Ses sarayında bir temmuz ikindisi
Köln’ün pazar rehavetini yaşadığı bu temmuz ikindisinde beni şaşırtacak, heyecanlandıracak neye rastlayabilirim ki, diye düşünmüştüm otelden çıkarken. Yanılmışım.
Köln deyince aklıma ilk gelen soğuğuydu. Üç yıl önce kasımda, üç gün geçirdiğim şehirde hiç ummadığım kadar üşümüştüm. Köln Katedrali’ni gezecek zaman bulamamış, ancak gece yarısı etrafında iki tur atmıştım. Katedral Meydanı’nda çenem kastanyet gibi çarpmış, titremekten gördüğüm anıtsal yapının haşmetini kavrayamamıştım. Bu kez temmuz sıcağında kavruluyordu şehir. Sadece 36 saatim vardı. Katedralin yanı başındaki beş yıldızlı turistik otelde kalıyordum. İlk akşam otelin iki üst düzey yöneticisiyle tanışmıştım. Her ikisi de Türktü. Üçüncü kuşak gurbetçiler, Türkçe bilmiyordu. İngilizce sohbet etmiştik. “Babam Hürriyet okurdu, çocukluğumdan beri bilirim gazetenizi” demişti sarışın, mavi gözlü olanı. Bana kent ekonomisini, gurbetçi Türkleri anlatmışlardı. Turizm Ofisi’nden rehberle kent merkezinde yürüyüşe çıkmak da onların fikriydi. Ertesi sabah önerilerine uyup, rehberle 2 saatlik tura çıktım. Meşhur Belediye Binası’nı, Glockengasse’deki Kolonya Müzesi’ni, en eski yerleşimleri gördüm. Öğleden sonra ise bana kalmıştı.
ÜRPERTEN GÜÇ
Otelden çıkarken programımı yapmıştım. Önce nehir turu, sonra katedralde konser... Katedralin kuzey cephesindeki merdivenlerden yine neşeli çığlıklar, hayret nidaları yükseliyordu. Amerikalı sokak cambazı, kimbilir kaçıncı kez daracık kutulara, kovalara giriyor, arada güncel politik esprilerle merdivenlere oturmuş seyircilerini güldürüyordu. Günde 20 bin kişinin gezdiği katedralin çıkış kapısında, izleyici kıtlığı çekmiyordu. Ren kıyısına inen parktaki havuzlar, tıpkı İstanbul’daki gibi çıplak çocuklarla dolmuştu. Suların içinde atlayıp, zıplıyor, çevreye neşeli kahkahalar saçıyorlardı. Sahildeki iskeleden biletimi alıp, kalkacak ilk gemiye atladım. Kaptan köşkünün yanındaki beyaz plastik iskemlelerden birine yerleştim. Şehirdeki bunaltıcı hava geride kalmış, serinliğe, ferahlığa kavuşmuştum. Temmuz sıcağında şehre İsviçre Alpleri’nin serinliğini taşıyordu Ren.
Meşhur demiryolu köprüsü Hohenzollern’i geride bırakıp güneye, nehrin kaynağına doğru hareket ettik. Geniş güvertede hepi topu 20 kişiydik. Turistten çok Alman vardı. Kişiliksiz Deutz’ü, tek bacağa asılan Severin köprülerini geçtik. Sağda, nehir kıyısına balyoz gibi dikilmiş üç binaya yaklaşırken bunların öyküsü anlatıldı. Liman günlerinin dev vinçlerini simgeliyordu herbiri ve büyük firmalara aitti. Yaklaşık 1,5 kilometre ilerideki üçüncü köprü Sudbrucke’ye vardığımızda, Ren’in gerçek gücünü ilk kez hissettim. O sessiz, kıpırtısız görünümlü nehir, köprünün ortadaki bacağından neredeyse çağlayan oluşturarak akıyordu. Bir gemi buraya küpeştesinden çarpsa, suyun gücüyle ikiye yarılabilirdi. 1230 kilometrelik nehrin ortalarındaki, aşağı Ren bölgesindeydim. Az buz değil, bu nehir Kuzey Denizi’ne saniyede tam 2 bin metreküp su boşaltıyordu.
ERKEKLERE ÖZEL ÇIPLAKLAR KAMPI
2,5 kilometre önümüzdeki Rodenkirschen Köprüsü’ne kadar, nehrin kuzey kıyısına beton mendirekler sıralanmıştı. Nehre saplanmış bıçakları andıran 100’er metrelik yedi mendirek, sahilde kumsal oluşmasını sağlıyordu. Kumsalda aileler güneşleniyor, çocuklar ebeveynlerin gözetiminde suya giriyordu. Deniz motosikletliler, su kayaklılar bu bölgede bir aşağı, bir yukarı gösteri yapıyordu. Akdeniz kıyılarını andıran bu neşeli görüntülerin ardından şehrin güneydeki son köprüsü Rodenkirschen’e vardık. Ve bir sürprizle karşılaştık: Çıplaklar kampı! Wiesenhouse Kampingi ile köprü ayağı arasındaki 250 metrelik kumsala mayosuz, çoğunluğu göbekli erkekler sıralanmıştı. Geçen tekneleri izliyorlar, sanki kendilerini göstermeye çalışıyorlardı. Aralarında hiç kadın yoktu. Yüksek otların arasından çıkan dörtlü ayak gruplarına bakılırsa, bu kampta her şey serbestti. Çıplaklar kampının başladığı noktada hızla güneye dönüp, nehrin aksi yakasına doğru koşturmaya başlayan teknemizin, turistlerin gözlerini göbekli, çıplak erkek görüntülerinden korumaya çalıştığını sanmıştım. Meğer dönüş yoluna geçmişiz. Akıntıyı arkasına alan tekne iyice hızlandı ve 40 dakikada geldiğimiz yolu, yarısı kadar sürede döndük.
İskeleye vardığımızda Köln Katedrali’ndeki konserin başlamasına yarım saat vardı. 3970 borulu, görkemli bir orgu ilk kez dinleyecektim, heyecanlıydım. Güneydeki meydandan kapıya yaklaşırken tekerlekli platform üzerine yerleştirilmiş, yarım kuyruk bir piyano dikkatimi çekti. Şortlu genç bir erkek çekerek taşıyordu. Konser piyanosuyla sokak müzikçiliği yapan bir çılgın düşünemiyordum. Herhalde bir okulun piyanosu taşınıyordu. Yine de neden riske girdiklerini anlamakta zorlandım.
3970 BORULU KONSER
160 metrelik iki kulenin altındaki yüksek tahta kapıdan görkemli katedrale girdim. Geçmişi Osmanlı’dan 50 yıl öncesine giden, 140 yıl önce son şeklini alan yapıda insan kendini karınca kadar küçük hissediyordu. Avrupa’nın en büyük gotik katedrali mimarisiyle Portekiz’den Rusya’ya tüm kıtayı etkilemişti. İkinci Dünya Savaşı’ndaki hava bombardımanı sırasında şehir dev bir moloz yığınına dönüşürken, pilotlara kerteriz olduğu için bombalanmaktan kurtulmuştu. Vitrayları, Üç Kral lahti ve görkemiyle UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmişti. Bunların ötesinde, mekanları sesleriyle algılamayı sevenler için özel bir ses sarayıydı. 11 çanı, iki orgu, sıradışı yükseklikteki iç mekanı, akustik özellikleriyle meraklı kulaklara sürprizler sunuyordu.
İki orgdan büyük olanı 1998’de yapılmış, yapının ortasındaki balkona yerleştirilmişti. 3970 borusundan önemli bölümü sütunların üstüne sıralanmıştı. 1948 yapımı küçük org ise girişin üstündeydi. Her ikisi de tarihi Orgelbau firmasının yapımıydı. Katedralin iki orgcusu hazirandan, ağustos sonuna kamuya açık, ücretsiz 12 konser veriyordu. Kimi zaman iki org birden kullanılıyordu. Ben Winfried Bonig’in konserine rast gelmiştim. 54 yaşındaki Bonig, 12 yıldır görevdeydi.
UZAYA AÇILAN KAPI
Konserin başlamasına 10 dakika kala oturulacak yerler tamamen dolmuş, dinleyiciler orgun altındaki meydanda yerlere yayılmıştı. Orgun karşısındaki kanatta bir lahtin kıyısına iliştim. Ve beklemeye başladım.
Dinleyicilerin çoğu orta yaş kuşağıydı. Gençlerde ise ağırlık turistlerdeydi. Ellerindeki konser programını dikkatle incelemelerine bakılırsa, rastlantı sonucu orada değildi hiçbiri. Meraklı müzikseverlerle bir aradaydım. Programdaki eserlerden sadece Max Reger’inki org için yazılmıştı. Diğerleri, Wagner, Bruckner, Ebert ve Humperdinck uyarlamalarıydı.
Orgun sesi boşluğa yayıldığında ürperdiğimi hissettim. Öylesine derinden, öylesine geniş hacimliydi ki hipnotize olduğumu hissettim. Dev katedralin atmosferi birden bire değişivermişti. Boğaziçi Üniversitesi’nde, Saint Antuan ve Notre Dame de Sion’da defalarca org resitali dinlemiş, hiç bu kadar etkilenmemiştim. Sanki önümüzde bir geçit açılmış, uzay boşluğuna çıkmıştık. Org klavyesinin, orgcunun gözükmemesi, ton zenginliği, boşlukta sesin dolaşması, yankılanması tuhaf bir his yaratıyordu. Ay’dan Dünya’yı seyretmek kadar heyecan vericiydi Köln Katedrali’nde org resitali dinlemek...
Çevremdekilere bakılırsa bu duyguları yaşayan sadece ben değildim. Kıpırtısız, adeta nefes almadan dinliyordu herkes resitali. Konser bittiğinde çoğunluk bir süre daha yerinde oturmayı tercih etti.
Çıkışta bir başka sürpriz bekliyordu. Konsere girerken rastladığım kuyruklu piyano meydanın ortasına yerleştirilmiş, şortlu piyanist Chopin’in noktürnlerini çalmaya başlamıştı. Çevresindeki kalabalık sessizce, merakla dinliyordu... Sokakta teyp eşlikli keman konçertosu bile dinlemiştim, fakat kuyruklu piyanoya ilk kez rastlıyordum. Bir yaz günü, müzikle nefes alan bir şehri adımlamak başlı başına
bir zevkti.
Yaz konserleri
Orkestraların konser sezonu bittiğinde, Köln Katedrali’nde yaz resitalleri başlıyor. Hazirandan eylül başına, her salı, kimi zaman pazar günleri saat 20.00’de katedralin orgcuları konser veriyor. Ücretsiz konserlerin programını internetten edinebilirsiniz. (www.koelner-
dom.de)
Tur seçenekleri
Köln Turizm Merkezi, kişilere ve gruplara yönelik tematik turlar düzenliyor. Tarihi bölgede 1,5 saatlik özel rehberli İngilizce yürüyüş turunun ücreti 125 Euro. Otobüs, tekne ve mini trenle de kenti tanımak mümkün. Özürlüler için farklı seçenekler hazırlanmış. Ayrıntılı bilgiyi internetten alabilirsiniz (www.cologne-tourism.com)
Efsanevi çanlar
Köln Katedrali’nin 11 çanı bile başlıbaşına merak nedeni. Örneğin, 24 tonluk Şişman Peter kıtanın desteksiz sallanan en büyük çanı. 600 kiloluk çekiç indiğinde 30 saniye derin do sesi çıkarıyor. Bir önceki çan hatalı ses verince 1918’de sökülüp, silah yapılmış. Peter’e “Almanya’nın Barış Çanı” adı verilmiş. 10,5 tonluk Pretiosa si, 5,5 tonluk Speciosa ise la tonunda çalıyor. Çanların sihrine kapılıp Avustralya’dan gelen piyanist Raydan Mizzi, 9.5 dakikalık video hazırlamış. Film, You Tube’de bugüne kadar 160 bin kez tıklanmış.