Provence’ı gezmiş sayılmazsınız
Fransa’da Provence denilince çoğumuzun aklına öncelikle Aix - En - Provence ve ülkenin güney sahilindeki Cote’d’Azur gelir.
Oysa, gizli pek çok güzellik saklıdır bu bölgede. Vaucluse, tepelere yerleşmiş köyleri, şeffaf, mavi gökyüzünün altındaki bordo renkli damları, göz kamaştıran lavanta tarlaları, doğal su kaynakları, nehirleri, verimli toprakları kaplayan bağlarıyla tabloları çağrıştıran güzellikler sunar. Geçen sonbaharda, Provance’da uzun bir tura çıkan Rüçhan Sel, Vaucluse’u yazdı.
Eski eski köyler yöresi Vaucluse, sayısız Roma kalıntısı, güzel kokularla bezenmiş tepeleriyle Provence’in çok önemli bir bölümünü teşkil ediyor. Bölgede altı, yedi yerleşim merkezi var. Her biri mimarisi, tarihi, tabiat güzelliği, sakin yaşamıyla birbirinden enteresan. İnsanı yaşama hayran bırakıyor, iyi ki dünyaya gelmişiz, dedirtiyor.
EN BÜYÜK PAZAR BURADA KURULUR
Önce Vaison La Romaine’den bahsedeceğim. Gezi süresince konakladığımız çiftlik evi, altı bin nüfuslu bu kasabadaydı. Marsilya Havaalanı’ndan karayoluyla yaklaşık iki saatlik mesafedeki kasaba, Fransa’nın en büyük arkeolojik alanına sahip. Merkezi Roma kalıntılarının arasında. Provence’ın en büyük, en ünlü pazarı bu köyde kuruluyor. Pazardan alışveriş yapıp, elinizde torbalarla hemen yanı başındaki antik şehir Pont de Romaine’ni, Roma harabelerini gezebiliyorsunuz. İnsanı hemen içine alan, çok sevimli, çok sakin bir kasaba. Halkı öylesine cana yakın ki, kendinizi hemen onlardan biri gibi hissediyorsunuz. Mütevazı kafelerinde, leziz yemekler yiyebileceğiniz restoranlarında ununu elemiş, eleğini duvara asmış emeklilerle çok keyifli sohbetler edilebiliyor. Minik köşebaşı postanesi, sokakları, çevresindeki bağlar görülmeye değer.
PAPANIN DEV SALONU
Turumuza bir diğer meşhur kentle devam ediyoruz. Avignon, papaların şehri olarak tarihe geçmiş. Devasa surlarla çevrili. 1309 ile 1403 yılları arasında yaşayan papaların sarayıyla (le Palais des Papes) başlıyoruz turumuza. Galerileri, dehlizleri, büyüklü küçüklü odaları, meydanları, papaların yatak odaları ve kilisesiyle görkemli bir saray. Büyük tünelinde, 50 metre uzunluğunda, 20 metre yüksekliğinde bir salon yer alıyor. Papaların yaşadığı bu mekandan çıktığımızda, Belediye Sarayı’nın gotik saat kulesinin altında, bir kafeye oturup yorgunluk kahvesi içiyoruz. Kentin en meşhur meydanı Place l’Horloge’ı da görüyoruz bu sayede. Mis gibi kahve kokularını geride bırakıp, meşhur Pont St. Benezit Köprüsü’nde kulaklarımızda Audivision’da Sur Le Pont d’Avignon şarkısını dinleyerek yürüyoruz. Şimdileri bilemem ama geçmişte Türkiye’deki Fransız okullarındaki öğrenciler arasında herhalde bu şarkıyı öğrenmeden okulu bitiren çıkmazdı...
Avignon’dan ayrıldıktan yarım saat sonra ulaştığımız I’sle Sur La Sorgue, bir başka harikalar diyarı. Sorgue Nehri’nin kıyısındaki kasabanın su kanalları, değirmenleri, sanat galerileri, antikacı mağazaları, kafelerini seyretmeye doymak mümkün değil. Gerçek bir kartpostal diyarı. 17. yy’dan kalma barok stilindeki kiliseyi geziyoruz.
KÜÇÜK VENEDİK
Beş kilometre ileride bir başka harikalar diyarı, Fontaine-de-Vaucluse bekliyor bizi. Dünyanın en güçlü mineral su kaynağı burada. Köyün ortasından geçen nehrin kenarında tabiatla başbaşa kalıp yürüyüş yapıyoruz, sonbaharın inanılmaz güzelliklerini yaşıyoruz. Sorgue Nehri’nin kaynağı olan Fontaine-de-Vaucluse’dan, pırıl pırıl akan nehirden alamıyoruz gözlerimizi. Köy, küçük Venedik gibi. Suyun berraklığını, çevredeki ulu çınarların sonbahar görünümünü hafızamıza yerleştiriyoruz.
Bir sonraki durağımız Gordes. Daracık taş sokaklarda, taş evlerin arasında geçerek küçük köyü baştan başa yürüyoruz. 1909’daki depremde çok hasar görmüş, 1944’te Almanlar tarafından bombalanmış. 1960’lardan sonra turizm sayesinde tekrar canlanmış. Köyün etrafı örme taştan, arı kovanı şeklindeki kulübelerle çevrili. Bu yapı tekniği neolitik çağlara dayanıyormuş. Kulübeler çoban barınağı, depo, hayvan gölgeliği olarak kullanılmış geçmişte. Sadece bu yapıları görmek için köye gelmeye değer...
RESSAMLARIN UĞRAK YERİ
Tekrar yola düşüyoruz. Köy yolunda, birbirinden güzel manzaraların içinden geçip, 15 kilometre sonra kırmızı toprak yapılarıyla ünlü Roussillon’a varıyoruz. Provance’ın merkezinde 600 kilometrekarelik alana yayılan Luberon yükseltilerinden birinin eteğine kurulmuş bu köy. Roussilon Tepesi’ni çizmek isteyen ressamların uğrak yeri. Hayranlık uyandıran, anlatılması zor güzellikte bir manzara karşımızdaki. Kırmızı topraklar, kırmızı tepelerindeki ortaçağdan kalma taş evler, kırmızı damlar... Bu güzel köyde yemek molası veriyoruz. Salad Nisuaz, kırmızı şarap ve krep... Damağımızda bu lezzetlerle son durağımıza yöneliyoruz. Bonnieux, tarihi, küçük bir köy. Kahve molası için ideal. Bölgenin güzellikleri burada da karşımıza çıkıyor. Günün sonuna geldik. Birbirinden güzel köylerden geçip, bu yollarda otomobil kullanmanın zevkini çıkararak Vaison La Romaine’e dönüyoruz.