Şaşırtıcı ve güzel: İran
Beş bin yıla yayılan bir tarih... Rejim değişikliğiyle, savaşla hırpalanmış bir halk ama İran ve İranlılar önyargıların çok ötesinde: Hep çok şaşırtıcı, hep çok güzel!
Şiraz’da, akşam gezerken rastladığımız sokak müzisyenine eşlik ederek gözyaşlarına boğulan kız! Meşhed’de, Ortadoğu’nun en büyük kütüphanesinin sekiz dil bilen, kadirşinas yabancı yayınlar müdürü! Persepolis’te ata diyarını heyecanla anlatan rehber hanım! Tahran’da, Türkçe konuştuğumuzu duyunca yanımıza gelip, kırık bir Türkçe’yle sohbete başlayan ve bizi annesiyle ısrarla evlerine davet eden Ayşa! İsfahan’da, tarihi köprüde şarkı söyleyen gençler! Türk olduğumuzu öğrendiğinde gözleri sevgiyle, dostlukla gülümseyen; tarihiyle, sanatıyla bir büyük halk!
“Lale Fars dili üzerine bir tez hazırlıyormuş!”
Her şey kardeşim Handan’ın edebiyat fakültesinden sınıf arkadaşı Lale Yeşilova’nın doktora tezi için İran’a gidip geldiğini öğrenmemizle başladı. Yıllardır kafamızın bir köşesinde duran İran yolculuğumuzun temeli böylece atıldı. Aylar süren İran konulu okumalar ve filmlerden sonra; Tahran, Meşhed, Nişabur, Şiraz, Persepolis, Yezd, Kaşan, İsfahan derken...
İşte İran günlükleri..
12 Kasım Pazartesi: 23:50 uçağıyla İstanbul’dan Tahran’a uçuş. Ne giymeli? Lale’den boyun, baş, kol ve bacakların kapanması gerektiğini öğrenmişim öğrenmesine ama özellikle örtünme konusunda kafam karışık. Türk uçağına başı açık binen İranlı kızlar inmemize az kala hızla örtünüyorlar; tabii biz de!. Pasaport kontrolündeki polis güleryüzlü bir “Hoşgeldiniz” diyor. İran’da taksimetre kullanılmadığından Lale’nin taksi şoförüyle uzun pazarlığı.. Bu bir İran geleneği adeta; önümüzdeki günlerde otelde bile pazarlık yapmak zorunda kalacak Lale!
Adresimiz Tahran Heritage Hostel. Güleryüzlü, genç, dinamik bir ekibin işlettiği hostelde derin bir uyku ve kahvaltıdan sonra yıllardır duyduğumuz, ‘Toplu taşımaya kadın-erkek bir arada binmiyorlar’ bilgisiyle metroya giriyoruz. Lale gülüyor: “İlk vagon kadınlara ayrılıyor ama kadınlar karma vagona binip binmeme konusunda serbestler.” Başımız örtülü de olsa, eşim Alessandro ile yabancılığımız her yanımızdan akıyor. Metroda herkes çok saygılı. Konuştuğumuz Türkçe’yi dikkatle dinleyip, bazısı “Hoşgeldiniz” bile diyor. (Bu ilgi tatilimiz boyunca sürecek. Paris gibi kimsenin kimseye aldırmadığı bir şehirden sonra şaşırtıp duracak bizi İran’daki içten ve iyiniyetli bu alaka.) İkinci şaşırdığımız şeyse sokakta yatıp kalkan insanların olmayışı! Paris metrosunda ve sokaklarda hemen her köşede rastladığımız, çoğu yaşlı ve sokağa düşmüş insanlar yok burada. Okumuştuk: En yoksul aile bile zorda kalan ana babasını, çocuğunu sokağa bırakmıyor İran’da. Tahran metrosunun Paris’ten bir diğer farkı, seyyar satıcıları! İstanbul vapurlarında hep rastladığımız, iğneden ipliğe, çoraba aklınıza gelebilecek her şeyi satan seyyar satıcılar Tahran Metrosu’nun her yanında.
İlk adresimiz Tahran Şehir Tiyatrosu. Lale’nin Tahran’da kitapçılarla birlikte belki de en sevdiği yer. Macbeth’in duyurusuna, Eyfel Kule’li afişe bakarken, Paris ya da İstanbul’dayız hissini veren, kot pantalonlu, başı bantlı, Lale’ye göre ‘yönetmen adayı’ genç, ilgiyle oyunlar hakkında bilgi veriyor. Hava yağmurlu, kapalı. Tiyatro çevresinde küçük bir yürüyüş: Sokaktaki semaver tezgahından aldığımız sıcacık, demli çay; yanımızdan geçen ve sözlü sataşmalara karşılık veren iki travesti; İstanbul ve Paris’tekinden farksız, tıklım tıklım kitabevleri, kafeler.. Elvis Presley çalan kafenin solcu tipli genç garsonları.. Lale’nin, tatilimizin başından sonuna gölge gibi yanımızda, telefonla her konuda yardımcı olacak can dostu Mina ile buluşmamız.. Derken, gece treni...
Türkçe her yerde!
13 Kasım Salı: Saat 21:40. İmam Rıza’nın türbesiyle yılda milyonlarca hacı adayını çeken Meşhed şehrine gideceğiz. Son derece konforlu, lüks bir trenin dört yataklı kompartımanındayız. Azeri Türkleri her yerde. İran’da Türkçe konuşan azınlığın geçmişi 10-14. yy arasındaki Türk akınlarına dayanıyor ve bu azınlığın başını Azeriler çekiyor. Trende de servisimizi Azeri bir bey yapıyor. Gece bir durakta utangaç, genç bir Afgan katılıyor kompartımanımıza. Şehirler arası trende kadın-erkek aynı kompartımanda kalıp, uyuduğumuza şaşırarak gülüyoruz. Bu arada belirtelim: Yataklı vagonda verilen nevresim, kalacağımız tüm otellerdeki gibi tertemiz.
14 Kasım Çarşamba: Sabah 8:30’da Meşhed’deyiz. Hep duyduğumuz ‘ahlak polisleri’ ilk kez bu dindar şehrin garında çıkıyor karşımıza: Bir hanım Lale’ye başörtüsünü düzeltmesini söylüyor. İmam Rıza’nın türbesinin de bulunduğu görkemli külliyeye girerkense çarşaf giymemiz gerekiyor. Girişte bu işle görevli kadınlar Türk olduğumuzu öğrenince özel ilgi gösteriyorlar. O güne kadar hiç giymediğimiz ve üzerimizde tutmayı bir türlü beceremediğimiz çarşafla savaşımız da böylece başlıyor. İçinde bir cami, kütüphane ve müzeler barındıran dev külliyede neyin nerede olduğunu öğrenmemiz yarım günümüzü alıyor. O günün tek somut etkinliği, Meşhed ve külliye hakkında yapılmış kısa filmi yine külliyede seyretmek oluyor. Akşam, son derece turistik hale gelen İmam Rıza türbesi çevresindeki lokantalar yerine uzak, tertemiz bir esnaf lokantasında alıyoruz soluğu. İranlılar ağız tadımıza çok uyan sebze ve et yemekleri yiyorlar. Yaklaşık iki hafta süren tatilimizde gıda nedeniyle hiçbirimiz rahatsızlanmıyoruz.
Bin yıllık kütüphanenin 8 dil bilen müdürü
15 Kasım Perşembe: Meşhed’deki külliyenin içinde Ortadoğu’nun bin yıllık ve en büyük kütüphanesi var. İkinci gün Lale’nin tezi nedeniyle kütüphanedeyiz. Yabancı yayınlardan sorumlu Seyed Saber Marjaie Bey, Fransa’dan ve Türkiye’den ziyaretçi ağırlamaktan mutlu, sıcacık bir gülümsemeyle karşılıyor bizi. Kütüphanesini yabancılara tanıtmaktan gururlu, “Bugün sizinle bir hayalim gerçek oldu” diyor. Sekiz dil konuşan Seyed Bey’in bir de şiir kitabı var. Kütüphanedeki, ‘hastalanmış kitapların bakımının yapıldığı kitap hastanesi’nden söz ediyor bize. Mantar vs gibi parazitlere yakalanan kitaplar özenle ‘tedavi’ ediliyormuş. “Burası İran’ın değil, insanlığın malı” diyor.
16 Kasım Cuma: Meşhed’e taksiyle iki saat uzaklıktaki Nişabur bugünkü adresimiz. Nişabur’da Afgan, Hintli turistlere rastlıyoruz. Meşhed’deki İmam Rıza türbesine de kilometrelerce yol aştıkları otobüslerle geliyorlar. Şair Attar ile ressam Kemal ül Mülk’ün mezarlarını, Attar’ın bestelenmiş şiirleri eşliğinde görüyoruz. Sonraki adresimiz Ömer Hayyam’ın ters kadeh / lale şeklindeki mezarı. Başta Hayyam tüm şair mezarlarında beni en çok şaşırtan, İranlıların ailecek buralara gelip çiçek bırakması oluyor. Hayyam’ın bir avuç ama zevkle döşenmiş kitabevinin beyefendi sahibinden birbirinden güzel CD’ler alıyoruz. Cami, ev, okul her şeyin ahşaptan inşa edildiği ‘ahşap köy’ ise Nişabur yakınlarındaki son adresimiz.
17 Kasım Cumartesi: Sabah 10:40’ta Meşhed-Şiraz trenindeyiz, yolculuğumuzun 25 saat sürmesinin nedeni trenimizin önce Tahran’a, sonra Şiraz’a gitmesi. Şikayetçi değiliz, yol da, tren de çok güzel!
İran’ın İzmir’i: Güzel Şiraz!
18 Kasım Pazar: Şiraz’a vardığımızda ilk işimiz otele gidip dinlenmek oluyor. Lale’nin İranlı arkadaşı Ferzin 13:00 gibi bizi almaya geliyor. Şiraz Üniversitesi dünyanın sayılı üniversiteleri arasında ve Ferzin burada bilgisayar mühendisliği okumuş. Amacı eğitimine Kanada’da devam etmek. Bizi merdivenlerle indiğimiz, ilk bakışta İtalya’yı anımsatan, çok güzel bir lokantaya götürüyor. Etli köfteli pilav, kuzu güveç ve İranlıların ‘dugh’ dediği, kuru naneli ayran siparişimiz. Yemekten sonra Şiraz’ın gözbebeği köşk-saraylar ile bahçelerine gidiyoruz: Afif Abadi Bağları ve İrem Bağları. Selfie yapan birbirinden güzel genç kızlar, gitar çalan gençler hep buralarda.
Sıra İranlıların gözbebeği diğer iki şairin mezarında: Hafız ve Sadi. Akşam olmasına rağmen çoluk çocuk, ailecek dolduruyorlar şair mezarlarını. Şairlerin bestelenmiş şiirleri hoparlörlerden yayımlanıyor. İran’ın diğer şehirleri gibi Şiraz da geceleri çok güzel ışıklandırılıyor. 18. yy. tarihli Kerim Han Kalesi sapsarı sokak lambalarıyla büyüleyici.
Kalenin dibine sazıyla gelen sokak müzisyeninin yanında alıyoruz soluğu. Müzisyen, “Aramızda turist arkadaşlar var, hoşgelmişler” diyerek selamlıyor bizi. Yanımdaki kız Türk olduğumuzu öğrenince sıcacık bir ‘Welcome’ deyip şarkıya gözyaşlarıyla katılıyor. Kadın-erkek, müzisyeni çevreleyen Şirazlılar dokunaklı şarkılara hep bir ağızdan eşlik ediyorlar. ‘Yasakçı’ olduğunu düşündüğüm bir ülkenin şiirle, şarkıyla konuşan insanlarına şaşkınlıkla bakıyorum. Ferzin’le akşam gezimizin son durağı, içiyle dışıyla baş döndürücü Şahçerağ Türbesi oluyor.
İran ile ilgili ikinci bölümü haftaya yazacağım, şimdilik bu kadar...