Son Güncelleme:
Renkleri seven Azeri şehri
Giresun ve Osmangazi’nin kardeş şehri Şeki, Kuzey Azerbaycan’ın Dağıstan sınırında. Meşe ormanlarıyla kaplı 2 bin metrelik dağların eteğine kurulmuş. Kişh Nehri yanı başından geçiyor. Şifalı mineral suları ve ipekçiliğiyle ünlü şehir, çok sayıda tarihi yapıya ev sahipliği yapıyor. Ayşe Dönmez, geçen nisanda gittiği Şeki’yi anlatırken “İhtişamlı çok saray gördüm ama Han Sarayı kadar küçük ve zarifine rastlamadım” diyor.
Azerbaycan gezimizde; başkent Bakü’nün tarihi mekanlarını, müzelerini dolaşıp, yöresel yemeklerini tadıp, sosyal hayatını tanımaya çalışırken, gerek Bakü’deki Türkiye Kültür ve Tanıtma Müşavirliği yetkilileri, gerekse tanıdığımız Azeriler, bir kenti görmemizi özellikle tavsiye etti. Kafkas Dağları’nın yamaçlarında kurulmuş, tarihi dokusu ve doğal güzelliğiyle eşsiz Şeki’yi “görmeden gitmeyin” dediler.
Bazen rüzgarlı ve yağmurlu, bazen pırıl pırıl güneşli ılık havasıyla baharı yaşayan Bakü’yü geride bırakıp 300 kilometre kuzeybatısındaki Şeki’ye doğru, yola çıktık. Eskice bir otobüsle, yaklaşık 6 saatlik gece yolculuğuyla ulaştık. Nisandı, karla karışık yağmur yağıyordu. Şeki’yi kuşatmış sivri tepeler, ormanlar ve evlerin çatıları karla süslenmişti. Bu masalsı atmosferde, sis bulutları dağ başlarından vadilere, oradan çatılardan çatılara geziniyordu. Tarihi yapılar, evler, çiçek açmış ağaçlar, meşe ormanı kaplı tepeler sis huzmelerinin arasından hayal-meyal seçiliyordu. Denizden 675 metre yüksekliğe kurulmuş, mabetleri, kervansarayları, kalesi, içi dışı oya gibi işlenmiş Han Sarayı, vahşi dağları, meşe, ardıç, gürgen kaplı yeşil tepeleri, çınar, söğüt ve meyve ağaçlı bahçeleriyle büyüleyici bu kente, Azerbaycan’ın Şeki Turizm Bürosu’ndan rehberimizle kale kapısından girdik.
KÜÇÜK, ZARİF SARAY
Bahçesindeki ulu çınarların arasından, ince ince işlenmiş ahşap kapısı ve renkli vitrayla süslenmiş pencereleri, mozaiklerle kaplanmış duvarları ile Han Sarayı çıkıverdi karşımıza. Birçok sütunlu, oymalı, heykelli ihtişamlı saray gördüm ama, içi dışı böylesine ince zevkle rengarenk işlenmiş, küçük ama görkemlisini görmedim. Saray, hanlığın merkezine 1762’de Hüseyin Han tarafından yaptırılmış. Pencereler çok küçük geometrilere bölünmüş ve ahşap çıtalar arasındaki camlar doğal boyalarla renklendirilmiş. Binlerce ahşap çıta, cam, çivi veya yapıştırıcı kullanılmadan birbirine geçme yöntemiyle birleştirilmiş. Saraydaki süslemeler, yumurta akı ve çiçeklerden elde edilen doğal boyalarla gerçekleştirilmiş. Duvarlar ve tavan geometrik şekiller, hayvan resimleri, ağaç, meyve ve çiçek figürleri, savaş ve av sahneleriyle süslenmiş. Pencere vitraylarından yansıyan renkli ışıklarla aydınlanan süslemelerin arasında, renk cümbüşünün içinde bulduk kendimizi.
Dışarıdaki doğal hayatın nakşedildiği bu mekanda, fotoğraf makinemi bir pencereye, bir tavana, bir o duvardan bir bu duvara çevirerek deklanşöre bastım ve güzelliği yakalamaya çalıştım.
DAĞDAKİ DİLEK MERKEZİ
İpekyolu üzerindeki şehrin geçmişi 3 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. İpekçiliğin, el sanatlarının geliştiği zengin bir ticaret merkeziymiş. Şeki Krallığı’nın önemli yerleşimleri arasına girmiş. Kafkas Arnavutları’nın egemenliği altında kalmış. Araplar, Moğollarca işgal edilmiş. Sonrasında Osmanlı dahil, birçok medeniyet gelip geçmiş. Bugün 63 bin nüfuslu bir şehir. Aynı ismi taşıyan bölgenin merkezi. Şeki’de kilise, cami, kervansaray, kale gibi çok sayıda tarihi yapı bulunuyor. Tarihi çarşısında hâlâ ipekliler satılıyor. Küçük marketler, “Papakçı” adı verilen kalpakçılar, helvacılar yan yana sıralanmış.
Kişh Nehri Vadisi’nden şehrin arkasındaki tepeye doğru ilerliyoruz. Kente 5 kilometre mesafedeki taş sokaklı köye ulaşıyoruz. Dağın başında, sisler arasında sipsivri çatısıyla karşımızda duran yapı Kish Albanian (Kiraz likörü Arnavut) Kilisesi. İsa’nın havarisi tarafından 1. yüzyıl sonu, 2. yüzyıl başında inşa edilen bu yapı, Kafkaslar’ın ilk kilisesi. Küçücük pencereli, sade taş mabedin loşluğunda gezinmek bizi tarihin esrarengiz labirentlerine doğru çekiyor. Bazı araştırmacılara göre, bu bölge eski bir dini merkez. Kilise de eski bir tapınağın üzerine kurulmuş. Yüzyıllardır şifa ve dilekte bulunmak için ziyaret ediliyor. Restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. İçinde ve bahçedeki nişlerde toprak kaplar, paralar sergileniyor.
GEYİKLERLE YÜRÜYÜŞ
Tamamını gezemediğimiz Şeki’de Cuma Camii ve Ömer Efendi Camii, kentin yakın çevresinde bulunan; yeşilliklerin ortasındaki kaplıca merkezi Markhal, Gel ve Gör Kalesi, Kafkas Dağları’nın 1300 metre yükseğindeki ormanların kucağındaki Bash Kungut Köyü, tarihle iç içe Fazıl Köy gibi daha görülecek çok yer var. Şehre gelen turistler için butik tarzda yapılmış oteller, güzel lokantalar ve kafeler, müze ve kültür merkezleri, olimpik spor kompleksi hizmete hazır. Vaktimiz olsaydı da yeşillere bürünmüş vahşi dağlarında yürüyüş yapabilseydik, belki de geyiklerle ve dağkeçileriyle karşılaşacaktık. Akşamüzeri Bakü’ye doğru yola çıktığımızda, yeşil çayırlarla, ağaçlarla kaplı sisli tepelerin arasından geçerken, Hazar Denizi’ne doğru uçan bir kartala benzettiğim bu güzel ülkenin her köşesini görmek isteğiyle doldum taştım.
Piti, Şeki helvası
Şeki mutfağının Piti’si meşhur. Toprak güveçte pişirilmiş kuzu eti ve nohut, yanında yeşilliklerle servis ediliyor. Lezzet vermesi için güvecin üstüne kuyruk yağı yerleştiriliyor. Şeki helvası ise tel kadayıfı hatırlatıyor. Yoğun aromalı ve ortasındaki fındıklı-cevizli içiyle nefis.
Bazen rüzgarlı ve yağmurlu, bazen pırıl pırıl güneşli ılık havasıyla baharı yaşayan Bakü’yü geride bırakıp 300 kilometre kuzeybatısındaki Şeki’ye doğru, yola çıktık. Eskice bir otobüsle, yaklaşık 6 saatlik gece yolculuğuyla ulaştık. Nisandı, karla karışık yağmur yağıyordu. Şeki’yi kuşatmış sivri tepeler, ormanlar ve evlerin çatıları karla süslenmişti. Bu masalsı atmosferde, sis bulutları dağ başlarından vadilere, oradan çatılardan çatılara geziniyordu. Tarihi yapılar, evler, çiçek açmış ağaçlar, meşe ormanı kaplı tepeler sis huzmelerinin arasından hayal-meyal seçiliyordu. Denizden 675 metre yüksekliğe kurulmuş, mabetleri, kervansarayları, kalesi, içi dışı oya gibi işlenmiş Han Sarayı, vahşi dağları, meşe, ardıç, gürgen kaplı yeşil tepeleri, çınar, söğüt ve meyve ağaçlı bahçeleriyle büyüleyici bu kente, Azerbaycan’ın Şeki Turizm Bürosu’ndan rehberimizle kale kapısından girdik.
KÜÇÜK, ZARİF SARAY
Bahçesindeki ulu çınarların arasından, ince ince işlenmiş ahşap kapısı ve renkli vitrayla süslenmiş pencereleri, mozaiklerle kaplanmış duvarları ile Han Sarayı çıkıverdi karşımıza. Birçok sütunlu, oymalı, heykelli ihtişamlı saray gördüm ama, içi dışı böylesine ince zevkle rengarenk işlenmiş, küçük ama görkemlisini görmedim. Saray, hanlığın merkezine 1762’de Hüseyin Han tarafından yaptırılmış. Pencereler çok küçük geometrilere bölünmüş ve ahşap çıtalar arasındaki camlar doğal boyalarla renklendirilmiş. Binlerce ahşap çıta, cam, çivi veya yapıştırıcı kullanılmadan birbirine geçme yöntemiyle birleştirilmiş. Saraydaki süslemeler, yumurta akı ve çiçeklerden elde edilen doğal boyalarla gerçekleştirilmiş. Duvarlar ve tavan geometrik şekiller, hayvan resimleri, ağaç, meyve ve çiçek figürleri, savaş ve av sahneleriyle süslenmiş. Pencere vitraylarından yansıyan renkli ışıklarla aydınlanan süslemelerin arasında, renk cümbüşünün içinde bulduk kendimizi.
Dışarıdaki doğal hayatın nakşedildiği bu mekanda, fotoğraf makinemi bir pencereye, bir tavana, bir o duvardan bir bu duvara çevirerek deklanşöre bastım ve güzelliği yakalamaya çalıştım.
DAĞDAKİ DİLEK MERKEZİ
İpekyolu üzerindeki şehrin geçmişi 3 bin yıl öncesine kadar uzanıyor. İpekçiliğin, el sanatlarının geliştiği zengin bir ticaret merkeziymiş. Şeki Krallığı’nın önemli yerleşimleri arasına girmiş. Kafkas Arnavutları’nın egemenliği altında kalmış. Araplar, Moğollarca işgal edilmiş. Sonrasında Osmanlı dahil, birçok medeniyet gelip geçmiş. Bugün 63 bin nüfuslu bir şehir. Aynı ismi taşıyan bölgenin merkezi. Şeki’de kilise, cami, kervansaray, kale gibi çok sayıda tarihi yapı bulunuyor. Tarihi çarşısında hâlâ ipekliler satılıyor. Küçük marketler, “Papakçı” adı verilen kalpakçılar, helvacılar yan yana sıralanmış.
Kişh Nehri Vadisi’nden şehrin arkasındaki tepeye doğru ilerliyoruz. Kente 5 kilometre mesafedeki taş sokaklı köye ulaşıyoruz. Dağın başında, sisler arasında sipsivri çatısıyla karşımızda duran yapı Kish Albanian (Kiraz likörü Arnavut) Kilisesi. İsa’nın havarisi tarafından 1. yüzyıl sonu, 2. yüzyıl başında inşa edilen bu yapı, Kafkaslar’ın ilk kilisesi. Küçücük pencereli, sade taş mabedin loşluğunda gezinmek bizi tarihin esrarengiz labirentlerine doğru çekiyor. Bazı araştırmacılara göre, bu bölge eski bir dini merkez. Kilise de eski bir tapınağın üzerine kurulmuş. Yüzyıllardır şifa ve dilekte bulunmak için ziyaret ediliyor. Restore edilerek müzeye dönüştürülmüş. İçinde ve bahçedeki nişlerde toprak kaplar, paralar sergileniyor.
GEYİKLERLE YÜRÜYÜŞ
Tamamını gezemediğimiz Şeki’de Cuma Camii ve Ömer Efendi Camii, kentin yakın çevresinde bulunan; yeşilliklerin ortasındaki kaplıca merkezi Markhal, Gel ve Gör Kalesi, Kafkas Dağları’nın 1300 metre yükseğindeki ormanların kucağındaki Bash Kungut Köyü, tarihle iç içe Fazıl Köy gibi daha görülecek çok yer var. Şehre gelen turistler için butik tarzda yapılmış oteller, güzel lokantalar ve kafeler, müze ve kültür merkezleri, olimpik spor kompleksi hizmete hazır. Vaktimiz olsaydı da yeşillere bürünmüş vahşi dağlarında yürüyüş yapabilseydik, belki de geyiklerle ve dağkeçileriyle karşılaşacaktık. Akşamüzeri Bakü’ye doğru yola çıktığımızda, yeşil çayırlarla, ağaçlarla kaplı sisli tepelerin arasından geçerken, Hazar Denizi’ne doğru uçan bir kartala benzettiğim bu güzel ülkenin her köşesini görmek isteğiyle doldum taştım.
Piti, Şeki helvası
Şeki mutfağının Piti’si meşhur. Toprak güveçte pişirilmiş kuzu eti ve nohut, yanında yeşilliklerle servis ediliyor. Lezzet vermesi için güvecin üstüne kuyruk yağı yerleştiriliyor. Şeki helvası ise tel kadayıfı hatırlatıyor. Yoğun aromalı ve ortasındaki fındıklı-cevizli içiyle nefis.