Tarihin izinde isotun peşinde...
Yeri gelir peygamberler, yeri gelir camiler şehri diye anılırmış Urfa. Kimilerine göre hanlar, kimilerine göre de efsaneler kentiymiş isotun anavatanı. Benim içinse, bütün şehri gökyüzünde süzülen kuşların cıvıltısı eşliğinde gezdiğimden olsa gerek kuşlar diyarıydı Urfa. Şayet Urfa’ya gitmek istiyorsanız elinizi çabuk tutun derim. Kurumayı bekleyen isotların kırmızıya boyadığı damları ve hasat zamanı olması nedeni ile yolları beyaza bürüyen pamuk tarlaları ile Ekim ayı Urfa’nın en güzel zamanı.
Seyahatim boyunca bana rehberlik eden Uğur’un söylediğine göre Urfa’da gün ciğerle başlarmış ancak ben klasik usül kahvaltıyı tercih ettiğimden biz gezimize çarşılarla başladık. Birbirine bağlı çarşıların içinden geçerek Kuşçu Pazarı’na geldiğimde ise Urfa’yı neden kuşlar diyarı olarak gördüğümü daha iyi anladım. Her ne kadar kuşların daimi yerinin gökyüzü olduğunu savunsam da buranın farklı bir havası olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Geçmişten beri kuşlar Urfalılar için çok kıymetliymiş. Kuşçu Pazarı’nda geceleri düzenlenen açık arttırmada kuşlar satışa çıkarılır ve kıran kırana pazarlıklar yapılırmış. Hatta Uğur’dan öğrendiğime göre anne kuşları inceledikten sonra bir kuş yumurtasına arabasının anahtarını bırakanlar bile varmış.
Birbirine bağlanan çarşıları gezdikten sonra Urfa’nın kalbi diyebileceğimiz ‘Gümrük Han’da mola verip domino ve okey oynayan yaşlıların çevrelediği masalardan birine oturarak asırlık çınarların gölgesinde Urfa usulü, üzeri bol fıstıklı bir menengiç kahvesi içebilirsiniz.
Kahve molasının ardından hanlar ve çarşılar arasından geçerek Balıklıgöl’e doğru yol alın derim. Göldeki balıkları yemlerken görenin dileğinin kabul olduğu söylenen, gölün yegâne sarıbalığını görmek için gölün etrafında mini bir tur atın. Balıklıgöl’ün hemen yanındaki Ayn Zeliha Gölü’nde ise mini bir sandal sefasıyla gevşeyin.
Ardından arkeolojik çalışmalar nedeniyle ziyarete kapalı olduğu için kaleye giremeseniz de tepeye çıkarak Urfa’yı bir de kuşbakışı seyredin derim. Acıktığınızda ise mutlaka Urfa’nın baş tacı, acısı bol bir ciğer dürümle tanışmalısınız. Ciğer yemek için büyük restoranlar yerine çarşıda yer alan küçük yerleri tercih edin derim. Benim önerimse dürümünüzü masaya gelen malzemeleri doğrayarak kendinizin hazırlayabileceği ‘Aziz Usta’ ya da ‘Bağdat’dan yana olacaktır. Dürümünüzü yerken isotun içinize işleyen acısının bağımlısı olacaksınız benden söylemesi. Ciğer sevmiyorsanız da ‘Gülhan Restoran’da yine bol isotlu bir lahmacun ya da Urfa kebap güzel bir alternatif olacaktır. Yemeğin ardından isotun dinmeyen acısını bastırmak isterseniz ‘Miroğlu’na uğrayarak Urfa fıstığı ile hazırlanan efsane fıstıklı dondurmanın tadına bakabilirsiniz.
Bereketli ve kalabalık sofraları anlatmak için kullanılan ‘Halil İbrahim Sofrası’ tabirinin doğduğu yer olan Urfa’nın lezzetleri bilin ki sanıldığı gibi kebap ve isottan ibaret değil. Et ağırlıklı bir mutfak olsa da soğan aşı, bamya çömleği, su kabağı, isot çömleği, pancar boranisi gibi birçok sebze ağırlıklı yemeği de var. Urfa Mutfağının yöresel lezzetlerini tatmak isterseniz benim önerim eski bir hanın avlusunda yer alan Cevahir Han. Yemeklerin hepsi karşı konulamayacak kadar güzel ancak benim favorim yörenin en özel yemeklerinden olan borani. Yapımı oldukça zahmetli olan bu yemek eskiden sadece en değerli misafirlere yapılırmış. Genellikle çorba zannedilse de borani aslında bir ana yemek. İçinde her biri ayrı ayrı pişirilip en son birleştirilen, Urfalıların tabiri ile lolazdan (börülce) pazı köküne, nohuttan kuşbaşı ete birçok malzeme var. Yanında ise içli köftenin dış harcından yapılarak kızartılan yuvalama ve sarımsaklı yoğurtla servis ediliyor.
Eğer yuvalamaların her biri aynı boyda olmazsa eskiler ‘Bu borani olmamış’ diyerek yemeği pişireni eleştirirlermiş. Cevahir Han’da mutlaka tadılması gereken lezzetlerden bir diğeri de nasıl ortaya çıktığına dair birçok efsane olan çiğ köfte. Ancak sıra gecesine katılmadıysanız çiğ köfte siparişi verebilmek için en az beş kişi olmanız gerekiyor. Çünkü ustasının dediğine göre çiğ köftenin hası etli olan ve asla bekletilmeyenmiş. Isınmasın diye içine buz koyularak yaklaşık 45 dakika yoğurulan çiğ köfte anında servis ediliyor. Bu dayanılmaz acıya karşı koymak neredeyse imkânsız. Şayet acıya pek dayanıklı değilseniz ayranınızı yanınızda hazır bulundurmayı ihmal etmeyin derim. Ağzı açık, ağzı yamuk, Frenk (domates) tavası, patlıcan kebabı, hırtlevik, Urfa katmeri, şıllık tatlısı Cevahir Han’da tadabileceğiniz doyumsuz yöresel lezzetlerden. Bu güzel yemeklerin üzerine bir de sahibi Asuman Hanım’a denk gelir de keyifli bir yemek sohbeti yaparsanız sizden şanslısı olamaz.
İnsanı her anlamda büyüleyen bu efsunlu şehirde ziyaret edebileceğiniz, dualarınıza açık onlarca yer var. Hz. İbrahim’in doğduğu mağara, Mevlid-i Halil Cami, Ulu Cami, Hz. Eyyüp Peygamber ve Makamı gibi. Buraları ziyaret ederken dinleyeceğiniz rivayetler Urfa’nın ‘Efsaneler Şehri’ olduğuna sizi inandıracaktır.
Urfa’ya gelirseniz insanlık tarihinin yeniden yazılmasına neden olan Göbeklitepe’de tarihin izinde nefesinizi tutmadan, 150-200 yıl öncesini yaşatan Harran’ın kümbet evlerinde geçmişin izlerine dokunmadan, ‘Hamarat Eller Çarşısı’na uğrayıp ev kadınlarının aile ekonomisine katkı sağlamak için yaptıkları isot, salça, kuruluk gibi yöresel lezzetlerden almadan, Dergah Cami’nin avlusundaki koku ve tesbih tezgahına uğrayıp sahibi Yılmaz Bey ile keyifli bir sohbet etmeden dönmeyin derim.
Ayrıca Şanlıurfa Müzesi başta olmak üzere, Haleplibahçe Mozaik Müzesi ve Mutfak Müzesi’ni gezmek için de mutlaka vakit ayırmalısınız. Gününüz kalır da Urfa’nın bambaşka bir yüzünü görmek isterseniz de bir gününüzü Siverek de geçirip gençlerin enerjisini hissedip müziğin tadını onlarla birlikte kafelerde çıkarın derim. Bırakın Urfa sizi kucaklasın, bu kucak o kadar sıcak ve samimi ki mutlaka ki bir daha dedirtecektir size.