GeriSeyahat Salyangozun pazar yürüyüşü
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Salyangozun pazar yürüyüşü

Salyangozun pazar yürüyüşü

İngiliz The Guardian gazetesinin geçen hafta “Avrupa’nın en güzel çocuklu tatil mekanları” listesinde üçüncü sıraya yerleştirmesi Çıralı’da büyük heyecan yaratmadı. Gerçek heyecan bahar yağmurlarıyla sulanan koyun huzur dolu bahçelerinde yaşanıyordu. Gelincikler, zakkumlar bir yana dev kaktüsler bile çiçeklerle donanmıştı. Sahili saran hanımeli, yasemin kokularının tadını Likya Yolu yürüyüşçüleri çıkarıyordu.

Çıralı Koyu’nun kuzey ucunda, Tekirova’ya uzanan Likya Yolu parkurunun yanıbaşında karşılaştım onunla. Yağmurlu gecenin ardından gelen pırıl pırıl güneşli bir pazar sabahıydı. Sahilden içeriye uzanan geniş yoldan duyargalarını sallayarak karşıya geçiyordu. Sırtında taşıdığı evi cilalanmışcasına parlaktı. Kavisler çizip kesintili izler bırakarak yolun yarısına varmıştı. Ne üstüne gölgesi düşen sabah koşucuları, elleri batonlu Likya yürüyüşçüleri ne de nadiren geçen bisiklet ve otomobiller umrundaydı. Kum kaplı, zımpara gibi zeminde azimle, dans edercesine zarif, telaşsız ilerliyordu. Kumsalın ardındaki pansiyonların çim kaplı bakımlı bahçeleri, yola taşan pembeli, beyazlı zakkumları, gülleri, çevreye yayılan hanımeli ve yasemin kokuları onun da başını döndürmüş olmalıydı. Yüksek ağaçları, insan boyunu aşan kaktüsleri, sararmış otlarla kaplı kumdan zeminiyle Afrika’daki safari parklarını anımsatan kıyı şeridinde geçirdiği geceden sonra, içerdeki bereketli topraklara, limon bahçelerine gidiyordu günün geri kalanı için...
O salyangoz ki dünyada 147, Türkiye’de 8 “Sakin Şehir”in simgesiydi. Ve bu simgeye sahip olmasa da Çıralı’da hayat salyangozun pazar yürüyüşü gibi huzurla akıyordu. Mayısın ilk yarısıydı. Antalya’dan başlayıp Fethiye’ye uzanan Likya Yolu’nun tam mevsimiydi. Dünyanın dört bir yanından gelen yürüyüşçüler antik Olimpos limanının bulunduğu koya yılın bu ayında uğruyordu en çok. Koyun iki ucundaki ucuz pansiyonlarda 50-60 TL’ye bir gece konaklayıp yollarına devam ediyorlardı. Haziran başında havalar ısınınca yürüyüşçüler ortadan kaybolacak, yerlerine bu sahilde yumurtlamak için okyanus aşan caretta carettalar gelecekti. Sonra da deniz, kum, güneş tatilcileri...

ŞİPŞAK ETKİ

The Guardian gazetesi 9 Mayıs’ta yayımladığı “Okul tatilinde Avrupa’da çocuklarla gidilecek 10 yer” başlıklı haberinde Çıralı’yı üçüncü sıraya yerleştirmişti. Okurlarına sahildeki bir bungalovda konaklayıp, ağustosta caretta’ların yumurtadan çıkışlarını gözlemeye davet ediyordu. Haber Türk basınına “Avrupa’nın En İyi Tatil Mekanı” şeklinde yansıyınca, ertesi gün etkisi görülmüştü. Merkezde bu yıl açılan Çıralı Restoran’da karşılaştığım bir yerli turist çift, garsona heyecanla gazetede okudukları haberi anlatıyor, “Merak edip geldik, buralarda satılık bir yer bulabilir miyiz” diye soruyordu... Aynı garson daha sonra sohbetimizde Çıralı’nın daha önce “Dünyanın En Güzel 10 Kumsalı” listesinde yer aldığını hatırlatıp “Sevinsek mi, üzülsek mi bilemiyoruz. Bu tür haberlerin talebi ve yapılaşmayı artırmasından, doğal dokunun bozulmasından endişe ediyoruz” diyordu. Endişesinde haksız sayılmazdı. SİT ve orman alanı engellerine, yıllardır süren davalara, yıkımlara karşın bu kış Çıralı’ya 300’e yakın yeni oda ya da bungalow yapılmıştı. Son 15 yılda pansiyon sayısı 12’den 150’ye ulaşmış, toplam yatak sayısı beş bini bulmuştu.
Buna karşın 3,5 kilometrelik Çıralı sahilinde henüz gözü çok rahatsız eden görüntü yoktu. Pansiyonlar bungalowlarını, tek katlı yapılarını 10-15 dönümlük limon bahçelerinin içine gizlemiş, üstelik yolla aralarında geniş bir yeşil alan bırakmıştı. Yüksek çamlar, maki şeklindeki sakız ağaçları bahçelerdeki portakal, limon, okaliptüs ağaçlarıyla birleşip göz alıcı bir yeşil doku oluşturuyordu. Çıralı 1972’den bu yana Beydağları Milli Parkı içindeydi. Sahildeki yaklaşık 300 dekarlık alan orman sınırlarına alınınca sahiplerinin mülkiyet hakkı tartışmalı hale gelmiş, konu yargıya taşınmıştı. 70 civarında işletme sürecin tamamlanmasını bekliyordu. Çıralı halkının endişesi bu alanın ellerinden alınıp büyük yatırımcılara verilmesi, sahilin beş yıldızlı otellerle betonlaştırılmasıydı.

RUSLAR ARTIYOR

Çıralı’nın güzelliği denizi, antik limanı, dalları limon ve portakal dolu narenciye bahçeleri, dev kaktüsleri kadar sahili hilal gibi çevreleyen dağlardan kaynaklanıyordu. Kuzeydeki Beydağları, 2360 metrelik zirvesiyle Tahtalı, güneydeki antik limanın yanıbaşından dik bir şekilde 500 metre yükselen Musa Dağı gün boyunca bulutlarla oynaşıyor, çevredeki manzara sürekli değişiyordu. Olimpos ile Çıralı’yı bölen Kızılkaya Tepesi katırtırnakları, zakkumlarla rengarenk boyanmıştı. Kumsalda gün boyunca oturup sıkılmadan bulutları, dağları, körfezin tropik denizleri çağrıştıran mavisini, kabuk toplayan tatilcileri, kıyıdan geçen mutlu Likya yürüyüşçülerini seyretmek mümkündü. İbiğini sallayarak kumların arasında zıplayan, yeterince seyirci toplayınca yerden 20 metre kadar yükselip, aynı noktada sabit kalarak soluksuz öten toygar kuşunun güzelim aşk şarkılarını, kumsala vuran dalgaların sesini de bu manzaraya eklediğinizde durum vahim bir hal alıyordu. “Ben buradan nasıl ayrılacağım” diye düşünmeye başlıyordunuz...
İşin acı tarafı bu manzaranın tadını çıkaranlar arasında Türk tatilciler yok denecek kadar azdı. Likya yürüyüşçülerinin yanı sıra Rus turistler ağırlıktaydı. Koyun orta bölümündeki konforlu pansiyonlarda kalıyordu çoğu. Restoran, market tabelalarındaki Rusça yazılara bakılırsa esnafın en iyi müşterileri onlardı. Fakat Antalya’nın beş yıldızlı otellerde konaklayan görgüsüz yeni zenginlerden değildi Çıralı’dakiler. Gürültüsüz, uygar, doğaseverdiler. Bisikletle çevreyi turluyor, günü yogayla karşılayıp uğurluyor, denizin ve baharın tadını doyasıya çıkarıyorlardı.

AHTAPOT SAMİ

Tabii bu güzelliği zedeleyen ayrıntılar da mevcuttu. Mesela, halkın tüm muhalefetine karşın, kıyıdan yaklaşık 2,5 kilometre açığa büyük bir balık çiftliği kurulmuştu. Koyun Karaburun yönüne demirleyen köye ait günlük tur tekneleri, ıssızlıktan yararlanıp sermayeleri olan denize sintine pompalamaktan kaçınmıyordu. Kaptanları, kendilerini uyaran köy muhtarını dövecek kadar eli sopalıydı...
10 yıl önce koyu boydan boya yüzerken rastladığım ahtapotların yerinde yeller esiyordu. Arcadia Hotel’in önündeki kayalıklarda eski dostum “ahtapot Sami”yi andım. İstiridye ikramıma renk değişimi şovuya karşılık verişini hatırladım. Sıcak denizlerden gelen papağan, balon balıklarının kurbanı olmuştu ahtapotlar. Tekir, kefal, yavru karagöz ve akyalara denizde, boy boy lagos, sarpaya restoran tezgahlarında rastladım. İki yıl önce kabuklarını topladığım kum istiridyelerinden bir tane bile olsun görememek üzücüydü...
Yine de mayısta Çıralı’da olmak güzeldi...

False