GeriSeyahat Şu dikenli çalıdan ne farkım var?
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Şu dikenli çalıdan ne farkım var?

Şu dikenli çalıdan ne farkım var?

Geçen hafta Mumya filmini beşinci defa seyrettik kızımla. Hani bir sahne vardır, Eski Mısır’ın efsanevi “Ölüler Şehri” Hamunaptra'yı bulurlar da, iki bin yıldır girilmemiş bir tapınağa adım atarlar... Kimbilir ne kadar güçlü bir duygudur. Benim gibi bir amatör için bile öyle, değil ki, ömrünü Eski Mısır’a vermiş bir arkeolog, yıllarca çöl sıcağında kazı yapmış, her gece rüyasında mesela Ölüler Kitabı’nı bulduğunu yahut üzerinde Nefertiti’nin kartuşu olan bir taş lahiti açtığını görmüş bir araştırmacı...

Howard Carter’ı düşünün mesela. 1906’da başlamış Krallar Vadisi’ni kazmaya. Araya savaş da girince, ancak 16 sene sonra, 1922’de bir sonuç alabilmiş. Hem de ne sonuç...

 

Bir gün, Fellahlar, kayalara oyulmuş bir merdivene rastlamışlar. Zarar vermemek için günlerce elleriyle kumu, taşı, toprağı temizlemişler, sonunda bir kapı çıkmış karşılarına, üzerinde hiyeroglif bir kurtuş : TUTANKAMON !

 

Harhale çıldırır insan...

 

Sekiz metrelik taşlarla dolu bir koridoru temizlemeleri gerekmiş bu sefer. İkinci bir kapı. Küçük bir delik açmış Carter, elindeki meşaleyi içeri tutmuş ve bağırmış: “Müthiş şeyler görüyorum!”

 

Uzatmayayım, Tutankamon’un mezarını bulduktan ancak üç ay sonra, iki heykelin beklediği üçüncü kapıya ulaşılmış. Altın bir duvarı kaplayan papatyalarla bezenmiş kefen örtüsünü yavaşça kaldırmış Carter, ve sapasağlam duran kilidi açarak mezar odasına girmiş.

 

Enigmatik çocuk-kral, Ahetaton’un ve Nefertiti’nin oğlu (mu) Tutankamon’un mezar odasına!..

 

3 bin şu kadar senedir – Tutankamon’un mumyasını ve eşyalarını buraya bırakan Mısır rahiplerinden beri – insan eli değmemiş, insan gözü görmemiş o mezar odasına ilk giren insan olmak!..

 

Bu hissi hayal edebiliyor musunuz...

 

“Benden önce bu toprağa en son, İsa’dan Önce 1350’lerde Firavun Tutankamon’un mumyasını taşıyan Mısır Rahipleri ayak bastı. Bu lahite onlardan sonra ilk el süren benim. Şu kartuşu onlardan sonra ilk okuyan benim. Belki de (niye olmasın, mezar odası çok iyi tecrit edilmiştir belki de), bu odada hâlâ Amon Rahipleri’nin, hatta törende hazır bulunduysa eğer, Büyük Rahip – Firavun Aï’nin soluduğu havayı çekiyorum şu anda ciğerlerime...”

 

*

 

Ne niyetle başladım yazmaya, nerelere geldim Yarabbi...

 

İÖ 945 ile 715 arasında yaşamış Harwa. Mumyası bugün vatanından çok uzakta, Torino Müzesi’nde. Yüzünü görmek mümkün değil. Mumyanın bantlarını açmaya kalksalar, kemiklerin tuzla buz olacağını biliyorlar.

 

Onun için İtalyan antropologlar adlî tıp uzmanlarının kullandığı (yanlış tercüme etmiyorumdur inşallah, bu saatte bir uzman bulup sormam mümkün değil) “yüz yaratma” metodunu uygulamışlar. Hani çürümüş bir ceset veya kafatası bulduklarında, bilgisayar kullanarak bir yüz oluşturuyorlar üç boyutlu...

 

Bantları hiç açmadan, önce bilgisayarlı tomografiyle taranmış mumyanın kafası. 45 yaşlarında bir erkek başı çıkmış ortaya. Gelişmiş bilgisayar programları görüntüdeki et parçalarını, yumuşak dokuları temizleyip kafatasını çizmiş üç boyutlu. Sonra reçineli bir maddeden, yine bilgisayar kullanarak kafatasının heykeli yapılmış.

 

Ardından, uzmanlar, kemik şekline bakarak üstünü etlendirmişler ve... 3 bin yıl önce yaşamış Mısırlı Harwa’nın yandaki figürü çıkmış ortaya.

 

3000 yıl önce yaşamış, sizin gibi, benim gibi bir insan...

 

Muhteşem değil mi!

  

(Böyle haberleri okurken, bazen ne kadar lüzumsuz, ne kadar faydasız bir insan olduğum dank ediyor kafama, için cız ediyor. Ne bileyim, DNA sarmalını bulan da, AİDS’e çare arayan da, kök hücre üzerine çalışan da... “şu dünyada yaşamış ve ölmüş” olacaaaak, ben de!.. Aslında yol kenarında yetişen bir dikenden, yahut kovandaki bir arıdan ne farkım var ki? Tesadüfen geldiğim bu dünyada, şu kadar süre yaşayacağım, tek hedefim çoğalıp soyumu devam ettirmek ve mümkün olduğu kadar geç ölmek... Bu mudur yani?)

False