GeriSeyahat Sille’nin sis perdesi aralanıyor
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Sille’nin sis perdesi aralanıyor

Sille’nin sis perdesi aralanıyor

Sille, Konya’nın Selçuklu ilçesine bağlı bir belde.Konya merkezden sadece 8 kilometre uzakta; ama yıllar yılı unutulmuş sanki. Üzerine bir örtü örtülmüş, toz bulutuyla kaplanmış. Şimdilerde perde aralanıyor.

Müthiş Selçuklu camileri, bir dönem faal olan 60 kiliseden hayatta kalanlar, mağaralara oyulmuş tapınaklar, sıcacık bir mimariyle yapılmış evlerle, her ziyaretçiyi şaşırtacak kadar özel bir yer burası...Sille, eski bir Rum yerleşimi. Üstelik sıradan bir yerleşim bölgesi değil, erken Hıristiyanlık döneminde bir dini merkez. Tarihte bilinen en büyük manastırın olduğu yer. “Ak Manastır” adıyla anılan “Ayios Khartion Manastırı”, tam 800 yıl kesintisiz hizmet vermiş olan dönemin en önemli yapılarından. Söylenceye göre Mevlevi dergâhlarının ileri gelenleri bile ziyaret etmiş, hatta bahçesine küçük bir mescit yapmışlar. Göremedim ne yazık ki; manastır, şimdi askerî bölge sınırları içinde kaldığından, ziyarete kapalı.
Sille’de hayat 5 bin yıldır kesintisiz devam ediyor. Cumhuriyet öncesinde, neredeyse 20 bine yaklaşıyor. Yerli halkın çoğunluğu Ortodoks Türkler, yani Karamanlılar; ama Müslümanlarla birlikte yaşanıyor. Halk, sadece Türkçe konuşuyor, tüm kaynaklarda da Yunan alfabesi kullanılarak Türkçe yazılıyor; Karaman Rumları gibi. Zamanla Hıristiyan halk azalmaya başlıyor. 1900’lerin başındaki nüfus sayımına göre, Hıristiyan-Müslüman oranı değişiyor; Sille halkının yüzde 60’a yakınının Müslüman olduğu kayıtlara geçiyor.

MEZAR TAŞLARI BİRER SANAT ESERİ

Bir zamanlar 20 binlere dayanan renkli bir kent… Şirince’de, Fethiye Kayaköy’de olduğu gibi, burada da evlerin manzarası birbirlerini kesmeyecek şekilde inşa edilmiş. Tepelere yayılmış olan mahallelerden bugüne sadece kalıntılar kalmış, ama o incelikli yerleşim planını hissetmek zor değil… Şimdiki nüfus ise sadece 4 bin civarında. Üstelik yıllarca unutulduktan, vazgeçildikten sonra, yavaş yavaş tozundan silkiniyor Sille. Yeni bir hayat buluyor. Yıllara inat, “evet, buradayım” diyor…
Dünden bugüne yaşamın kesintisiz devam ettiği Sille’nin her sokağında, her köşesinde, bir dönemin önemli bir yerleşim bölgesi olduğunun izleri var. Aslında birkaç dönemin: Roma, Bizans, Selçuklu. Köprüler, camiler, şaşaalı hayatların izlerini taşıyan kocaman evler… Ve tüm Sille’ye yayılmış olan mezar taşları.
Görmemenin imkânı yok, her yerdeler. Kimisi daha renkli, şekilli; bazıları daha düz. Sille sokaklarında dolaşırken, buranın bu zenginliğine şahit olurken, SİT alanı oluşuna şükrettim. Her yerden fışkıran bir tarih, bir mücevher var…
Başkente uzak gibi görünen Sille, aslında bir kesişme noktasında. Kudüs’ü İstanbul’a bağlayan yolda; geçmişte Baharat ve İpek Yolu kervanlarının durağı.
Öyle gidilmeyen, bilinmeyen bir yer değil. Zaman içinde birçok imparator, sanatçı, asker, Sille’yi ziyaret ediyor. 300’lerde, imparator Konstantin’in annesi Helena’nın yolu düşüyor buraya. Gözüne kestirdiği noktada güzel bir kilise yaptırıyor, adı da “Ayia Elena” oluyor. Yıllarca kullanılan, defalarca onarım gören kilise, geçtiğimiz yıllarda “tarihe saygı” projesi kapsamında bir kez daha tamirat görüp kapılarını açtı. Üstelik kilisenin ikonaları da, Yunanistan’daki “Silleli Rumlar” derneğinden geldi.
Sille, 800’lerde Arap akınlarına maruz kaldı. 1071’de Selçuklular’ın Konya’yı ele geçirip başkent yapmasıyla da önemi iyice arttı. 1226’da, Sultan 1. Alaeddin Keykubat, seferleri sırasında tanıştığı bir grup hristiyan Peçenek Türkü’nü, Sille’ye getirdi. Bölgenin çeşitliliği arttı, sanatçılar çoğaldı. Mimari, halıcılık, çömlekcilikle tüm civarda nam saldı. “Sille taşı” denen ve bu yörede çıkan bir tür taşla yapılan evlerin ünü, tüm ülkeye yayıldı.

HALISI TARİH OLDU

Şimdilerde, “cehri ağacı bitkisi”nden elde edilen kök boyayla boyanan Sille halısı pek dokunmuyor. Ama sokaklar, evler bir bir yenileniyor. Ayia Elena Kilisesi, resmi açılışı henüz gerçekleşmemiş olsa da, kültür evi olarak gezilebiliyor. Turkuvaz çinili minareleriyle Selçuklu camileri, nefes kesiyor. Baraj gölü kıyısında oturmak da insanı epeyce dinlendiriyor.
Konya’dan minibüsle ulaşılan Sille’yi mutlaka görmek lazım. Otomobille sadece 10 dakika sürüyor. O koskoca Konya’dan sonra, başka bir dünyaya, başka bir zamana geliyorsunuz. Kötü evler, arada yapılmış felaket apartmanlar var tabii; ama o baskın tarihî dokuyu her adımda hissediyorsunuz. Eski türküyü bilirsiniz belki de, hani “şu sille’den aman gece geçtim, görmedim annem annem annem / acı da tatlı aman sular içtim / ölmedim annem annem annem / aman sille sille sille sille” diye başlar. Çok sanatçı okudu; bazıları oyun havası gibi, bazıları daha ağır bir türkü gibi seslendirdi. Hep kulağıma çalındı, nedense pek önemsemedim şimdiye kadar. Sille’yi hayatımda ilk kez görünce, türküyü de daha bir can kulağıyla dinledim. İçimden “aman da Sille Sille / çektiğim çille çille” diye bir kez daha mırıldandım…

Mağara kiliseleri pagan tapınağıydı

Hıristiyanlık öncesinde pagan tapınakları olarak kullanılan mağaraların çoğu daha sonraları kilise olmuş. Özellikle biri oldukça büyük. İçinde sıra sıra oyuklar var, mezar oldukları söyleniyor. Başka bir söylence de, eski zamanda şifa arayan halkın, gelip bu oyuklarda geceyi geçirdiği. Özellikle baş dönmesi, sinir sistemi rahatsızlıkları olanlarda çok etkili olurmuş… Tabii bunlar yüzlerce yıl öncenin yaşantısından. Kaya kiliseleri, Sille merkezden yürüyerek ziyaret edebilirsiniz.

False