Sonbaharda Kuzey Yunanistan turu
Arabayla yaptığımız Kuzey Yunanistan turunda ilk durağımız Fransız Feneri ile meşhur Dedeağaç oldu. Sonra Mısır Hidivi Mehmet Ali Paşa’nın memleketi Kavala, ardından Atatürk’ün doğduğu, rıhtımındaki Beyaz Kulesi’nde Cumhuriyet düşleri kurduğu Selanik oldu. Kalesinden seyri doyumsuz sakin şehir Serez’in çarşılarında süren turumuzu, uğruna belki Balkanların en içli türküsü yakılan Debreli Hasan’ın şehri Drama’da noktaladık.
“Yağmur çiseliyor, Serez’in esnaf çarşısında, bir bakırcı dükkanının karşısında Bedreddinim bir ağaca asılı… Yağmur çiseliyor, Serez Çarşısı dilsiz, Serez Çarşısı kör, havada konuşmamamın, görmemenin kahrolası hüznü ve Serez Çarşısı kapatmış elleriyle yüzünü, yağmur çiseliyor...”
Nazım Hikmet’in dediği gibi yağmur çiseliyordu yine, Şeyh Bedreddin’in bir çınar ağacına asıldığı o meşum geceden tam 602 yıl sonra bir sonbahar; Serez Çarşısı’nda. Eski çarşı denilen yer; tarihi, kapalı bir büyük han. Vardığımda kapısı kilitliydi. Nazım’ın o destanındaki gibi dilsiz ve kördü hala.
İstanbul’da kahvaltı Dedeağaç’ta öğle yemeği
İstanbul’dan arabamızla yola çıktık. İpsala’ya uzanan Trakya toprağı sonbaharın en güzel renkleriyle solmaya yüz tutmuştu. Vizeler ve arabanın 15 günlüğü 50 euroluk yeşil sigortası tamamdı. Sınır kapısı boştu, 40 kilometre mesafede ilk durağımız 20 bin Türkün yaşadığı, 60 bin nüfuslu Dedeağaç (Aleksandrapolis) oldu. Yazın plajları, kışın tavernaları dolup taşan, komşuda eğlencenin en yakın adresi. Fransız deniz fenerinin pusulasında rıhtım turumuz siesta nedeniyle çok sakindi. Birbirinden şık kafelerinden birinde kahvemizi yudumlayıp, şehrin en işlek caddesi Demokrasi Caddesi’ni adımladık Sokak köpeklerinin bile siestaya yattığı şehrin kafelerindeki cıvıltıya bakılırsa gençler uykuya rağbet etmiyor.
Osmanlı kemeri kuşanmış
Dedeağaç’tan arabayla 1.5 saat mesafede o büyük burnu geçince Kavala’yı göreceksiniz. Bir de onun uysallaştırdığı denizi tabi. Yarımada ucunda rengarenk evleriyle eski şehrin aksi denizde bir başka güzel. Bir zamanlar tütünün en hasını üreten esrarlı şehir.
Şehrin kalbine doğru kıvrılıp Kanuni Sultan Süleyman’ın yaptırdığı devasa su kemerinin altından geçerek tüm görkemiyle yükselen, iyi restore edilmiş Bizan Kalesi‘nin yokuşuna vuruyoruz kendimizi. Kalenin Arnavut kaldırımlı dar sokaklar ve pek çok merdivenle birbirine bağlı etekleri, aslına uygun restore edilmiş eski Türk evleriyle dolu.
Ohi Bayramı’nda Kavala
Gittiğimiz gün ülkenin milli bayramı ‘Ohi’ kutlanıyordu. İkinci Dünya Savaşı’nda ülkenin başındaki diktatörün, Hitler’in “Yunanistan’ı teslim edin” ültimatomuna “Ohi (hayır)” dediği gün. Türkiye’den göç eden Rumlar, her bölgeden geleneksel kıyafetli çocuk-yaşlı yürüyüşçüler, bizim Cumhuriyet Bayramı kutlamalarını andırıyor. Eski şehirde geceyi geçirip sabah Selanik’e uzanıyoruz. Bugün de Cumhuriyet Bayramı. Atatürk’ün doğduğu, Türk devriminin mayalandığı, rıhtımı kordon boyu İzmir’e çok benzeyen kadim şehir. Yakın zamanlarda yaşanan büyük krizin esamisi okunmuyor. Venizelos Parkı önünde uzanan Aristoteles Meydanı cıvıl cıvıl. Kafeler, restoranlar hınca hınç, uzun rıhtımında yürüyüş doyumsuz. Beyaz Kule’ye uzanan rıhtım boylu boyunca sonbahar güneşinin tadını çıkaran şık giyimli insanlarla dolu. Masmavi denizde turistleri yarım saatlik tura çıkaran yelkenliler telaşla geziniyor.
Acep bu çınar mı...
İstikamet şimdi hep gitmeyi istediğim, yaşamı destan, ölümü destan, “Yer yüzünde her şey ortak olmalı; yarın yanağından gayri” diyen çağlar ötesi Şeyh Bedreddin’in sır olduğu şehir Serez. Şeyhin kemikleri Serez’den İstanbul’a göçen mübadillerce çıkarılıp, Cağaloğlu’ndaki 2. Mahmut Türbesi haziresine defnedilmişti. Sakin, sıradan görünen şehri siesta nedeniyle ıssız ana caddesinden kat edip kalesine çıkıyoruz önce. Tepeden öyle güzel, öyle masum. Sonra sokakları tertemiz, kafe/restoranları cıvıl cıvıl, esnafı güler yüzlü çarşıda eski Serez Çarşısı’nı soruyoruz. Eski çarşı dedikleri, iki sokak arkada, etrafı yeşil bir park, birkaç ulu çınarla çevrili tarihi bir han. Kapısı kilitli ve şimdi bir müze. Hemen yanı başındaki bir ulu çınarın gölgesine koşuyorum; Nazım Hikmet’in “Şeyh Bedreddin Destanı” şiirinde “…bir bakırcı dükkanının karşısında, Bedreddinim bir ağaca asılı…” dediği ağaç bu mu acep?
Debreli Hasan’ın şehri
Dönüş yolumuzda Serez’e komşu Drama var. Hani zalim komutanına isyan edip dağa çıkan, adına Balkanların belki en içli türküsü yakılan Debreli Hasan’ın şehri. O türküdeki Drama köprüsünün izini sürerken antik su bentleri, görkemli taş evleriyle tarihi dokusu çok iyi korunmuş sulak şehrin belki en güzel restoranında soluklanıyoruz; Nnoaki. Ulu çınarların çevrelediği, önündeki bentlerde sunaların yüzdüğü, hazan yapraklarının altında kaybolmaya yüz tutmuş bir lokanta. Grek Salatası, Girit Patlıcanı kızartması, kalamar, ahtapot ızgara, kızartma peynir, donatıyoruz masamızı. Ustanın dediği gibi damak çatlatan lezzetler.