The Guardian’ın yazarı Karadeniz’de keşfe çıktı! Yaşadıkları sizi çok şaşırtacak…
Sakarya Ovası’nın doğusundan Gürcistan sınırına kadar uzanan dağların ve göllerin harika manzaralar sunduğu bölge Karadeniz… The Guardian yazarı Caroline Eden ve eşi, Anadolu yaşamının ve eski tarihin izlerini hâlâ yaşatan, leziz Türk mutfağından harika yemekler barındıran Karadeniz bölgesini keşfe çıktı. Yaşadıkları sizi çok şaşırtacak. İşte detaylar…
İkili ilk önce Karadeniz bölgesini keşfetmek adına bir araba kiralıyor ve yolculuğa başlıyorlar. İlk durak olarak Karadeniz’in liman kentlerinden olan Sinop karşılıyor onları… Türk mutfağının en lezzetli yemeklerinden olan mantı, köfte ve yoğurtlar ikram ediliyor kendilerine… Sinop’tan sonra sıradaki durakları Amasya ve Tokat… Yol boyunca uzanan kebapçılardan fındıklara ve zengin yayla ürünlerine kadar damak çatlatan Karadeniz ürünleriyle karşılaşıyorlar. Sinop’tan ayrılmadan önce ‘Anadolu’nun Alkatrazı’ olarak bilinen Tarihi Sinop Cezaevi’ne uğruyorlar. 1999 yılında kapatılarak müzeye çevrilen cezaevi birçok şarkılara, şiirlere, dizilere konu oldu. 1940’ların romanı olan Kürk Mantolu Madonna’nın ve Türk şiirinin usta yazarlarından Sabahattin Ali’de bir zamanlar burada tutsak edilmişti…
Sinop merkezden ayrılıp Boyabat’a doğru keşfe gidiyorlar. Sinop ve Amasya’yı Caroline Eden şöyle anlatıyor:
“Kasabanın eteklerinde bulunan yerel tabirle ‘esnaf lokantası’nda öğle yemeği yemeden önce kentte bulunan meşhur Boyabat Kalesi’nin gölgesinde ilerleyerek Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine tanık olduk. Boyabat Kalesi MÖ 7. Yüzyılda Paflagonyalılar tarafından yaptırılmış ve Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının izlerini taşıyor.
Gerçekten herkesin görmesi gereken bir yer. Günümüze kadar ayakta kalmış olan bu kale müze olarak da kullanılıyor. Esnaf Lokantası’nda yemeğe başlarken masaya taze yöresel bir ekmek, kuru fasulye, bulgur pilavı, acı yeşilbiber, mercimek çorbası sipariş ettik. Basit, ucuz ve hızlı bir yol kenarı yemeği… O kadar lezzetliydi ki…
Daha sonra rotamızı Amasya’ya çevirdik. Amasya’ya giden yol sinematikti. Kadifemsi ve kumdan tepeler, soluk ve geniş bir alana yayılmış sert platolar, ayçiçeği tarlaları ve zikzaklı yollar… Sinop’un güzelliği kadar Amasya’da bir o kadar etkiledi beni… Burada oturan insanlar ne kadar şanslı… Elma bahçeleriyle çevrili, Yeşilırmak kıyılarını çevreleyen gri kireçtaşlarının yükseldiği Harşena Dağı’nın bize gülümsemesi hâlâ aklımda… Pontus krallığına başkentlik yapmış Amasya… Dünyanın en büyük oyma mezarlarından MÖ 2 ve 3. yüzyıldan kalma Pontus krallarının kaya mezarları da burada yer alıyor. Ayrıca şehri gezerken Osmanlı döneminde inşa edilen su ve müzik terapisiyle hastaların tedavi edildiği bir zamanların akıl hastanesi şimdi müze haline gelmiş. Oldukça etkileyiciydi…”
Ertesi gün arabayla iki saat uzaklıktaki Tokat’a doğru yola çıktılar. Eski Selçuklu kervansaraylarını, basma zanaatkarlarını, armut ağaçlarıyla dolu bahçeleri ve ünlü Tokat kebabının tadına baktılar. Sonra ise rotaları Trabzon… Trabzon’u Ankara ve İstanbul’un etkisinden uzak, güçlü doğasıyla Karadeniz’in en güzel yerlerinden biri olarak açıklıyor Caroline Eden…
“Trabzon, Ankara ve İstanbul’un etkisinden uzak, güçlü doğasıyla Karadeniz’in en güzel yerlerinden. MÖ 8. yüzyılda bir Yunan kolonisi olarak kurulan şehir bugün Trabzonspor’un bordo mavi renkteki kafeleri, taksileri ve berberleriyle futbol çılgınlığına ev sahipliği yapıyor. Buraya gelenlerin birçoğu yazın sıcacık evlerinden kaçıp serinlemek isteyen aileler… Burada dağın yamacına sarılan Sümela Manastırı harika bir kültür ürünü olarak parlıyor. Dünyaya ihraç edilen fındıkların çoğu buradan toplanıyormuş. Özellikle yerel Vakfıkebir ekmeğinin tadı hâlâ damağımda… Zeytin ve deniz ürünleri ise enfesti”