Ölümünün 46’ncı yılında Guevara’nın son durağında
Arjantinli doktor, Küba Devrimi’nin liderlerinden Ernesto Che Guevara, 1967 Ekimi’nde devrim hareketini başlatmak için gittiği Bolivya’da öldürülmüştü.
“Kişiler ölür, devrim sürer” demişti son nefesinde. Yakalandığı, işkence sonrası kurşunlandığı La Higuera köyü bugün dünyanın dört bir yanından Che hayranlarını ağırlıyor.
La Higuera... İspanyolca “İncir Ağacı” demek. Dağların arasında ufacık bir köy. Kırsal bir bölge yani. Yolculuk oldukça zahmetli. Gün batarken ulaştım. Geceyi, taş köy evinden düzenlenmiş “El Telegrafista (Telgrafçı)”da geçirdim.
Sabah, köylülerden bile erken kalkıp meydanı dolaştım. Ortada Che’nin puro tutan eli havada bir bronz heykeli karşılıyor sizi. Köy evlerinin beyaz badanalı duvarlarına Che resimleri çizilmiş, sözleri yazılmış: “Şu an, geleceğimizin mücadelesidir”, “Kişiler ölür, fikirler asla!” 20 metre sonra Che’nin metalik renkteki büstü. İleride öldürüldüğü ilkokul. Ve Che’nin son ayak izlerinde rehberli bir tur...
TUZAĞI FARK ETTİ
Rehberim David ile köyün Vallegrande çıkışına doğru yürüyoruz. 1967 Eylülü’nde köyde bu yol bile yokmuş. “Che’nin Yolu, Higuera’ya Hoşgeldiniz” yazan levhanın önünde anı fotoğrafı... “Coco, Miguel, Julio” anısına dikilmiş bir anıt... 27 Eylül 1967’de köydeki koka yaprağı satıcısının tavırlarından şüphelenen Che üç arkadaşına “Bir gariplik var, gidip bakın” demiş. Üç arkadaşının vurulduğu yere küçük bir anıt dikilmiş.
TURİSTİK VE GERÇEK ÇATIŞMA YERLERİ
O günü düşünüyorum: Vuruluşları, yere düşüşleri, yankılanan sesler, Che’nin kanyona doğru kaçması, silah sesleri ve barut kokusu... İlerden, soldan aşağı doğru bir patikaya iniyoruz. Kanyonlara doğru... David, hep heyecanla anlatıyor. Aşağıya doğru uzanan patika o zamanki köyün tek yolu. Az sonra birinin vurulduğu yere geliyoruz. Briketler üzerine dört seramik karo konulmuş. Ne isim var ne de bir yazı. Diğer ikisi için bir işaret yok. Köyü hakim noktadan gören bölgeye geliyoruz. David, ileriyi, köyün üzerinde bir yerleri işaret ediyor. Anlatıyor. “O gün, burada şenlik vardı. Che ve bazı arkadaşları oradaydı. Şenliğin sonuna doğru şu patikadan köye indiler. Che astım hastasıydı ve ilaç için Vallegrande’ye ulaşması gerekiyordu. El Telegrafista’nın önüne geldiklerinde koka satıcısını gördüler. Telgrafçıdan Vallegrande’e mesaj gönderecekti. Che, koka satıcısını telaşlı görünce üç arkadaşını etrafı kontrole yolladı. İçeri girdiği anda silah seslerini duydu ve hemen köyün altındaki vadiye koşmaya başladı. Ama bir düşün! 17 gerillaya karşı 1800 kişilik Bolivya birliği. Buna rağmen Che’yi 11 gün yakalayamadılar.”
Rehberim David “Önce seni Che’nin vurulduğunu söyledikleri, turistik dediğimiz yere götüreceğim. Ardından bize göre asıl mücadelenin geçtiği daha aşağıda küçük bir kanyonun içine gideceğiz” diyor. El Telegrafista’nın sahibi olan babası, Che’nin hayatını araştırmaya epey zaman ayırmış. Tarladaki boyumuzca mısırların arasından geçip turistik noktaya geliyoruz. Burası anma merkezine dönüştürülmüş, betonlar dökülmüş, ortasında yerde bir yıldız figürü olan küçük bir alan. Sloganlar yazılmış: “Zafere Kadar”, “Daima”, “Anavatan veya ölüm”. Sonuncusu Atatürk’ün “Ya istiklal ya da ölüm” parolasını hatırlatıyor.
Uzun sarmaşıkların yanından biraz daha aşağıdaki vadiye iniyoruz. Ayağım burkulmasın diye dikkatle indiğim bu yerlerde kim bilir ne koşuşmacalar yaşandı. Bugünse sakin ve güneşli günde kuş cıvıltıları. Siyah ve portakal renkli kelebekler, 46 yıl önceye inat taklalar atarak sevişiyorlar önümüzde. Yine de 8 Ekim 1967’deki hengameyi, pusuları, ölüm ve kalımı hissediyorsunuz. Biraz daha aşağı ilerlediğimizde David, bir kayanın arkasına geçiyor. Tüfekle ateş ediyormuş gibi yapıyor. Heyecanla anlatıyor: “Buradaydı. Bu şekilde duruyor ve ateş ediyordu. İlk isabeti kayanın dışında kalan sağ ayağından aldı. Tüfeği de kullanılamaz hale geldi.” Kayadaki mermi izlerini gösteriyor. “Yaylım ateşi açılmıştı, işte izleri.” Yaşanan can pazarını, ölümcül mücadeleyi gözünüzün önüne getirebiliyorsunuz. Yaralanan Che’yi, arkadaşı Willy sırtında taşımış, Chino onları korumuş. Önce aşağı ilerliyorlar. Askerlerle karşılaşıp aynı yoldan geriye çekiliyorlar. La Higuera istikametinde kanyondan çıkıp yukarı yönelince askerlerle burun buruna geliyorlar. Che bu anda, “Ben Ernesto Che Guevara’yım. Dirim, ölümden çok işinize yarar. Ateş etmeyin” diyor.
“OKULCUK” MÜZE OLMUŞ
Museo Comunal “La Higuera”, La Higuera Köy İlkokulcuğu... İspanyolca küçültme ekiyle aynen böyle yazıyor kapıda. Yanındaki levhada şu açıklama var: “Che, Willy ve Chino, 9 Ekim 1967’de öldürülmeden önce bu okulda tutuldu.” Köyün tek bakkalı, müze işletmecisi kadına 10 Bolivyano (3 TL) ödeyip girdim. Dünün okulcuğu, bugün müzecik... Girişteki odanın sol duvarına yaslanmış eski kapı olayların tanığı. Üzerine yıpranmış, kanlı, temsili bir üniforma yerleştirilmiş. İçerde muhtelif bayrak ve flamalar, Che’nin Bolivya sürecini anlatan panolar, ziyaretçilerin küçük kağıtlara yazdığı mesajlar, Che’nin hayatından fotoğraflar ve üç küçük okul sırası sergileniyor. Bir panoda ölümünden öncesi son pozu, sandaletinin, isabet almış tüfeğinin, günlüğünün 6 ve 7 Ekim tarihli sayfalarının, cesedini Vallegrande’ye götüren helikopterin fotoğraflarından kolaj yapılmış.
ZİYARETÇİ DEFTERİNDE ÜÇ TÜRK İSMİ
Öldürüldüğü yeri sordum. Kapıya yakın bölgeyi işaret etti kadın. Bu okulda yaşanan olaylara ilişkin bir çok ayrıntı anlatılıyor: Che’nin öğretmene devrimi anlatma çabası, pilotun tütün ikramı, Kübalı CIA ajanıyla konuşma, son fotoğraf çekimi için dışarı çıkarılması, sorgucu generalin yüzüne tükürmesi... Tetiği çekmeye talip olan kişi çatışmada öldürülen arkadaşlarının kiniyle dolu, psikolojisi bozuk, alkolik çavuş Mario Terán... Başbakan René Barrientos Ortuño’nun emriyle tetiği çekmek için odaya girdiğinde Che “Biliyorum beni öldürmeye geldin. Öldürdüğün sadece basit bir adam olacak, devrim sonsuza kadar sürecek. Seni korkak” demiş. M-1’den çıkan 9 kurşun... Göğüs ve boyuna... Sonra dünyaya yapılan ilk açıklama: “Che, Bolivya ordusuyla silahlı çatışmada kaçarken öldürüldü!”
Oysa gerçek burada. Artık herkes biliyor... Elimi kırık taş zeminde gezdiriyorum. O anı düşünüyorum. “Kişiler ölür, fikirler asla...” Oysa kişiler olmaksızın fikirler de sonuca ulaşmıyor. Che’nin Bolivya’daki son yolculuğu neredeyse bir intihar... 60 kişiyle devrim ateşini başlatmak istemiş. Aslında önemli askeri başarılar da kazanmışlar, fakat halk desteklememiş. Üstelik ABD bölgeye istihbaratçılarını, kontrgerilla uzmanlarını göndermiş...
Che gerçeği neden göremedi, neden durmadı? Belki de gördüğü halde ülkeyi terk etmedi.
Ziyaretçi defterine bakılırsa bu yıl benden önce de Türkiye’den üç kişi gelmiş. Biri ülke adına Türkçe “Kürdistan” yazmış. Ancak günün tek ziyaretçisi benim. Video, fotoğraf çekip müzeci-bakkal kadınla köy meydanına doğru yürüdük. Sabah geldiğimde hava kapalıydı. Şimdi açık, güneşli. Büstün önünde durup sohbet ediyoruz. “Örneğin yeni bir günün doğuşu” yazıyor büstte. Kadının Che ve yaşananlar hakkındaki düşüncelerini soruyorum. Cevap hep aynı: “Bilmiyorum...” Küba köye iki sınıflı bir ilkokul yaptırmış. Bir de doktor odası. Kapısında “Doktor Ernesto Che Guevara Sağlık Ocağı” yazıyor. İçinde Kübalı doktor görev yapıyor. Köyde yoksulluk, eğitimsizlik bugün de aynen devam ediyor. Tarihin yaşandığı bu noktaya, devrimi bırakın, aydınlığın bugün dahi gelmediğini görüyordum, alay eder gibi parlayan yukarıdaki güneşin altında... İşte devrimci kişiliklerin aydınlık günleri yaratırken zaman zaman kendilerini attıkları idealizm ve ütopya ateşi bu olsa gerek.
Neden “Che”
Guavera, 1928’de Arjantin’de doğdu. Tıp Fakültesi’nde öğrenciyken motosikletle çıktığı Güney Afrika yolculuğunda gördüğü yoksulluk ve açlık siyasi görüşlerini belirledi. 1954’de gittiği Mexico City’de Fidel Castro ile tanıştı. 1959’da Küba Devrimi’ni gerçekleştirdiler. 1965’te devrimi desteklemek için Kongo’ya gitti, sonuç alamadı. 1967’de ise Bolivya’dan tüm kıtaya yayılacak antiemperyalist bir hareketi başlatmak isterken öldürüldü. “Che” Arjantin’de “hey” anlamında kullanılıyor. Guavera halka hitap edeceği zaman, konuşmasına başlarken dikkat çekmek için “che” diye seslenirmiş. Sözcük Ernesto Guevara ile özdeşleşmiş.