GeriSeyahat Sürprizli şehir Nantes metalci buluşması Hellfest
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Sürprizli şehir Nantes metalci buluşması Hellfest

Sürprizli şehir Nantes metalci buluşması Hellfest

İki hafta önce Avrupa’nın en büyük metal müzik festivallerinden Hellfest’e giderken yolumuz Nantes’dan geçti. Acaba bu küçük Fransız şehrinde sıkılır mıyız, diye düşünüyorduk. Bu soruyla gittik, gezilecek yerleri bitiremeden geldik.

Loire Irmağı kıyısındaki eski liman kenti, burada doğup büyüyen Jules Verne’den ilham almışçasına sürprizli, hatta fantastik. Turistik rotalardan sıkılıp sanat, tarih ve kültür arayanlar için bire bir. İşte bir Nantes ve Hellfest gezisinin özeti.

Fransa ile ilgili bilgi ve tecrübemiz Paris ile sınırlı olduğundan, Nantes’a gitmemiz gerektiğini öğrendiğimizde ilk tepkimiz beklentilerimizi sınırlamak oluyor. Ne de olsa istikamet Fransa’nın küçük bir şehri. Beş gün sıkılır mıyız, otomobil kiralayıp etrafı mı dolaşmalıyız, orada nasıl oyalanırız? Kafamızdaki bu soruları netleştirmeye fırsat bulamadan kendimizi Nantes’ta bulacağız. Bizi Nantes’a götüren neden, buraya 15 kilometre uzaklıktaki Clisson’da, 15-17 Haziran arasında gerçekleşen Hellfest. Bu yıl 7’ncisi düzenlenen Hellfest, dünyanın en iyi metal gruplarını ve müzisyenlerini ağırlayan, Avrupa’nın en büyük metal müzik festivallerinden biri. Bizi Hellfest’e çeken ise tek bir müzisyen ve grubu: King Diamond.
Yolculuğumuz Paris uçuşuyla başlıyor. Paris üzerinden küçük bir uçakla Nantes Atlantique Havalimanı’na aktarma yapıyoruz. Paris’ten yaklaşık 1 saat sonra ulaştığımız Nantes’ta hava, burada bulunacağımız 5 gün boyunca 7-15 derece arasında değişecek. Güneş yalnızca bir gün, rüzgar ve yağmur kalan tüm günlerde bizimle olacak.

19 AĞUSTOS’A KADAR SOKAKLAR ŞENLİKLİ

Nantes, Loire Irmağı kıyısına kurulu, şehir merkezindeki görülmesi gereken hemen her yere yürüyerek ulaşmanın mümkün olduğu eski bir liman şehri. Fransa Kültür Bakanlığı sanat ve kültür şehri ilan etmiş. Kent, ansızın karşınıza çıkardığı irili ufaklı sanatsal sürprizlerle ve detaylarla bu unvanı hak ettiğini kanıtlıyor: Köprü üzerine rastgele çizilmiş farklı yoga figürleri sergileyen grafitiler, duvarları süsleyen bağımsız fantastik figürler, iki binanın arasına sıkışmış ve havada duran dev plastik balık, küp şeklinde budanmış sıradışı yüksek ağaçlar, geceleri rahatsız edici bir şekilde nehrin üzerinde ortaya çıkan denizkızı sureti, şehrin en işlek meydanlarından birine kurulu dev yapay tırmanma tepesi, 10 metre yükseklikte ve yalnızca bir merdivene bağlı dengede duran bir ev kesiti, dallarında meyve yerine basket potaları olan yapay bir ağaç... Bir de sokak sanatçıları... Mesela gecenin bir saatinde ansızın yaklaşarak sizi korkutan baştan aşağı maviye boyanmış çılgınlar... Bunlar kısıtlı zamanımızda bizim rastlayabildiklerimizin bazıları. Bu arada bu seyahatimizin, 15 Mayıs’ta başlayan ve bu yıl 19 Ağustos’a kadar devam edecek “Le Voyage a Nantes”a denk geldiğini ve saydığım faaliyetlerin çoğunun bu kapsamda hayata geçirildiğini de belirtelim.

JULES VERNE YEDİ YILDIR KIYIDAN DENİZİ SEYREDİYOR

Nantes’taki ilk sabahımızda gezimiz, Brittany Düklerinin Kalesi ve Nantes Tarihi Müzesi’nden başlıyor. Kuzeybatı Fransa’daki bu tarihi yerleşim bölgesi, Brittany ya da Bretanya olarak adlandırılıyor. Brittany’nin son Dükü, 2’nci Francis’in 15’inci yüzyılın sonlarında başlattığı kalenin yapımı, sonradan Fransa Kraliçesi de olacak kızı Düşes Anne tarafından tamamlanıyor. İçinde bir saray bulunduran yapı, kraliyet kalesi olarak ve 16’ncı yüzyıldan itibaren dönemin valileri tarafından kullanılıyor. Ayrıca yüzyıllar boyunca hapishane, cephanelik gibi farklı işlevler de üsteniyor. Geçirdiği büyük restorasyondan sonra, Nantes Tarih Müzesi’ne evsahipliği yapmaya başlanan kalenin bölümleri, ziyaretçilerini şehrin farklı dönemlerine doğru zaman yolculuğuna çıkarmak üzere kurgulanmış. Müze, zengin tarihi eser içeriğinin yanı sıra, başarılı interaktif ve dijital uygulamalar ile de etkisini artırıyor.
Nantes denince akla gelenler listesinin ilk sıralarında Jules Verne bulunuyor. 1928’de doğup, 12 yaşındayken tayfalık yapmak için evden ve şehirden kaçtığı rivayet ediliyor. Deniz ve macera tutkusu, doğum yerini gördükten sonra daha da anlamlanıyor. Evi müzeye dönüştürülen yazarın 2005’ten bu yana Loire Irmağı kıyısında oturarak denizi seyrederken tasvir edildiği bir çocukluk heykeli de bulunuyor.

KÖLELİCİLİK UTANCI
 
Nantes’da yürürken karşılaşacağınız en etkileyici anıt, şehrin yakın geçmişe kadar utanç kaynağı olan, son dönemde ise politik ve sanatsal yöntemlerle yüzleştiği, adeta kendi kendini rehabilite ettiği bir tarihi gerçek ile ilgili: Köle ticareti. 18’inci yüzyılda, Fransa köle ticaretinin başkenti olan ve Fransız köle ticareti sevkiyatlarının yüzde 43’ünün gerçekleştirildiği Nantes üzerinden, 450 bin zenci esir Amerikan sömürgelerine sürüldü. Loire Irmağı’nın kenarında, bu karanlık günlere tanıklık etmiş bu noktada bugün “Köleliğin Kaldırılması Anıtı” bulunuyor. Kölelik ile ilgili rakamların ve alıntı sözlerin yer aldığı, kölelerin isimleri ile anıldığı anıt; köleliğe karşı savaşan herkese adanan, aynı zamanda bu suçların ve bugün dünyada insan sömürüsünün bütün biçimlerine karşı mücadeleye devam çağrısı yapan bir çalışma olarak tanımlanıyor.

İNGİLİZCE İŞE YARAMIYOR

Kentin geri kalanını Hellfest sonrasında geziyoruz. Yerel mağazaların bulunduğu tarihi Pommeraye Pasajı, 457 yıllık St. Pierre ve St. Paul Katedrali, kentin en eski pazarı Talensac Market, meşhur Petit-Lu bisküvilerinin şu anda bir sanat merkezi olarak kullanılan ilk fabrikası da gezdiğimiz diğer yerler.
Unutmadan, Fransa’da esnaf pek yardımsever değil. Nantes’daki mönülerde İngilizce tek kelime yok. Hizmet anlayışı konusunda da bizim kadar motive değiller, gece taksi veya başka bir ulaşım aracı bulmak büyük şans. Nantes’da ve çevresinde gezilip görülecek, keşfedilecek daha onlarca rota var. En sevdiğimiz yanlarından biri de, bu kadar renkli olmasına rağmen, turistik hale gelmeden kendine özgü olmayı devam ettirebilmesi oldu. Biz 5 günde bitiremedik ama, uzun süre idare edecek güzel anılar biriktirdik.

HARİKA MAKİNELER PARKI

Turistik broşürlerde “mutlaka görülmeli” notuyla anılan “Nantes Adası Makineleri” adlı mimari park bizi her adımda şaşırtıyor. Şehrin 1987’de kapanan son büyük tersanesine kurulmuş. François Delarozière ve Pierre Orefice tarafından yaratılan projenin konsepti, “Jules Verne’in icat edilen dünyaları, Leonardo da Vinci’nin mekanik evreni ve Nantes’ın endüstriyel tarihinin bir karışımı” olarak özetleniyor. Girişten itibaren, gördüğümüz her makine şaşkınlık verici. Bitkilerin, böceklerin, sürüngenlerin, kuşların makinelerini hayranlıkla izliyoruz. Dönüşte bir de ne görelim! Fransızca bilmediğimiz için hızlıca yanından geçip gittiğimiz kafiledekiler, makinelere binip havalanmışlar. Yani makineler yalnızca seyirlik değil, deneyimleyebiliyorsunuz da. Çıkışta ise buranın alamet-i farikası, Büyük Fil’le yapılan tura katılıyoruz. 12 metre yüksekliğindeki, 45 ton ahşap ve çelik ile inşa edilen fil ziyaretçilerini etkilemek için ses çıkarıyor, göz kırpıyor, hatta hortumuyla su fışkırtıyor. Ziyaretimizin ertesi günü açılan “Deniz Dünyaları” adlı dev atlı karınca ise, 25 metre yüksekliğinde ve 35 farklı deniz altı canlısının makinelerine evsahipliği yapıyor. Kıl payı kaçırdığımız bu yeni bölüm da en az gördüklerimiz kadar etkileyicidir herhalde diyerek buradan da ayrılıyoruz.

İZLEYİCİ TAŞKINLIKTA SINIR TANIMIYOR

Hellfest’in yapıldığı Clisson, Nantes’dan trenle 15 dakika uzaklıkta. Festivalin üç gününde iki ana sahnede 49, toplamda 156 grup sahne alıyor. Hellfest, tüm dünyadan heavy metal, hard rock ve hardcore müzik sevenleri kendine çekiyor. Geçen yıl 80 bin kişi izlemiş. Atmosfer, trenden iner inmez, festival alanına giden servislerde değişmeye başlıyor. Profil, Türkiye’de görüp görebileceğiniz metalcilerden epey farklı. Müziğe bağlılığın oranı kıyafetlerdeki abartıyla sergileniyor. Ortalama metalcilerin bile ceketlerinde grup arması var, vücutlar dövme dolu, saçlar mavi, pembe, turuncu. Boyunlarda iğneli tasmalar. Kimileri taşkınlıkta sınır tanımıyor: Jartiyerle ağaca tırmanan ya da pembe büstiyeri ve tütüsüyle salınan erkekler, çamura bulananlar, gaz maskesiyle dolaşanlar, ork kostümleriyle dikkat çekenler, ansızın yanınıza yaklaşıp muhabbete girenler... Yaş ortalamasının bizdeki festivallerin epey üstünde olduğunu da belirtmekte fayda var. Festival organizasyon açısından takdire şayan. Geniş alışveriş alanında, tüm dünyadan metal kıyafetleri, aksesuvarları ve müzik malzemeleri satıcıları bir arada. Yemek ve içecek alanları da çok çeşitli, bizdeki festivallerde çoğunlukla olduğu gibi sırada tıkanıp kalmıyorsunuz. Organizasyon alanındaki tüm detaylar ince düşünülerek hayata geçirilmiş.

MİKROFONU KEMİK SİMGESİ PENTAGRAM

Bizi Nantes’a sürükleyen kişi King Diamond, yol arkadaşımın (aynı zamanda eşim) sıkı bir hayranı olduğu, Danimarka kökenli bir müzisyen. Yakın zamanda geçirdiği by-pass ameliyatından sonra sahnelere ara veren King Diamond, birkaç gün önce İsveç’te düzenlenen başka bir festivalden sonra o gün ikinci konserine çıkıyor. Bizde heyecan dorukta. En son 2006’da Yunanistan’da izlemiştik. Makyajı, her birinin farklı hikayesi olan konsept albümleri, müziği, teatral sahnesi, en tiz seslerden en bas seslere kadar iniş/çıkışları rahatlıkla yapan vokal tarzı ile kendine özgü bir müzisyen. Yine iyibir konser veriyor. Sahne, demir parmaklıklar ardında açılıyor. King’in kemikten yapılma mikrofonu her zamanki gibi elinde. Sahnede yine, duman, ışıklar ve tabii ki pentagram. Hikayeye göre dansçı bir şarkıda büyükanne maskesiyle tekerlekli sandalyesinde ortaya çıkıyor, başka bir sahnede travmatik bir doğum sahnesini canlandırıyor ya da siyah gölgelere bürünüyor. Konser saat 02.00’yi geçerken sona eriyor, bizim de son enerjimiz zaten tükeniyor. Yorgun ama mutluyuz, zor da olsa otelimize dönmeyi başarıyoruz...

False