Filiz YİRMİ
Son Güncelleme:
Ticaret ve Protestanlık birleşmiş Amsterdam’ı şekillendirmiş
Gizem Özçelik, 24 yaşında ve Ankaralı. ODTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdikten sonra Bilgi Üniversitesi’nin “Bilgi Mimarlık” yüksek lisans programına katıldı. Çocukluğundan bu yana ailesi ile birçok şehre seyahat etti. Geçen yıl okulda aldığı derslerin pratik uygulaması olarak yapılan keşif gezisiyle Londra’ya gitmişti. Bu yıl da aynı programla Amsterdam’ın mimarisini tanıdı. Özçelik “Amsterdam’da tarihi bir yolculuğa çıkmış gibi hissedeceksiniz” diyor.
Gezimizin programı çok yoğun olduğu için Amsterdam’ı bölgelere değil, çağlara göre inceledik. 15. yüzyılda kurulan şehri anlamak için Protestanlık ve ticaret anahtar sözcükler. Gezimize şehrin tam merkezindeki Oude Kerk adı verilen eski kiliseden başladık. Bir Protestan kilisesi olan Oude Kerk, kentin en eski dini yapısı. Bu yüzden incelemekte fayda var. Diğer kiliselerden farkı mimarisinin sadeliği, abartısız olması. Örneğin çatısı tahta. Kiliseden sonra, Nieuwmarkt’ın merkezindeki Da Waag binasını görmeye gittik. 1488’de, Amsterdam’ın üç ana girişinden biri olarak St. Anthony’s adıyla yapılmış. Şehrin genişlemesiyle, surlar yıkılmış, ancak bu bina olduğu gibi kalmış. 1617’de ise yük tartma evine dönüşmüş. Şimdilerde kafe hizmeti veriyor.
Bölgedeki bir diğer önemli bina 1663’te inşa edilen Amstelkring Müzesi. Bu dönemde yaygın olan mezhep Protestanlık olduğundan Katolikler, binanın çatı katında gizli bir ibadethane oluşturmuş. Bina, o dönemde de olduğu gibi hâlâ dışarıdan bakıldığında bir ev gibi görünüyor. Müzede Hollanda’ya özel mobilyalar, masa saatleri, kiliseye ait gümüşler, tablolar görülebiliyor.
110 YILLIK BORSA
Gezinin ikinci gününde eski şehrin batı yakasındaki, Amsterdam’ın altın çağını yaşadığı 17. yüzyıl anıtlarını gördük. Burası, o dönemde ticaret bakımından dünyanın önde gelen merkezlerindendi ve bir liman kentiydi. Bu dönemdeki yapıtlar erken modern yapıtları olarak adlandırılıyor. Örneğin, Berlage’nin 1898’da yaptığı Borsa Binası dönemin en ihtişamlı binalarından. Dışavurumculuk döneminin izlerini taşıdığı için, mimariyle hiç ilgisi olmayan kişiler bile bir bakışta önemini kavrayabiliyor. Tuğla işçiliği çok başarılı. Mekan kalitesi ise herkesi etkiliyor. Borsa Binası belediye tarafından mimar Berlage’ye özel olarak yaptırılmış. Bu da Amsterdam’ın ticarete ne kadar önem verdiğinianlamamıza yardımcı oluyor.
Bölgenin bir diğer önemli yeri Merkez Tren İstasyonu’nun yaklaşık 500 metre güneyindeki Dam Meydanı. Meydanın Batı ucunda neoklasik bir yapı olan Amsterdam Kraliyet Sarayı var. Burası 1655’ten 1808’e kadar belediye binasıymış. Ardından kraliyet mülkü olmuş. Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Madame Tussaud’s Müzesi de aynı semtte. Karavan ve çizme şeklinde yapılmış evler semtin bir başka özelliği. Meydan herkesin buluşma noktası. Hemen yakınında Vondel Parkı var. Piknik, yürüyüş için kullanılıyor, kimileri köpek gezdiriyor. Şehrin en güzel özelliklerinden biri de nereye giderseniz gidin karşınıza kanalların çıkması. Bu sayede şehrin kanallar üzerine kurulu olduğunu da anlamış oluyorsunuz.
HALKA HALKA BÜYÜMÜŞ
Şehir tarihi merkezin çevresinde halkalar halinde genişlemiş. 17. yüzyıla gelindiğinde üç kanal ve çevresinde bir yerleşim bölgesi olduğu görülüyor. Hepsi sur içinde. Amsterdam’ın adını aldığı baraj da burada Amstel Nehri üzerine kurulmuş. Ülkenin sahil bölgeleri su seviyesinin altında olduğu için yerleşimler barajlarla koruma altına alınmış. Şehrin
nasıl büyüyebileceği konusundaki sorular da aynı dönemde ortaya çıkmış. Şehircilik disiplini geliştirilip, planlamacılığa geçilmiş. Kalff Ve Berlage planı dediğimiz uygulamalar ortaya çıkmış. Amsterdam, Viyana ve Hamburg’da aynı dönemlerde benzeri uygulamalar görülüyor. Eski kentin surları yıkılmış. Halka şeklinde yerleşimler oluşturulmuş. Bunlar gittikçe büyük adalara benzemeye başlıyor daha sonra. İşçiler bu bölgelere yerleştirilmiş. Ardından anıtsal binalar ortaya çıkıyor. Parklar şehri saran surların dışında kuruluyor. Ancak bazı alanların daha ihtişamlı olması gerektiği için daha büyük parklar yapılmış. Gezerken bunu daha net anlayabiliyorsunuz.
TERSANE ŞİMDİ SANATÇILARIN
Güney Amsterdam önceleri sadece tarım bölgesiymiş. Bölge imara açıldıktan sonra büyüyüp, kentle birleşmiş. Güney Amsterdam şehrin simgesi finans merkezine dönüşmüş. Bu sayede farklı ülkelerden sermaye çekilmiş Amsterdam’a. Örneğin Wozoko (MVRDV) isimli ofis, bu dönemden kalma. Rengarenk kibrit kutuları gibi görünen farklı büyüklükteki yaşlılar evi, hâlâ kullanılıyor. Ancak Amsterdam’ı gezerken, bu yapıların bütün olarak şehre fazla bir şey katmadığını görebiliyoruz. KNSMM adası ise henüz bitmemiş, yerleşime açılmamış. Amsterdam’da görülmesi gereken diğer bir yer ise kentin lüks yerleşim alanı Borneo Adası. Burayı ilginç kılan, tüm evlerin müstakil ve çok renkli olması. Bazıları büyük malikaneler. Tekneler, evlere rahatça yanaşabiliyor. NdsM tersanelerinin bulunduğu alana rengarenk binalar kurulmuş, sanatçılara ve hizmet sektöründe çalışan firmalara ofis olarak kiraya verilmiş. Böylece kentin liman özelliği korunmuş, yaratıcı sektör buraya taşınıp sosyal hayat canlandırılmış.
Bölgedeki bir diğer önemli bina 1663’te inşa edilen Amstelkring Müzesi. Bu dönemde yaygın olan mezhep Protestanlık olduğundan Katolikler, binanın çatı katında gizli bir ibadethane oluşturmuş. Bina, o dönemde de olduğu gibi hâlâ dışarıdan bakıldığında bir ev gibi görünüyor. Müzede Hollanda’ya özel mobilyalar, masa saatleri, kiliseye ait gümüşler, tablolar görülebiliyor.
110 YILLIK BORSA
Gezinin ikinci gününde eski şehrin batı yakasındaki, Amsterdam’ın altın çağını yaşadığı 17. yüzyıl anıtlarını gördük. Burası, o dönemde ticaret bakımından dünyanın önde gelen merkezlerindendi ve bir liman kentiydi. Bu dönemdeki yapıtlar erken modern yapıtları olarak adlandırılıyor. Örneğin, Berlage’nin 1898’da yaptığı Borsa Binası dönemin en ihtişamlı binalarından. Dışavurumculuk döneminin izlerini taşıdığı için, mimariyle hiç ilgisi olmayan kişiler bile bir bakışta önemini kavrayabiliyor. Tuğla işçiliği çok başarılı. Mekan kalitesi ise herkesi etkiliyor. Borsa Binası belediye tarafından mimar Berlage’ye özel olarak yaptırılmış. Bu da Amsterdam’ın ticarete ne kadar önem verdiğinianlamamıza yardımcı oluyor.
Bölgenin bir diğer önemli yeri Merkez Tren İstasyonu’nun yaklaşık 500 metre güneyindeki Dam Meydanı. Meydanın Batı ucunda neoklasik bir yapı olan Amsterdam Kraliyet Sarayı var. Burası 1655’ten 1808’e kadar belediye binasıymış. Ardından kraliyet mülkü olmuş. Nieuwe Kerk (Yeni Kilise) ve Madame Tussaud’s Müzesi de aynı semtte. Karavan ve çizme şeklinde yapılmış evler semtin bir başka özelliği. Meydan herkesin buluşma noktası. Hemen yakınında Vondel Parkı var. Piknik, yürüyüş için kullanılıyor, kimileri köpek gezdiriyor. Şehrin en güzel özelliklerinden biri de nereye giderseniz gidin karşınıza kanalların çıkması. Bu sayede şehrin kanallar üzerine kurulu olduğunu da anlamış oluyorsunuz.
HALKA HALKA BÜYÜMÜŞ
Şehir tarihi merkezin çevresinde halkalar halinde genişlemiş. 17. yüzyıla gelindiğinde üç kanal ve çevresinde bir yerleşim bölgesi olduğu görülüyor. Hepsi sur içinde. Amsterdam’ın adını aldığı baraj da burada Amstel Nehri üzerine kurulmuş. Ülkenin sahil bölgeleri su seviyesinin altında olduğu için yerleşimler barajlarla koruma altına alınmış. Şehrin
TERSANE ŞİMDİ SANATÇILARIN
Güney Amsterdam önceleri sadece tarım bölgesiymiş. Bölge imara açıldıktan sonra büyüyüp, kentle birleşmiş. Güney Amsterdam şehrin simgesi finans merkezine dönüşmüş. Bu sayede farklı ülkelerden sermaye çekilmiş Amsterdam’a. Örneğin Wozoko (MVRDV) isimli ofis, bu dönemden kalma. Rengarenk kibrit kutuları gibi görünen farklı büyüklükteki yaşlılar evi, hâlâ kullanılıyor. Ancak Amsterdam’ı gezerken, bu yapıların bütün olarak şehre fazla bir şey katmadığını görebiliyoruz. KNSMM adası ise henüz bitmemiş, yerleşime açılmamış. Amsterdam’da görülmesi gereken diğer bir yer ise kentin lüks yerleşim alanı Borneo Adası. Burayı ilginç kılan, tüm evlerin müstakil ve çok renkli olması. Bazıları büyük malikaneler. Tekneler, evlere rahatça yanaşabiliyor. NdsM tersanelerinin bulunduğu alana rengarenk binalar kurulmuş, sanatçılara ve hizmet sektöründe çalışan firmalara ofis olarak kiraya verilmiş. Böylece kentin liman özelliği korunmuş, yaratıcı sektör buraya taşınıp sosyal hayat canlandırılmış.