Trans-Sibirya Ekspresi’yle Baykal’ın aynasında
Şamanların, efsanelerin gölü Baykal, Rusya’nın Sibirya bölgesinde 600 kilometre uzunluğundaki bir doğa anıtı. Yüksek dağların arasındaki yeryüzünün en büyük tatlısu kaynağı nisan sonuna kadar buzla kaplı. Temmuz, ağustosta doğa canlanıyor; kıyıları cennete dönüşüyor. Trans-Sibirya Demiryolu’nun en güzel manzaraları gölün güney kıyısındaki 250 kilometrelik rotada.
Trans-Sibirya Demiryo-lu’ndaki tren yolculuğumuzun 8’inci gününde vardık Baykal’ın kıyısına. Brezilya, Avustralya, Almanya, Hollanda, ABD, Fransa ve Türkiye’den 172 yolcuyduk. Yola çıktığımız Moskova’dan 5200, seferi sonlandıracağımız Pekin’den 2400 kilometre uzaktaydık. Kazan’ın Kremlin’inden Volga’yı seyretmiş, Novosibirsk’te Ob Nehri’ni aşmış ve kent çıkışındaki ormanlar içindeki küçük köylerin ahşap evlerine hayran kalmıştık. Krasnoyarsk’ta 5539 kilometrelik görkemli Yenisey Nehri’nde tekne turuna çıkmış, 10 rublelik banknotlarda fotoğrafı bulunan köprünün altından geçmiştik. Yol boyunca pek çok göl, akarsu görmüştük. Önümüzde Moğolistan’ın ırmakları, yemyeşil ovaları, Gobi Çölü, Çin’in imparatorlar vadisi vardı. Buna karşın hepimiz biliyorduk ki Baykal farklıydı. Gezimizin zirvesiydi...
UNESCO DÜNYA MİRASI LİSTESİ’NDE
Ağustos sonunda, sıcaklığın 30 dereceye yaklaştığı bir cumartesiydi. Masmavi gökyüzünde tek bulut yoktu. Önceki akşam İrkutsk’ta trenden inmiş, Angara Nehri’nin karşı kıyısındaki bir otelde gecelemiştik. Sabah nehrin dağları yararak Baykal’dan çıktığı vadiyi izleyerek 1,5 saatte göle ulaştık. Otobüsümüz sedir ormanları içinden geçen kaymak gibi asfalt yolda tepelerden inip çıkarken bizler de rehberimiz Ludmila Şevelyova’nın anlattığı Baykal mucizelerini dinliyorduk: Damıtılmış kadar arı tatlı suyu, yeryüzündeki tatlı su kaynaklarının yüzde 20’sini barındıran hacmi, kışın kuzey rüzgârıyla 5 metreyi bulan dalgaları, Vladimir Putin’in batiskafla daldığı 1642 metrelik çukuru, başta tatlı su fokları olmak üzere yüzde 80’i endemik 1550 hayvan çeşidi, 1085 tür bitkisi... Gölü 1996’da UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne taşıyan bu özellikleriydi...
Angara’nın Baykal’dan çıktığı noktaya geldiğimizde hepimiz çok heyecanlanmış, otobüsü durdurup kendimizi kıyıya atmıştık. Mesaj yazıp bir şişeye koysak, suya atsak 1779 kilometre sonra Yenisey’e, yaklaşık 4 bin kilometre sonra da Kuzey Buz Denizi’ne ulaşabilirdi... 50 civarında dere ve ırmakla beslenen Baykal’ın sularını dışarı taşıyan tek akarsuyu hayranlıkla seyredip, genişliği bir kilometreyi aşan nehrin ağzındaki meşhur Şaman kayasının fotoğraflarını çekmiştik. Üstünde ayin yapan Şamanlar olmasa da çıplak kayanın görünümü ilgi çekiciydi. Kayanın ardında, karşı kıyıdaki Baykal Limanı’nda bizi bekleyen trenimizi görüyorduk...
Irmağın ağzından 3,5 kilometre uzaklıktaki Listvyanka köyü en hareketli günlerinden birini yaşıyordu. Sahili yüzmeye, güneşlenmeye gelen İrkutsklularla doluydu. Kıyı boyunca yürüdükten sonra öğle yemeğine oturmuş, ardından ahşap ürünler, sedir ağacı fıstığı, tütsülenmiş balık satılan pazarından alışveriş yapmıştık. Ben tahta tokmağı kıyısına sürtülünce hipnotik sesler çıkaran metal “şarkı söyleyen” Şaman kâsesi ve dişler arasına sıkıştırılıp çalınan Şaman arpı almıştım.
VE TREN GİDİYOR
Listvyanka’dan bindiğimiz vapur 20 dakika sonra bizi gölün doğu yakasındaki Baykal Limanı’na ulaştırdığında ilk dikkatimi çeken üstünde bonsai benzeri ağaçların bulunduğu küçük adacıklardı. Her biri en fazla 15-20 metrekarelik kaya parçalarının üstü çimle kaplanmıştı. Bunlara da Şaman Adacıkları ismi takılmıştı, karşı kıyıdan bu kayalara turlar düzenleniyordu. Oysa Şamanların ritüel yaptığı, ağaçlara ve dağlara şükranlarını sunduğu adalar gölün 300 kilometre kuzeyinde, orta bölgesindeydi.
İstasyonda iki Trans-Sibirya Ekspresi bekliyordu: Moskova’dan bizimle aynı gün ayrılan, Vla-divostok’a kadar gidecek GW Travel’ın Altın Kartal’ı ve bizim trenimiz. Önce Altın Kartal hareket etti, ardından biz. Göl kıyısını çevreleyen demiryolunda dizel lokomotifler hizmet veriyordu. Makinistlerin 5 euro bahşiş karşılığı lokomotiften fotoğraf çekmeye izin verdiğini öğrenince hemen makinelerimi kapıp, herkesten önce kendime güzel bir yer seçtim. Makiniste 300 ruble (10 TL) bahşişi peşinen verdim. Çok mutlu oldu. Bana cep telefonundan, tarihi buharlı lokomotiflerle çekilmiş bir fotoğrafını gösterdi gururla. “Ben bu trenin makinistiydim” dedi işaret diliyle...
7 bin beygirlik lokomotif, gök gürültüsünü andıran bir sesle çalışmaya başladı. Sirenin ardından 20 vagon sarsılarak hareket etti. İrkutsk Bölgesi’nden Buryat Cumhuriyeti’ne uzanan demiryolu, 250 kilometre göl kıyısından gittikten sonra içeri girip güneye dönüyordu.
Kulağım sese alışınca rahatladım. Tek hatlı, tahta traversli demiryolu gölden yaklaşık 20 metre yüksekten kıyıyı takip ediyordu. Baykal’ın serinliği yüzüme çarpıyor, raylara bitişik toprak yolda yürüyenler, küçük koylarda yüzenler lokomotifin üstündekilere coşkuyla el sallıyordu.
KRİSTAL GÖL ZÜMRÜT TEPELER
Birkaç dakika içinde küçük yerleşim yerinden çıktık. Yüksek tepelerden kıyıya kadar inen sedir, çam ormanlarına girdik. Görkemli ağaçların yüksekliği 20 metreyi aşıyordu. Makinist lokomotiftekilerin güvenliği için hızlanmamıştı. Bisiklet süratiyle gidiyorduk. Manzarayı içimize sindirmek için bundan güzel fırsat olamazdı. Moskova’dan bu yana akarsuların sesini doyasıya duymak, orman kokusunu hissetmek mümkün olmamıştı. Kabinlerde açılan pencere yoktu. Sadece mutfak bitişiğindeki kapılar yol boyunca açık tutuluyordu. Ben de her fırsatta bu kapıya koşup, yemek kokuları arasında doğayı gözlemiştim. Trenin onca gürültüsüne rağmen ağustosböceklerini dinlemiştim. Şimdi ilk kez özgürce doğanın kokusunu içime çekiyor, kulağımın dibindeki gürültüye karşın ağustos böceklerini duyabiliyordum. Geçen yaz ilk kez Uludağ’da gördüğüm güzelim çayır gülleri tren yolu boyunca geniş öbekler oluşturmuştu. Gölün laciverdi, dağın yeşili arasında pembe bir şerit akıp gidiyordu.
Baykal’ın suyu kristal berraklığındaydı. Derelerin ağızlarında turkuvaz rengini alıyordu. Tren serin tünellere girip çıkarak ilerlerken, yol boyunca sırt çantasıyla yürüyenlere rastlıyorduk. Yerel trenden inmiş, kamplara gidiyorlardı. Demiryoluyla göl arasındaki manzaralı tepeciklerden bazılarına ikişer çadırlık alanlar açılmış, ahşap masalar yerleştirilmişti. Zemindeki betondan istasyon olduğunu anladığımız alanların yakınına bungalovlu kamplar kurulmuştu. Göl kıyısında çok az yapı vardı. Hepsi ahşaptan, yerel mimariye uygun yapılmıştı.
Baykal’ı çevreleyen 110 küçük yerleşimi birbirine bağlayan, 120 bin nüfusun kullandığı demiryolunun yapımı yıllarca sürmüş, 50’ye yakın tünel açılmış, bu arada onlarca işçi hayatını kaybetmişti. İsimsiz kahramanların sayesinde yaşıyorduk bu güzelliği...
Trenimiz yüksek dağların eteğinde bir tırtıl gibi ilerliyordu. Lokomotif yeni bir koya girerken, son vagonlar kimi zaman iki koy arkada kalıyordu. Lokomotifin korkuluklarına tırmanıp panoramik fotoğraf çekmekti tek amacım. Bir inip bir çıkıyor, tünelleri kollarken pek çok ayrıntıyı kaçırıp bir yandan bunların yasını tutuyordum. Bir ara gözüm yanıbaşımdaki St. Petersburglu, Portekizce rehberi Olga’ya takıldı. Genç kız hipnotize olmuş gibiydi. Kollarını göle doğru uzatmış, sanki sevgilisini kucaklıyordu. Dudaklarında geniş bir tebessüm, gözlerinde müthiş bir mutluluk vardı. Kızıl saçları rüzgârda uçuşuyor, o hiç kıpırdamıyordu. Lokomotifteki diğer yolcuların durumu da ondan farklı sayılmazdı. Hepsinin yüzüne mucizeye tanıklık edermişçesine sevinç, hayret karışımı bir ifade yerleşmişti. Başımı kaldırıp gökyüzüne, dağlara baktım. Akşamın sarımsı ışığında dik tepelerdeki sedir ormanları daha da çekici bir hal almıştı. O sırada üstümden iki büyük kelebek birbirine kur yaparcasına geçti. Trenin gürültüsüne aldırmayıp birkaç saniye yanımızda uçtular. İşte o sırada tuhaf bir şekilde yaşadığım ânın gerçekliğinden koptuğumu hissettim. Sanki bir film sahnesine, belki de bir rüyaya sürüklenivermiştim.
BUZ GİBİ SUYA DALANA ALKIŞ
Tren 20’şer dakika arayla duruyor, lokomotifteki yolcular değişiyordu. Bahşişleri tahsil eden şef kondüktör Aleksey’di. Üçüncü turdan sonra lokomotifte yalnız kaldım. Uzunca bir tünelden geçen tren küçük, tablo gibi bir koyda durdu. Vagon basamakları açıldı, portatif merdivenler yerleştirildi, yolcular indi. Baykal Limanı’ndan kuş uçuşu 30 kilometre uzaklıkta, isimsiz küçük bir köyün yanı başındaydık. Tren hattının arkasında zümrüt yeşili bir sazlık, göle bağlanan bir dere ağzı, genişçe bir demiryolu köprüsünün ardında yüksek dağlar vardı. Tren 2,5 saat burada duracak, günbatımında piknik yapılacaktı. İsteyen gölde yüzecekti. Mayomu giyip sahile koştum. Brezilyalı grubun çığlıkları, kahkahaları yankılanıyordu kıyıda. Suya girenin ardından yüksek sesle sayıp, en uzun kalanı alkışlıyorlardı. Göle dalan kendini aynı hızla dışarı atıyordu. 12 derece sıcaklıktaki suda uzun süre kalmak pek mümkün değildi.
Dağıtılan havlulardan alıp, kendime ıssız bir köşe buldum. Şamanların kutsal gölünde yüzmek başlıbaşına bir meditasyondu aslında. Belki soğuğun şokuyla elimde altıncı parmak çıkar, ben de Şamanların arasına katılabilirdim. Ayaklarımın sızlamasına aldırmadan, keskin ve kaygan kayalardan yürüyerek sığ suda ilerledim, diz derinliğine ulaşınca kendimi suya bıraktım. Yüzüm üşüyene kadar birkaç kulaç attım. Yüzme gözlüğümü almayı unutmuştum. Suyun dibinde yeşil bir buluttan başka bir şey göremiyordum. Sırtüstü dönüp derin bir nefes aldım. Bir hayalim daha gerçekleşmişti...
Tüm vücuduma adeta küçük iğneler batırılıyordu. Kaçkarların buzul göllerinden tecrübeliydim. Yüzümü ve ayak parmaklarımı suyun içinde tutmadıkça sorun yoktu. Sırtüstü durduğum sürece güvendeydim. Ormanları, dağları, sahildeki Brezilyalıları seyrettim bir süre. Gürültülerinden rahatsız olunca kulaklarımı suya sokup, bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Suyun dibinde çıt çıkmıyordu. Oysa bu gölde 100 bin fok, onlarca çeşit balık, kabuklu hayvan yaşıyordu. Güneş karşıdaki tepenin ardında kaybolmaya hazırlanırken göl uykuya çekilmiş olmalıydı. Günbatımından önce çıkıp kurulanmakta yarar vardı. Üşümediğim halde çıktım, kurulandım, giyindim. Tam arkamdaki tepeyi güzelleştiren eflatun yaban çiçeklerinin fotoğrafını çekmeye hazırlanırken güneş battı. Ansızın titremeye başladım. Çenem kastanyet gibi birbirine çarpıyor, titreme gittikçe artıyordu.
Köye yürüyüp, ahşap evlerin bahçelerindeki birbirinden güzel çiçeklerin fotoğrafını çektim. Yaşlı bir köylü kadın merakımı görünce evin kapısını açıp davet etti. Sonra çiçeklere ilgimi fark edip beni diğer bahçesine götürdü. Gururla çiçeklerini gösterdi. Övünmekte haklıydı. Daha önce rastlamadığım türde, birbirinden güzel çiçekler yetiştirmişti. Alkışla ifade ettim duygularımı...
AY IŞIĞIYLA DANS
Demiryolunun kıyısına ızgaralar kurulmuş, bir yandan etler pişerken diğer yandan içki servisi yapılıyor, iki Rus müzikçi halk şarkıları çalıyordu. Akordeon ve balalaykacının coşkusu kalabalığı ateşlemiş, kol kola girenler geniş çemberler halinde dansa başlamıştı. Şarabımı, yemeğimi alıp sazlığı seyredebileceğim bir noktaya yerleştim. Suya yansıyan bulutlar eşliğinde alacakaranlığın çökmesini seyrettim, fotoğraf çektim. Sonra trenin arkasına geçip, gölde ayın yükselmesini izledim. Sadece bugünü yaşamak için binlerce kilometre yol yapmaya değerdi. Hatta Parisli seyahat yazarı Sylvain Tesson gibi aylarca Baykal kıyısında yaşanabilirdi. Matthieu Paley’nin geçen yıl İstanbul’da sergilenen büyüleyici fotoğraflarındaki Baykal buzlarını görmek için bile bu maceraya girmeye değerdi.
Tesson, 40’ıncı yaşını kutlamak, umarsız bir hastalığa dönüşen doğa tutkusunu iyileştirmek amacıyla batı kıyısındaki Baykal-Lena Doğa Parkı’nda, en yakın köye altı gün yürüyüş mesafesinde, geçmişte bilimadamlarının kullandığı bir kulübeyi kiralamış, 80 kitabı, iki köpeğiyle tam 6 ayını burada geçirmişti. Dönüşte “Ormanın Tesellisi”ni yazmıştı. Kitabı bu yıl İngiltere ve Fransa’da en çok satanlar listesine girmişti. Benim de böyle bir teselliye ihtiyacım vardı. Doğadan uzakta geçirdiğim 50 yılın tesellisine...
Saat 21.00 civarında tezgâhlar toplandı. Tren hareket etti. İrkutsk Bölgesi’nin son yerleşimi Sludyanka’ya kadar 60, ardından Buryat Cumhuriyeti’ndeki Selenginsk’e kadar 250 kilometre göl kıyısından gideceğimiz uzun bir yol vardı önümüzde. Sonra tren tamamen güneye dönüp Rusya’daki son durağımız Ulan Ude’ye yönelecekti. Sabah gözümüzü yeni bir şehirde açacaktık.
Uyumak için acelem yoktu. Kompartımanımın kapısını kapattım, ışığı söndürdüm. Kulaklığımı taktım. Yol arkadaşım Schubert’i davet ettim pencere kenarına. Sonatlar eşliğinde ayın göl üstünde yükselişini izledim. Kıyıdaki çadırların önündeki ateşler köze dönüşmüştü. Yer sofralarında votka eşliğinde mehtap seyrediliyordu. Kim bilir, belki ezberden Puşkin’in şiirleri okunuyordu. Kimileri ateşböceklerini çağrıştıran tepe lambalarıyla kumsallarda yürüyüşe çıkmıştı. Bu görkemli doğa olayı göl kıyısındaki çadırlarda, kamplarda bir ayin gibi sükûnet içinde izleniyordu...
ZAMANIN ÖTESİNE GEÇİŞ
Ertesi akşam yılın en güzel dolunayı yaşanacaktı. Geçen yıl Uludağ zirvesindeki gece yürüyüşünde seyretmiştim ağustos dolunayını, bu kez Baykal kıyısındaydım. Bu özel gün için evrene şükranlarımı sunmam gerekirdi. O anda aklıma “şarkı söyleyen” Şaman çanağı geldi. Çantadan çıkarıp, tahta tokmağı çevresinde dolaştırdım. Beşinci turdan sonra odayı derinden gelen meditatif bir ses doldurdu, tokmak döndükçe arttı. Bir kez daha ânın gerçekliğinden koptuğumu hissettim. Mehtabın göl üstüne serdiği gümüşi yolda yürüyüşe çıkmıştım. Uzaklara, karşımdaki laciverdin derinlerine doğru...
Hayat da böyle bir şey değil miydi zaten? Rüyalar ve gerçekler, yaşam ve ölüm arasında...
(Bu yolculuk EURASIA Trains ve Cruisera sponsorluğunda yapılmıştır)
Tütsülenmiş balık deyince
350 yıllık balıkçı köyü Listvyanka, Baykal’ın güney uçunda, Angara’nın doğduğu bölgede. İrkutsk merkezinden gemiyle 80, otobüsle 100 dakikada ulaşılıyor. Köy, 19’uncu yüzyıldan kalma ahşap kilisesiyle ve tütsülenmiş balıklarıyla meşhur. Balıkçılar evlerinin önüne kurdukları fırınlarda kefale benzeyen balıkları taze taze tütsüleyip satıyor. Hafta sonunda yüzmeye gelenler, göl kıyısındaki piknik sofralarında iştahla bu balıkları yiyor. Sahildeki büyük kazanlarda su ürünlerinden pilavlar, ızgaralarda et ve balıklar pişiriliyor. Tütsülenmiş balıklara ilgi duyanlar için ilginç bir gözlem alanı Listvyanka. Pazarında gölün farklı balıkları tütsülenmiş olarak satılıyor. Satıcılar tadım yaptırıyor, Rusça çevirmeniniz varsa bilgi veriyor. Köyün girişindeki Gölbilim Müzesi, Rusya’nın alanındaki en önemli kurumu. Foklardan martılara, adalardan taş dokusuna Baykal’la ilgili tüm bilgileri bu müzede bulmak mümkün. Köyün gelişmesini sağlayan iki büyük gemi şirketi yolcu taşımacılığının yanı sıra gölde hidrobüs, hoovercraft ve teknelerle turlar düzenliyor. Köyün arkasındaki tepede, kamuya açık bir uzay gözlem istasyonu bulunuyor.
Trenle boydan boya
Moskova’yı 9 bin kilometre ötede, Pasifik Okyanusu kıyısındaki Vladivostok’a bağlayan Trans- Sibirya tren hattı 100’üncü yaşını kutlamaya hazırlanıyor. Büyüleyici nehir, göl, orman, çöl manzaralarından geçen, 87 şehri birbirine bağlayan hatta yataklı yolcu ekspreslerinin yanı sıra 1976’dan bu yana özel turistik trenler sefer yapıyor.
Yataklı özel trenle Sibirya’yı batıdan doğuya geçmek, kruvaziyerle okyanusta seyahate çıkmaya benziyor. Her gün yeni bir şehir, farklı diller, kültürler... Her gün bir şehir turu, müzeler, tarihi yerler, restoranlar... Akşam tren yoldayken restoranda yemek, barda sohbet, eğlence, piyanist eşliğinde Rusça şarkı kursları, konferans vagonlarında Rusça temel dil dersi, bölgeyle ilgili söyleşiler... Arada iki fark var: Geminin aksine trende odanızın penceresindeki görüntü her an değişiyor; orman, nehir, gölleri ekin tarlaları, köyleri şehirler, dağları çöller izliyor. Ve trenlerde henüz SPA, kumarhane yok...
Her tren birden fazla restoran, bir bar vagonu olmak üzere 12-20 vagondan oluşuyor. Farklı kategorilerdeki kabinlerde 150-300 arasında yolcu taşıyor. Özel trenlerle yıl boyunca doğu ve batı yönünde düzenlenen toplam sefer sayısı 20 civarında. Katılanların sayısı ise 3 bini aşmıyor. Türkiye’den yılda 50-60 kişi bu yolculuğa çıkıyor. En popüler aylar temmuz, ağustos.
Trans-Sibirya Demiryolu kül-tür turizmi kategorisinde değerlendiriliyor. Yolcular orta ve üstü yaş, gelir grubundan. Maliyetlerin, fiyatların yükselmesi son yıllarda entelektüelleri azaltırken, macera arayan yeni zenginlerin sayısını yükseltti. Bu arada yaş ortalaması da düşmeye başladı.
11 MİLYAR DOLARA HAT YENİLENİYOR
Trans-Sibirya öncelikle yük taşımacığı için yapılmış bir demiryolu. Geçmişte karayoluyla erişilemeyen bölgelerdeki petrolü, değerli madenleri, kömürü, orman ürünlerini batıya taşıyor. Japonya ve Çin’den Avrupa’ya yapılan konteyner taşımacılığında da zaman açısından gemilerin en büyük rakibi. 100’er vagonlu katarlar Asya ile Avrupa arasında mekik dokuyor. 85 bin kilometreyi bulan ağıyla bir demiryolu cenneti olan Rusya, can damarını açık tutmak için elinden geleni yapıyor. Demiryolu boyunca kışın zemini ısıtan mavi borular, ısıtma istasyonları, bakım üniteleri dikkat çekiyor.
Trans-Sibirya Demiryolu’nda elektrikli lokomotifler sefer yapıyor. 8 bin beygir gücündeki tek lokomotife takılan 20 vagonluk yolcu trenleri, ray aralarındaki boşlukların da kapatılması sayesinde sessiz, çoğunlukla sarsıntısız ilerliyor. Yük ve yolcu vagonlarının üstünde “120 kilometre” yazsa da hatta ortalama seyahat sürati saatte 60-80 kilometre arasında. Pekin ve Vladivostok’u Hamburg’a bağlayan demiryolunun yenilenmesi için 11 milyar dolar ayıran Rusya üç yıldır çalışmalarını sürdürüyor. Amaç yük katarlarının hızını artırıp, yolculuk süresini yedi günün altına indirmek. Ağustos sonunda Moskova-Ulan Ude arasında yolculuk yaparken, yol boyunca onarım trenlerine, kırmızı fosforlu ceketli demiryolu çalışanlarına rastladık. Traversleri değiştiriyor, ölçüm yapıyorlardı. Ara istasyonlardaki bekleme hatları hariç neredeyse tüm ahşap traversler betonlarıyla değiştirilmişti. Bu çaba sayesinde Tataristan’da en fazla 70-80 kilometre hızla seyreden trenimiz, İrkutsk civarında 120 kilometreye kadar ulaştı. Gündüzleri yolcuların tren içinde rahat hareketini, çevreyi rahatça gözlemlemelerini sağlamak için düşük hızla hareket ederken, geceleri süratini yükseltiyordu.
1976’DA DÜNYA TURİZMİNE AÇILDI
Trans-Sibirya Demiryolu 1976’da dünya turizmine açıldı. Buna vesile olan, ilk seferleri düzenleyen kişi Nostaljik Orient Ekspresi’nin yaratıcısı, Pullman Club’ın kurucusu, İsviçreli turizmci Albert Glatt. “Yeni hatlar ararken aklımıza SSCB geldi, resmi turizm acentesi Intourist’le bağlantı kurduk, demiryolları yetkilileriyle görüştük. Batılılara SSCB’yi tanıtacak Dostluk Treni projesi onların da ilgisini çekti” diyor 80 yaşındaki Glatt. Restoran ve bar vagonları yenilenmiş prestij trenleriyle 1978’de başlayan Trans-Sibirya özel seferleri yılda bir kez, yaz aylarında düzenlendi önceleri. Tren Moskova’dan yola çıkıyor, sadece Novosibirsk ve İrkutsk’ta günlük turlar için duruyordu. Sefer 8900 kilometre sonra, Çin sınırına yakın Habarovsk’ta sona eriyor, yolcular uçakla Moskova’ya dönüyordu. Diğer şehirler yabancılara kapalıydı.
Glatt’ın o günlerdeki genç Almanca rehberi, bugün Trans-Sibirya Demiryolu’nda özel tren seferleri düzenleyen üç büyük firmadan EURASIA Trains’in sahibi Helmut Mochel, durakların, rotanın zamanla değiştiğini söylüyor. “Ruslar başlangıçta bize beklemediğimiz kadar destek oldu. Trende garson, kondüktör kılığında KGB ajanları tarafından gözlendiğimizi bilirdik, fakat bizi hiç rahatsız etmediler. Hatta onlarla siyasi tartışmalara girerdik. 1979’da Afganistan işgali sırasında birkaç yıl sefer yapmadık. 1987’de Perestroyka döneminde tüm engeller ortadan kalktı. Artık istediğimiz şehirde durabiliyorduk. Önceleri ilk durağımız St. Petersburg’du. Kente ancak yarım gün ayırabiliyorduk. Zamanla rotayı değiştirip ilk durağı Kazan yaptık. Bir gecede ulaşılabilecek, ilginç özellikleri olan şehirlerle yola devam ettik. Rota zenginleştiği halde ne yazık ki servis ve tren kalitesinde engelleri aşmakta zorlanıyoruz. Rus Demiryolları’nın sınırlı sayıda lüks vagonu var, Moskova-St. Peterburg hattında çalıştırılan bu vagonların özel seferlere tahsisi pek kolay olmuyor. Bu da Trans-Sibirya Demiryolu’nun Rusya’da turistik açıdan pek önemsenmediğini gösteriyor.”
Buna karşın Trans-Sibirya Demiryolu gittikçe popülerleşti. Ruslardan kiraladıkları trenlerle 1990’larda Alman firması Lernidee “Çar’ın Altını”, İngiliz GW Travel “Altın Kartal” adlı özel seferlerle piyasaya girdi. Firmaların artmasıyla rota, fiyat seçenekleri de çoğaldı. Pekin, Vladivostok çıkışlı seferlerin yanı sıra bazı firmalar kış turları düzenlemeye başladı.
HALKLA 1000, ÖZEL TRENDE 25 BİN EURO
Bugün Trans-Sibirya Demir-yolu’nda üç farklı rotada yolculuk yapmak mümkün. Moskova’dan başlayan 9258 kilometrelik klasik rota Vladivostok’ta bitiyor. En güzel doğa alanlarının, şehirlerin Ulan Ude’de bittiğini düşünen bazı seyahat firmaları son yıllarda Vladivostok’a gitmek yerine Moğolistan üstünden seferi Beijing’de (Pekin) tamamlamayı seçti. Bazı firmalar ise rotaya St. Petersburg ya da Trans-Mançurya hattını ekliyor.
Trans-Sibirya hattında en ucuz yolculuk imkânını Rusya Demiryolları’nın tarifeli seferleri sunuyor. Günaşırı Moskova’dan kalkan iki Vladivostok ekspresinde, dört kişilik lüks kabinlerde ağustos ayında yolculuk ücreti, biletler önceden alındığında 2200, hareket günü 2800 TL. 7 günlük yolculuğun biletleri kışın daha ucuz. Moskova-Beijing hattında ise 3 bin TL civarında. Fakat bu trenlerde şehirleri 15-30 dakikalık molalarda istasyondan görmek mümkün. Şehirlerarası tarifeli seferlerde ise şehir gezilerinde Kiril alfabesi nedeniyle dil sorunu yaşanıyor.
Rus Demiryolları’nın turizm firması RZD Tour ve üç Avrupalı firma, talebe göre, özel trenlerin yanı sıra tarifeli seferlere özel vagon ekleyerek de tur yapıyor. 15 günlük bu gezilerde şehirlerde 10 saati bulan molalar veriliyor, ücreti fiyata dahil İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca rehberli şehir turları gerçekleştiriliyor. Bu turların fiyatları, yemekler dahil, uçak biletleri hariç 14 - 60 bin TL arasında. Üç firmanın Türkiye temsilcileri Fest Travel (GT Travel), Cruisera (EURASIA Trains) ve Antonina (Lernidee) gezilerde Türkçe rehber desteği sağlıyor.
SIKILMAK MÜMKÜN DEĞİL
Trans-Sibirya seferlerine tren yolculuklarını sevenler, yıllarca hayalini kuranlar katılıyor. Çoğunluk memnun ayrılıyor. Örnek vermek gerekirse Moskova-Pekin arasında 14 günde 7200 kilometre yolculuk yaptığım İngilizce rehberli gruptaki 14 kişi ABD, İngiltere, Avustralya’dan gelmişti. Hepsi, uzun zamandır bu yolculuğun hayalini kuruyordu. Gördükleri onları şaşırtmıştı. Turu mutlu tamamladıklarını söylüyorlardı. Londra’dan trenle Moskova’ya gelen bir doktor çift, Trans-Sibirya yolculuğundan sonra Pekin’den Tokyo’ya uçup, iki hafta da Japonya’yı trenle keşfetmeye ayırmıştı...
İnşası İstanbul-Selanik hattıyla aynı dönemde başladı
II. Abdülhamid’in onayıyla İs-tanbul’u Selanik’e bağlayacak demiryolu inşaatının başlattığı yıl Rusya’da geleceğin çarı Nikolay, Trans-Sibirya Demiryolu’nun temelini atmıştı. Moskova’dan güneye inip, Sibirya’yı doğu ucuna kadar geçecek, Çin’in yanı başındaki liman şehri Vladivostok’a bağlanacak hattın maliyeti o kadar yüksekti ki imparatorluk tek başına altından kalkamamış, zengin işadamlarından, halktan destek almıştı. Hattın tamamlanması 35 yıl sürdü, aşamalar halinde hizmete açıldı, 1916’da tamamlandı.
Sibirya’nın doğal, yeraltı zenginliklerini dünyaya taşıyan hat önce Rus-Japon savaşında ardından İkinci Dünya Savaşı’nda önemli rol üstlendi. Özellikle son savaşta, Sovyetler Birliği büyük uçak, tank fabrikalarını bölgeye kaydırdı ve tesislerini Nazi saldırılarından korudu. Hat çarlık döneminde ve sonrasında siyasi sürgünlerle özdeşleştirildi. Sovyetler Birliği’nin kurucularından Lenin dahil pek çok muhalif güç merkezi Moskova’dan trene bindirilip, Sibirya’nın ücra köşelerine gönderildi. Bu geleneğin günümüzde de sürdüğü söyleniyor.
Demiryolunun yapım aşamalarını merak ediyorsanız, Novosibirsk’ten geçerken Batı Sibirya Demiryolları Müzesi’ne uğramanız gerekiyor. 13 yıl önce açılan müzenin kapalı bölümünde belgeler, objeler, cihazlar, maketler, fotoğraflarla hattın tarihi anlatılıyor. Müzenin açıkhava bölümünde tarihi lokomotifler, maden araştırma, hat yapımı gibi özel amaçlarla yapılmış trenler sergileniyor.
TRANS-SİBİRYA TURİSTİK TRENLERİNİN MUCİDİ ALBERT GLATT
Meraklıları trenden inmek istemiyor
Havayollarındaki hızlı gelişmeye karşın, tren yolculukları hâlâ önemini koruyor. Treni seven, ülkeleri demiryoluyla keşfetmek isteyen pek çok gezgin var dünyada. 1970’lerin ortasında tren yolculuğunu sevenler için Hol-landa’dan Türkiye’ye Nostaljik Orient Ekspres seferlerini düzenlerdim. 1998’de Paris-Tokyo Orient Ekspress yolculuğunu gerçekleştirdik; 40 gezginle 90 günde iki kıtayı aştık. Trans-Sibirya hattı da öncelikle bir tren yolculuğudur. Treni sevenlere hitap eder. 1976’dan bu yana İsviçre, Hollanda, Almanyalı tren meraklıları için Pullman Club adı altında Trans-Sibirya yolculuklarını düzenliyorum. Yolcuların istirahat etmesi için yol boyunca büyük şehirlerde üç kez mola veriyoruz, lüks otellerde birer gece konaklıyoruz. Pek çok gezgin, fiyata dahil olduğu halde otel yerine trendeki kabinde kalmayı tercih ediyor.
Sibirya
En güzel doğa alanlarının, şehirlerin Ulan Ude’de bittiğini düşünen bazı seyahat firmaları son yıllarda Vladivostok’a gitmek yerine Moğolistan üstünden seferi Beijing’de (Pekin) tamamlamayı seçti. Bazı firmalar ise rotaya St. Petersburg ya da Trans-Mançurya hattını ekliyor.
Trans-Sibirya hattında en ucuz yolculuk imkânını Rusya Demiryolları’nın tarifeli seferleri sunuyor. Günaşırı Moskova’dan kalkan iki Vladivostok ekspresinde, dört kişilik lüks kabinlerde ağustos ayında yolculuk ücreti, biletler önceden alındığında 2200, hareket günü 2800 TL. 7 günlük yolculuğun biletleri kışın daha ucuz. Moskova-Beijing hattında ise 3 bin TL civarında. Fakat bu trenlerde şehirleri 15-30 dakikalık molalarda istasyondan görmek mümkün. Şehirlerarası tarifeli seferlerde ise şehir gezilerinde Kiril alfabesi nedeniyle dil sorunu yaşanıyor.
Rus Demiryolları’nın turizm firması RZD Tour ve üç Avrupalı firma, talebe göre, özel trenlerin yanı sıra tarifeli seferlere özel vagon ekleyerek de tur yapıyor. 15 günlük bu gezilerde şehirlerde 10 saati bulan molalar veriliyor, ücreti fiyata dahil İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca rehberli şehir turları gerçekleştiriliyor. Bu turların fiyatları, yemekler dahil, uçak biletleri hariç 14 - 60 bin TL arasında. Üç firmanın Türkiye temsilcileri Fest Travel (GT Travel), Cruisera (EURASIA Trains) ve Antonina (Lernidee) gezilerde Türkçe rehber desteği sağlıyor.
SIKILMAK MÜMKÜN DEĞİL
Trans-Sibirya seferlerine tren yolculuklarını sevenler, yıllarca hayalini kuranlar katılıyor. Çoğunluk memnun ayrılıyor. Örnek vermek gerekirse Moskova-Pekin arasında 14 günde 7200 kilometre yolculuk yaptığım İngilizce rehberli gruptaki 14 kişi ABD, İngiltere, Avustralya’dan gelmişti. Hepsi, uzun zamandır bu yolculuğun hayalini kuruyordu. Gördükleri onları şaşırtmıştı. Turu mutlu tamamladıklarını söylüyorlardı. Londra’dan trenle Moskova’ya gelen bir doktor çift, Trans-Sibirya yolculuğundan sonra Pekin’den Tokyo’ya uçup, iki hafta da Japonya’yı trenle keşfetmeye ayırmıştı...
Google internette gezdiriyor
15 günlük tren seyahatine çıkacak zamanınız, sabrınız yoksa ya da fiyatlar bütçenizi aşıyorsa ekran başında da Trans-Sibirya yolculuğuna çıkabilirsiniz. Google Rusya, iki yıl önce Rusya Demiryolları’nın işbirliğiyle Sanal Trans-Sibirya Hattı’nı yayına soktu. Web sitesinde bir “tık”la Rusya’nın 12 bölgesinden, 87 şehrinden geçen hatta yolculuğa çıkabilir, 9254 kilometrelik rotada trenden çekilen 150 saatlik görüntüleri izleyebilirsiniz. Görüntüler 26 bölümde yayımlanmış. İstediğiniz şehri, bölgeyi seçip bir ekrandan tren penceresinden akan manzaraları, diğer ekrandan harita üstünde trenin konumunu görebiliyorsunuz. Google yolculuk için işitsel eşlik seçenekleri de oluşturmuş. Şehirleri DJ Yelena Abitayeva üç dakikalık konuşmalarla tanıtıyor. Doğa görüntülerini izlerken tekerlek sesleri size tekdüze geliyorsa, sanal yolculuğunuza Valeri Şerzin’in balalaykası, Rus radyosu eşlik edebilir. Edebiyattan hoşlanıyorsanız Tolstoy’un 1400 sayfalık “Savaş ve Barış”ını, daha kısa bir metin istiyorsanız Gogol’ün ‘Ölü Canlar’ını Rusça dinleyebilirsiniz. Google ekibi filmin çekimlerini 2009 Ağustosu’nda yaptı. Ekspres trenle 6 günde geçilen rotayı sadece gündüz görüntülediler. Çekimler bir ay sürdü. (www.google.ru/intl/ru/landing/transsib/en.html)
Mark’a sorun, size anlatsın
Mark Smith, yıllarını demiryolculuğa vermiş bir İngiliz. Londra Metrosu’nda, İngiliz Demiryolları’nda yöneticilik yapmış. Tatillerinde ailesiyle uzun demiryolu ve gemi yolculuklarına çıkıyor, izlenimlerini web sitesinde yazıyor. 19’uncu yüzyılın ünlü silah tüccarı, Muğlalı Basil Zaharoff’un İstanbul’dan Paris’e giden Orient Ekspresi’nde hep 7’nci vagondan bilet almasından esinlenip sitesinin ismini “61 Numaralı Koltuktaki Adam” koymuş. Trans-Sibirya hattı dahil tüm dünyadaki uzun tren yolculukları hakkında detaylı bilgi yer alıyor “Man in Seat 61”da. Tarifeler, fiyatların yanı sıra yolculuklarda çekilmiş fotoğraflara, tavsiyelere yer veriliyor (www.seat61.com). Rusya Demiryolları’nın web sitesinde tarifeleri İngilizce görebilmek mümkün. (http://eng.rzd.ru)