeyeceğim. Kendi ülkemde onca sorun varken tatilde üzülecek ekstra şeylerle karşılaşmak ister miyim, emin değilim. Seçim yapmam gerekirse muhtemelen oyumu İtalya’ya veririm. Fakat ruhsuz da değilim. Buradaki olayın büyüklüğünü, derinliğini görmemek için kör olmak gerek. En sevdiği ülke Hindistan olan turizm gurusu Faruk Pekin bize gönderdiği mektupta şöyle yazmış: “Hindistan çok özel bir yer. Onu yargılamak yerine, anlamaya çalışın.” Festivalleri, dinleri, şarkıları, dansları, rengarenk giysileri, büyük yoksulluğun içinde gözlerinizi yakalayan sonsuz tebessümleriyle Hindistan insanlığın yarattığı çok büyük bir patlama. Hazır olduğunuzda sizi bekliyor olacak.
Hintliler uzayda
Caypur’un orta yerinde akıllara zarar bir yer var; Cantar Mantar... Caypur’un astronomiye meraklı maharacası şehrin ortasındaki açık alana dev astronomi ve astroloji haritaları yaptırmış. O zaman için uzay üssü gibi bir yerdi muhtemelen. Hintlilerin uzay merakı bitti sanmayın. 100 milyar dolarlık bir proje yürütüyorlar. 2021’de biri kadın üç Hintli astronot uzaya çıkacak.