Tahran'dan Şiraz'a uzanan yolculuk
Tahran’dan başlayan ve yine Tahran’da sonlanan İran yolculuğumuz Şiraz’da kaldığı yerden devam ediyor.
19 Kasım Pazartesi: İranlı taksiciler hep sempatik. Lale’nin Farsça’sına karşılaştığımız herkes gibi hayran; Türk, Fransız olduğumuzu öğrenince ilgili!. Türk dizileri ile İbrahim Tatlıses ise vazgeçilmez sohbet konusu. Taksicimiz sabah güneşiyle rengarenk bir ışık denizine dönüşen Nasır ül Mülk Camisi’ne götürüyor bizi. 1800’lerin sonunda inşa edilmiş cami, renkli pencereleriyle yerli yabancı turistin ilgi odağı.
Ferzin’in annesi Benefşe Hanım arabasıyla alıyor bizi. Türkçe’yi dizilerden az biraz öğrenmiş, gerçek bir Türkiye aşığı kız kardeşi Fatma da bizimle. Adresimiz, Şiraz’a 70 km uzaklıktaki Persepolis! MÖ 500’lere tarihlenen, İranlıların gururu Persepolis’i bir rehber hanımla geziyoruz. ‘Eski çağların en geniş imparatorluğu’ olarak anılan ‘Ahameniş İmparatorluğu’nun başkenti, Kral Darius’un şehri, 1930’lardaki kazılarla çıkmış ortaya.
Bugün UNESCO’nun dünya mirası listesinde. Persepolis’in hemen yanı başındaki geleneksel lokantada yediğimiz yemeği Şiraz’ın baştacı Kerim Han Kalesi’ndeki gezimiz takip ediyor. Kimi balmumu heykellerle donatılmış odaları ve hamamıyla kale etkileyici! Sonrasında gezdiğimiz kapalı çarşı ise bir renk cümbüşü!
Ferzin bizi akşam yemeğine, geleneksel İran müziği yapan bir lokantaya götürüyor. Beraber yemek yediğimiz Ferzin’in, Benefşe Hanım’ın, Fatma’nın ve Lale’nin Farsça hocası Kerime Hanım’ın misafirperverliği unutulacak gibi değil. Bizi aracıyla terminale götüren Benefşe Hanım ve Fatimah ile vedalaşarak, 23:00’daki Yezd otobüsüne biniyoruz.
Zerdüştlerin tapınağında!
20 Kasım Salı: Beş buçuk saatlik yolculuktan sonra Yezd’deyiz. Sıcak iklimde serinliği iç mekana taşıma işlevli, bacavari rüzgar kuleleri, gösterişli meydanı, Zerdüşt tapınağı ve ölülerini doğrudan toprağa koymayıp kuşlara teslim ettikleri eski Zerdüşt mezarlığı ile Yezd başka bir zamandan çıkma.
Arap işgali ve beraberinde gelen İslam’dan önce İran coğrafyasına yerleşen ve bugün de varlığını sürdüren Hıristiyan, Yahudi ve Zerdüşt azınlıklar İran Anayasası tarafından resmen tanınmış. Azınlık dinlerinin tüm özgürlüğüyle yaşanabilmesi için kilise, sinagog ve Zerdüşt tapınakları yasaca koruma altına alınmış. Bugün İsfahan, Yezd ve Kerman bölgesinde 30 bin civarında Zerdüşt yaşıyor.
Yezd’de 18:00 civarı gittiğimiz Zurhane ise İranlı pehlivanların etkileyici gösterisine sahne oluyor. Pehlivanların yüksek sesli dualarına sportif hareketleri ve canlı müzik eşlik ediyor.
Akşam yemeği için gittiğimiz esnaf lokantasından çıkarken ‘Hoşçakalın’ anlamında ‘Hoda hafez’ diyorum, ‘Size kurban’ anlamına gelen bir yanıt alıyorum. İranlılar duygularını ifadede hep çok yoğun bir dil kullanıyorlar. Bu söyleyişlerin nedeni, İran kültüründe büyük önem taşıyan ‘Ta’arruf’ yani ‘Nezaket’!
İsfahan’ın meydanı, Kaşan’ın evleri
21 Kasım Çarşamba: Sabah 9:00’da bineceğimiz otobüs yaklaşık bir saat rötarla kalkıyor ama otobüsler hep çok konforlu. 4,5 saatlik yolculuktan sonra gar girişindeki ‘İran İslam kültürü ve medeniyetinin başkenti’ tabelasıyla İsfahan’dayız. Gece İran’ın geleneksel evleriyle ünlü Kaşan’a (Kaşhan) gideceğimizden İsfahan’da şehrin tarihi meydanı ve köprüyle yetiniyoruz. Akşam saatlerinde gittiğimiz ve sarı ışıklarıyla bir film setine dönüşen köprüde bir grup genç! Yanık sesleriyle, atışarak bir türkü tutturmuşlar. Yanlarına gidiyoruz, hiç bozmadan devam ediyorlar.
22 Kasım Perşembe: Kaşan! Her biri bir masaldan çıkma, bugün bazısı otele dönüştürülmüş dantelvari Kaşan evleri.. Lale’nin hocası Kerime Hanım’ın, “Kaşan’ı görmeden dönmeyin” ısrarı üzerine gittiğimiz şehir, zamanında zengin ailelerin yaptırdığı, havuzlu avlularıyla olağanüstü güzellikteki evleriyle ünlü. Bu evlerden birinde Tahran’dan gelen bir turist grubuna rastlıyoruz.
Giyim kuşamlarından varlıklı aileler olduğu belli grupta en çok dikkatimizi çeken, kadınların estetikli yüzleri. İran’da örtünme zorunluluğundan olacak, şehirli kadınlar yüzlerine büyük özen gösteriyorlar. Kaşlar ve burunlar yapılı, yanaklar dolgulu, dudaklar botokslu.. Estetik cerrahi öylesine moda ki, bazısı ameliyat olmadığı halde burnunda bantla geziyormuş(!). Kaşan’da aldığımız çoklu bilet, evlerin yanı sıra tarihi bir hamama da giriş sağlıyor. Gün sonunda gittiğimiz Fin bahçesi ise sağda solda su yollarıyla ayrı bir güzellik! Bu güzel şehirden, gece bindiğimiz Tahran otobüsüyle ayrılıyoruz.
23 Kasım Cuma: Sabah Tahran’da gri bir havaya uyanıyoruz. Bugün Cuma, dolayısıyla tüm resmi yerler ve müzeler kapalı. Lale, Tahran’da üniversite çevresindeki kitabevlerine gitmemizi teklif ediyor. Bölge genç, yaşlı, kadın, erkek okurla capcanlı! İran nüfusunun yüzde 85’i okuma yazma biliyor. Kırsal bölgelerdeki kızların yüzde 95’i okula gidiyor. Üniversite öğrencileri arasında kızların oranı yüzde 55! Kitapçıların ve sokaklarda açılan ikinci el kitap tezgahlarının başının dopdolu olması şaşırtıcı değil yani. Dünyada best-seller olmuş Harari imzalı ‘Sapiens’ ile ‘Homo Deus’ kitaplarını vitrinde, Farsça çevirisiyle görmek hepimizi şaşırtıyor. Bir büfeden aldığımız demli çay ile fırından aldığımız poğaça ve Türkçe’mizi Türkçe ile selamlayan insanlarla Tahran bugün İstanbul gibi!. İran’daki ‘koruyucu meleğimiz’ Mina Tahran’da bulunmadığından, teyzesi Füruğ’u gönderiyor. Füruğ Hanım, olağanüstü güzellikteki Negarestan Bahçesi’ne ve içindeki gösterişli Ruhi Cafe’ye götürüyor bizi.
24 Kasım Cumartesi: Otuz kadar müze var Tahran’da. Biz göz alıcı Golestan (Gülistan) Sarayı’nı seçiyoruz!. Mermer bir tahtın tüm görkemiyle kurulduğu salondan, Şah’ın bir zamanlar taç giydiği salona saray birbirinden şatafatlı müzelere ev sahipliği yapıyor. Her biri mesleki bölümlere ayrılmış kapalı çarşı sarayın yanı başında.
Akşamki adresimiz, Tahran’ın prestijli salonu Vahdat Sahnesi. İran geleneksel müziğinin belki de en güzel örneklerinden birini, benzerini Viyana’da gördüğümüz çok şık ve özenli bir seyirci eşliğinde seyrediyoruz. Golbang Grubu’nun yüreğimize kazınan ezgileri İstanbul’dan Paris’e geliyor bizimle.
25 Kasım Pazar: Tahran İmam Humeyni Uluslararası Havalimanı’nda, sabah 4:10’da, İstanbul uçağı. İtiraf edeyim: Türk uçağına biner binmez ilk işim başımdaki örtüyü çıkarmak oluyor, tıpkı İranlı kızlar gibi. Ne demişti İran’daki bir taksi şoförü: “İran-Türkiye dost memleket! Ama İran yaşayanına koca bir hapishane, Türkiye ise azade*!” (*Azade: Özgür)
Bunları bilmekte fayda var:
-İran’da yeme içme çok ucuz! Esnaf lokantalarında 3 kişi maksimum 70 Tümen ödedik. Lüks lokantalarda ise kişi başı ödediğimiz rakam 50 Tümen civarındaydı. 1 TL gittiğimizde 2,5 Tümen’di. Bu arada belirtelim: Pilav hemen tüm yemeklere eşlikçi ve çok bol geliyor.
-Kasım ayında yaptığımız bu yolculukta hava hep yumuşaktı. Tahran bizi gri ve nemli bir havayla karşıladıysa da sıcaklık 12-13 dereceydi. Güneye, mesela Şiraz’a indikçe ısı artıyor.
-Giyim kuşam konusunda dini mekanlar dışında çok büyük bir kısıtlama yok. Büyük şehirlerde başörtüsü fular gibi, aksesuvar olarak takılıyor. Ayrıca kadınlar kendi modalarını yaratmış durumda, bazı yerlerde çok şıklar!
-Yolculuğumuz boyunca çok hoşumuza giden şeylerden biri, Türkçe ile Farsça arasındaki yakınlıkları keşfetmek oldu. İranlıların, İngilizce bir sözcük ararken ağzımdan çıkan Türkçe sözcüğü anladıklarını görmekse hep eğlenceliydi.
-İran’da biri beş yıldızlı olmak üzere çeşit çeşit otel ve hostelde kaldık. Hepsinin ortak özelliği tertemiz oluşuydu. Tahran’daki Heritage Hostel (özel odaları da var), Meşhed’deki 5 yıldızlı Kawthar Otel, Yezd’de tarihi meydanın yanı başında, bir anne ile oğulun işlettiği Backpacker Hostel ile Kaşan’da geleneksel Kaşan evinde yer alan büyüleyici Khademi Traditional Hotel’i herkese öneriyorum. (Her yede olduğu gibi otellerde de pazarlık çok yaygın.)
-İran para sistemi küreselleşmiş dünya bankacılığından tamamen kopuk, bu nedenle hiçbir yerde kredi kartı geçmiyor. Yolculuk öncesi İstanbul’da bulamadığımız İran parasını (Tümen-Riyal) İran’daki döviz büfelerinde bulabildik.
-WIFI çok yaygın. Önerimiz ağır telefon faturalarından kaçınmak için yerel SIM kartı almanız. Türk WhatsApp numaranız telefonunuza kayıtlı olduğundan yakınlarınız size kolayca ulaşabiliyor.
-İsfahan, gezdiğimiz şehirler arasında en turistik olanıydı. Başka yerde rastlamadığımız, ısrarla mağazalarına davet eden halıcılarla, hesapta küçük bir oynama yapmaya kalkışan meşrubat büfesiyle iyi bir anı bırakmadı bizde.
-Ve bir teşekkür: Sevgili Lale Yeşilova bizimle olmasaydı, İran gezimiz böylesine zengin ve güzel geçmeyecek, İranlı dostlarla böylesine yakından tanışamayacaktık. Eline, diline, bilgine sağlık sevgili Lale!.
İran yazımın birinci bölümüne buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz...