Lütfi ÖZGÜNAYDIN
Son Güncelleme:
Savur’da taş sabırla işlenir evler ipek giysi gibi şekillenir
Mardin merkezine karayoluyla 47 kilometre uzaklıktaki Savur, bir dağın yamacında. Tarihi Etiler’e kadar uzanan yerleşimin en önemli özelliği taş işçiliğinde yaratılan mucizeler. Özellikle Dereiçi Köyü’nde geçmişin ustalarından kalan evler, yel değirmenleri birer sanat eseri.
Mardin’den, Midyat’a doğru yola çıktığınızda, önce kiraz bahçelerinin süslediği Yeşilli ilçesini geçersiniz. Mevsimiyse, Mezopotamya’nın baskın güneşi altında, kızaran kirazları görürsünüz. Gökyüzünün mavisi bir başkadır, kavruk taşlarla örülü evler, yemyeşil ağaçlar, kırmızı kirazlar öyle yakışır ki bu dinginliğe... Yol döne döne çıkar Yeşilli’nin önünden; tepede Savur Sapağı çıkar karşınıza.
İnişe geçip, dolana dolana vadinin tabanına inersiniz. Suya, yeşile hasret doğa vadinin tabanında aniden yeşile bürünür, yol çayırların, ağaçların arasından uzar gider... Yamaçlardaki üzüm bağları, vadinin tabanındaki kavaklar yol arkadaşınız olur. Bir serinlik düşer içinize. Arasıra, derenin parıltılarına takılır gözleriniz, kuş sesleri dolar kulaklarınıza.
Vadi bitmeden, küçük bir köprüden sonra, birkaç kez dolanıp Savur’un içinde bulursunuz kendinizi. Çarşı içine düşersiniz; küçücük dükkanlar, serinliğe bedenlerini atmış, dostça bakan Savurlular, değişik vitrinler sıra sıradır. Cadde ilçenin ortasındaki, küçük meydana kadar sürer. Demircinin çekiç sesi, köylerden gelen kadınların yoğurt ve sütlerini pazarlamak için giriştikleri sohbetler, fırındaki ekmeğin şekli ve rengi, dükkanların kepenklerinde asılı, satılık eşyalar, daha nice nice ayrıntı algılarınıza takılır. Küçük meydanda durup, önünüzden geçen hayatı izlersiniz. Merakın oluşturduğu sorular yavaş yavaş cevaplarını bulmaktadır. Ve içten insanlar, güler yüzle karşılar sizi. Meydandan çıkıp kenti görmek gerekir: Sokak aralarını, kalesini, camisini... En yüksek yerden kentin panaromik manzarasını...
FOTOĞRAF ÇEKECEKSENİZ MAVİ IŞIĞI BEKLEYİN
Artık fotoğraf çekmek, seyahatlerin ayrılmaz parçası. Mardin ve Savur ise sadece fotoğraf çekmek için gidilecek yerler. Taş işciliğinin doruğa çıktığı, böyle kentlerde iyi fotoğraf yakalamak çaba gerektirir. Fedakarlık ister. Taşın gerçek rengini almak için kesinlikle sabah erken saatleri ve akşamın son ışığını beklemelisiniz. Işık sararınca taşın gerçek rengi objektifinize yansır. Taş duvarların arasında meydana gelen gölgeler, değişik kesitlerin ortaya çıkmasını sağlar. Birçok fotoğraf dostu soruyor, “neden sizin fotoğraflarınızdaki rengi bulamıyoruz” diye. Nedeni, çekimin yanlış zamanda yapılması. Öğlen, sert ışıkta taş, gri renk alır, yüzey dokusu kaybolur. Sabahın ilk ışığında uyanmak şart ve de akşam mavi ışığı kaçırmamak gerekir. Mavi ışık her mekanda önemlidir. 15 dakika kadar sürer. Bu süreyi iyi değerlendirmek, keyfini çıkarmak gerekir.
DEREİÇİ KÖYÜ
Savur’un kalesini, dere kıyısındaki su değirmenlerini, Ulu Camii’yi, konaklarını gezdikten sonra, Deriiçi Köyü’ne gitmek gerekir. İlçe merkezini köye bağlayan yol derenin kıyısından geçiyor. Dutluklar var yol boyunca. Yaz başında kırmızı dutlar yaygılar gerilip sallanıyor. Eski su değirmenleri korunmuş. Dereiçi çok önemli bir köy. Eğer taş evleri restore edilse, turizme açılsa bir yıldız olur. ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Metin Sözen’in hayran olduğu yapıların çoğu boş. Köyhalkının çoğu İsveç’e yerleşmiş. Köyde üç kilise var: Mor Abay, Mor Teoduto, Mor Şabay... Kilise bahçelerindeki mezar taşları kanaviçe gibi işlenmiş. Öylece duruyor köy. Üzüm bağları da. Mezopotamya’nın meşhur üzümleri, köylülerin elinde eskiden olduğu gibi çevre köylerde şaraba dönüştürülüyor.
KAVAKLARI IRAK’TA GÖLGELİK YAPILIYOR
Savur’da bahçelerin çoğunda kavak ağaçları yetiştiriliyor. Merak edince hemen anlatıyorlar. Kavaklar kesilip Irak’a gönderilirmiş. Burada gölgelik yapımında kullanılırmış. Irak-İran savaşında altın gibi değerliymiş kavak ağaçları... Savur’dan Bağdat’a kamyon kamyon kavak ağacı gönderilirmiş. Bu ticaret yüzünden kavak ağaçları sıra sıra... Tarlalarda kavak fidanları büyütülüyor. Kıvama gelenleri kesiliyor, soyuluyor ve kamyonlara yükleniyor.
GEZGİN GÜNLÜK YAŞAMI ÖNEMSEMELİ
Gezerken sadece o mekanın genel fotoğraflarıyla yetinmemelisiniz. Mutlaka yaşamın içinden bir iki kare fotoğraf çıkarmalısınız. Yöre halkından birkaç portre de arşivinizi güçlendirir. Fotoğraf artık bir yaşam biçimi. Gezginler farkında olmadan ülkenin de topoğrafyasını çıkarır. Çektikleriniz önemlidir. Onları iyi saklamalısınız. Dijital görüntüleri işlemeyi de öğrenmelisiniz. Gezerken fotoğraf çekenler yanlarında fotoğraflarını depolamak için hard-disk de bulundurmalı. Özellikle “Küçük Mardin” denilen Savur gibi fotoğrafçının başını döndürecek zenginlikteki şehirlere giderken...
YÖRENİN TARİHİ, LEZZETLERİ ABDULLAH BEY KONAĞI’NDA YAŞIYOR
Savur Meydanı’ndan sola dönerseniz kaleye, sağa dönerseniz Abdullah Bey konağına ulaşırsınız. Güneydoğu’nun en özgün, en güzel, bozulmamış konağıdır. Müze gibi korunmuştur. Duvarları sura benzer. Taş ve ahşap işçiliği gözalıcıdır. Odaları naif örtülerle döşenmiştir. Selahattin Öztürk ve Abidin Öztürk bu konağı butik otele dönüştürmüş. Geçmişin eşyalarını kullanmış her yerde. Konağın bir konuk odası var, anlatılmaz... Evin annesi Nezihe Öztürk renk renk halılarla döşemiş sedirleri, yastıkları bembeyaz işlemeli örtülerle kaplı. Dolapta renk renk yorganlar üst üste yığılmış. Abdullah Bey’in eşyaları bir dolaba yerleştirilmiş. Savur’a özgü bir şömine ve yüz yıllık pirinç karyolanın bulunduğu oda yine yüzyıllık eşyalarla donanmış. Konak misafirlerini geçmişin dünyasına taşıyor, yörenin mutfağıyla tanıştırıyor. Her şey özgün, karşılama ağırlama samimi olduğu gibi doğal ve içten. Öztürk Ailesi’yle sohbet ederken onlarca hikaye dinliyorsunuz geçmişe dair. Konağın damından gece ya da şafak sökerken Savur manzarası doyumsuz. Karşıda koni gibi bir tepe, eteğinde eski evler, zirvesinde kale var. Gece bir başka gözüküyor, yıldızlar üzerinize yağarken, pencerelerden taşan ışığa gözünüz takılıp kalıyor.
İnişe geçip, dolana dolana vadinin tabanına inersiniz. Suya, yeşile hasret doğa vadinin tabanında aniden yeşile bürünür, yol çayırların, ağaçların arasından uzar gider... Yamaçlardaki üzüm bağları, vadinin tabanındaki kavaklar yol arkadaşınız olur. Bir serinlik düşer içinize. Arasıra, derenin parıltılarına takılır gözleriniz, kuş sesleri dolar kulaklarınıza.
Vadi bitmeden, küçük bir köprüden sonra, birkaç kez dolanıp Savur’un içinde bulursunuz kendinizi. Çarşı içine düşersiniz; küçücük dükkanlar, serinliğe bedenlerini atmış, dostça bakan Savurlular, değişik vitrinler sıra sıradır. Cadde ilçenin ortasındaki, küçük meydana kadar sürer. Demircinin çekiç sesi, köylerden gelen kadınların yoğurt ve sütlerini pazarlamak için giriştikleri sohbetler, fırındaki ekmeğin şekli ve rengi, dükkanların kepenklerinde asılı, satılık eşyalar, daha nice nice ayrıntı algılarınıza takılır. Küçük meydanda durup, önünüzden geçen hayatı izlersiniz. Merakın oluşturduğu sorular yavaş yavaş cevaplarını bulmaktadır. Ve içten insanlar, güler yüzle karşılar sizi. Meydandan çıkıp kenti görmek gerekir: Sokak aralarını, kalesini, camisini... En yüksek yerden kentin panaromik manzarasını...
FOTOĞRAF ÇEKECEKSENİZ MAVİ IŞIĞI BEKLEYİN
Artık fotoğraf çekmek, seyahatlerin ayrılmaz parçası. Mardin ve Savur ise sadece fotoğraf çekmek için gidilecek yerler. Taş işciliğinin doruğa çıktığı, böyle kentlerde iyi fotoğraf yakalamak çaba gerektirir. Fedakarlık ister. Taşın gerçek rengini almak için kesinlikle sabah erken saatleri ve akşamın son ışığını beklemelisiniz. Işık sararınca taşın gerçek rengi objektifinize yansır. Taş duvarların arasında meydana gelen gölgeler, değişik kesitlerin ortaya çıkmasını sağlar. Birçok fotoğraf dostu soruyor, “neden sizin fotoğraflarınızdaki rengi bulamıyoruz” diye. Nedeni, çekimin yanlış zamanda yapılması. Öğlen, sert ışıkta taş, gri renk alır, yüzey dokusu kaybolur. Sabahın ilk ışığında uyanmak şart ve de akşam mavi ışığı kaçırmamak gerekir. Mavi ışık her mekanda önemlidir. 15 dakika kadar sürer. Bu süreyi iyi değerlendirmek, keyfini çıkarmak gerekir.
DEREİÇİ KÖYÜ
Savur’un kalesini, dere kıyısındaki su değirmenlerini, Ulu Camii’yi, konaklarını gezdikten sonra, Deriiçi Köyü’ne gitmek gerekir. İlçe merkezini köye bağlayan yol derenin kıyısından geçiyor. Dutluklar var yol boyunca. Yaz başında kırmızı dutlar yaygılar gerilip sallanıyor. Eski su değirmenleri korunmuş. Dereiçi çok önemli bir köy. Eğer taş evleri restore edilse, turizme açılsa bir yıldız olur. ÇEKÜL Vakfı Başkanı Prof. Metin Sözen’in hayran olduğu yapıların çoğu boş. Köyhalkının çoğu İsveç’e yerleşmiş. Köyde üç kilise var: Mor Abay, Mor Teoduto, Mor Şabay... Kilise bahçelerindeki mezar taşları kanaviçe gibi işlenmiş. Öylece duruyor köy. Üzüm bağları da. Mezopotamya’nın meşhur üzümleri, köylülerin elinde eskiden olduğu gibi çevre köylerde şaraba dönüştürülüyor.
KAVAKLARI IRAK’TA GÖLGELİK YAPILIYOR
Savur’da bahçelerin çoğunda kavak ağaçları yetiştiriliyor. Merak edince hemen anlatıyorlar. Kavaklar kesilip Irak’a gönderilirmiş. Burada gölgelik yapımında kullanılırmış. Irak-İran savaşında altın gibi değerliymiş kavak ağaçları... Savur’dan Bağdat’a kamyon kamyon kavak ağacı gönderilirmiş. Bu ticaret yüzünden kavak ağaçları sıra sıra... Tarlalarda kavak fidanları büyütülüyor. Kıvama gelenleri kesiliyor, soyuluyor ve kamyonlara yükleniyor.
GEZGİN GÜNLÜK YAŞAMI ÖNEMSEMELİ
Gezerken sadece o mekanın genel fotoğraflarıyla yetinmemelisiniz. Mutlaka yaşamın içinden bir iki kare fotoğraf çıkarmalısınız. Yöre halkından birkaç portre de arşivinizi güçlendirir. Fotoğraf artık bir yaşam biçimi. Gezginler farkında olmadan ülkenin de topoğrafyasını çıkarır. Çektikleriniz önemlidir. Onları iyi saklamalısınız. Dijital görüntüleri işlemeyi de öğrenmelisiniz. Gezerken fotoğraf çekenler yanlarında fotoğraflarını depolamak için hard-disk de bulundurmalı. Özellikle “Küçük Mardin” denilen Savur gibi fotoğrafçının başını döndürecek zenginlikteki şehirlere giderken...
YÖRENİN TARİHİ, LEZZETLERİ ABDULLAH BEY KONAĞI’NDA YAŞIYOR
Savur Meydanı’ndan sola dönerseniz kaleye, sağa dönerseniz Abdullah Bey konağına ulaşırsınız. Güneydoğu’nun en özgün, en güzel, bozulmamış konağıdır. Müze gibi korunmuştur. Duvarları sura benzer. Taş ve ahşap işçiliği gözalıcıdır. Odaları naif örtülerle döşenmiştir. Selahattin Öztürk ve Abidin Öztürk bu konağı butik otele dönüştürmüş. Geçmişin eşyalarını kullanmış her yerde. Konağın bir konuk odası var, anlatılmaz... Evin annesi Nezihe Öztürk renk renk halılarla döşemiş sedirleri, yastıkları bembeyaz işlemeli örtülerle kaplı. Dolapta renk renk yorganlar üst üste yığılmış. Abdullah Bey’in eşyaları bir dolaba yerleştirilmiş. Savur’a özgü bir şömine ve yüz yıllık pirinç karyolanın bulunduğu oda yine yüzyıllık eşyalarla donanmış. Konak misafirlerini geçmişin dünyasına taşıyor, yörenin mutfağıyla tanıştırıyor. Her şey özgün, karşılama ağırlama samimi olduğu gibi doğal ve içten. Öztürk Ailesi’yle sohbet ederken onlarca hikaye dinliyorsunuz geçmişe dair. Konağın damından gece ya da şafak sökerken Savur manzarası doyumsuz. Karşıda koni gibi bir tepe, eteğinde eski evler, zirvesinde kale var. Gece bir başka gözüküyor, yıldızlar üzerinize yağarken, pencerelerden taşan ışığa gözünüz takılıp kalıyor.