O eski bayramlar mümkün mü?
Avrupa kıtasında, medeniyetin son noktası olan Svalbart Adası’nda, yalnızlığın, sessizliğin, ağustos ortasında üşümenin, el değmemiş doğa görüntülerinin tadını çıkardıktan sonra tekrar Norveç’e döndüm. Bu sefer hedefimde, Avrupa’nın bir numaralı enerji kenti Stavanger vardı. Burası genellikle petrolün başkenti olarak anılıyordu. Denizin ortasındaki petrol kuyuları, tüm dünyadan gelmiş petrol uzmanları, enerji şirketlerinin büroları...
Benim gibi lezzet peşinde koşan birisinin böyle bir yerde ne işi olabilirdi? Bu soruyu, beni Norveç’e davet eden ‘Innovation Norway’ adlı kuruluşa sordum. Meğer Stavanger, aynı zamanda ülkenin en ‘lezzetli’ kentlerinden biriymiş. 2008’de Almanya’da yapılan ‘Mutfak Olimpiyatları’nda Bocuse d’Or ödülünü kazanmış.
Norveç Aşçı Milli Takımı’na, bu olimpiyatlarda altın madalya kazandıran kaptan Sven Erik Renaa Stavanger’de beni bekliyormuş. Ünlü şef 2007’de, ‘En İyi Balık Pişiren Aşçı’ dalında dünya birincisi seçilmiş.
Stavanger aynı zamanda, dünyanın en büyük yiyecek-içecek festivaline de ev sahipliği yapıyormuş. Her yıl 20-23 Temmuz tarihleri arasında düzenlenen ‘Mutlu Yiyecekler Festivali’nde, ürünler sergileniyor, şefler yemekler yapıyor, çeşitli yarışmalar düzenleniyor, kent büyük bir restorana dönüşüyormuş.
Tüm bu açıklamalardan sonra, Avrupa’nın petrol başkentine neden gittiğimi anlamışsınızdır zannederim. Dünyanın dört bir yanından gelen enerji uzmanları fosil enerjinin peşine düşerken, ben lezzetli enerjilerin izini sürecektim.
Petrol ve kent... Yan yana geldiklerinde sevimsiz çağrışımlar yapan iki kelime. 4 saat süren uçak yolculuğunda Stavanger’in nasıl bir kent olduğunu düşlemeye çalışmıştım. Aklıma ilk gelen renkler, akışkan petrol yeşili, yapışkan isli duman grisiydi. Daha sonraki görüntülerdeyse baretli işçiler, benzin dolu tankerler, bacalarından ejderha gibi ateş püskürten rafineriler oluyordu. Yani Stavanger için çizdiğim tablo kapkaranlıktı.
Meğerse kazın ayağı hiç de öyle değilmiş. Bunu, Stavanger’in eski şehrinde gezinirken anladım. Kentler gerçek yüzlerini, geçmişin sergilendiği eski merkezlerinde gösterirler. Zaten yeni bölümlerde, cam, çelik, beton karışımı, can sıkıcı binalardan başka görülecek pek bir şey yoktur.
Eski Stavanger’in, kaldırım taşı döşeli daracık sokaklarında dolaşırken, ülkenin üçüncü büyük kentinde değil de, küçük bir kasabadaymışım hissine kapıldım. 19. asırdan kalma beyaz boyalı ahşap evler, küçücük meydanlar, koca ağaçların gölgesine sığınmış kahveler, kuğuların yüzdüğü küçük göletler, kenti yeşile boyayan parklar...
Liman’ın çevresiyse kentin keyif kaynağıydı. Kıyı boyu sıralanmış kahvelerden şen kahkahalar yükseliyordu. Herkes yüzünü güneşe çevirmiş, yazın son günlerinin sarı ışıklarıyla yıkanıyorlardı. En fazla bir ay sonra, soğuklar kendini gösterecek, güneş bulutların arkasına saklanacak, en az sekiz ay sürecek olan bir hasret başlayacaktı.
HERKES HUZURLUYDU
Kahvelerden birinde, bir masaya oturdum. Hava, Norveçlileri bile şaşırtacak kadar sıcaktı. Halbuki buraya gelirken biraz ürpereceğimi düşlemiştim. Limana lüks tekneler girip çıkıyordu. Kıyıya ise hırçın Kuzey Denizi’nin hırpalamasından yorulmuş balıkçı tekneleri bağlanmıştı. Kadınlar bakımlı ve güzeldi. Erkekler ise pek dikkat etmedim. Herkesin yüzüne huzurlu bir görüntü oturmuştu. Nasıl oturmasın ki! İnsana insan olduklarını hissetirecek her şeye sahiptiler. Bir tek yalnızlık bellerini büküyordu. Onun için, herkesin uzun kış gecelerinde arkadaşlık edeceği bir köpeği vardı. Tüm refaha karşılık, Avrupa’da intihar oranının en yüksek olduğu bir ülkeydi Norveç.
Stavanger ayrıca bir müzeler kentiydi. Kentte iki düzineye yakın müze vardı. Hepsini gezmeye zamanım olmadığı için, ilgimi en çok çeken konserve müzesine gittim. Müzenin ikinci katındaki etiket sergisinde, tam 40 bin değişik etiket vardı. Resimlerin çoğunda nedense kadın vardı. Diğerlerindeyse balıkçı tekneleri, dalgalı denizler, balıklar görünüyordu.
Akşam ünlü şefle buluşuncaya kadar, kentin sokaklarında avare avare dolaştım, meydanlarında gelip geçeni seyrettim.
UÇURUMUN KIYISINDAKİ ZİYAFET
Stavanger’e gitmemizin nedenlerinden biri de, Lysefjord’da kuşbakışı bakan bir kayanın üstünde yemek yapmaktı. Beni ve CNN Türk ekibini Norveç’e davet eden ‘Innovation Norway’ yetkililerine bu isteğimizi iletmiş, onlardan da bu iznin alınmasının çok zor olduğu yanıtını almıştık. Çünkü oraya, şef, malzemeler ve ekibimiz helikopterle taşınacaktı. Bu da tehlikeli bir girişimdi. Bizden önce İngiliz televizyonu BBC’nin başvurusu geri çevrilmişti. İki günlük bekmenin sonunda çekim için izin verildiği haberi geldi. Demek ki bizim torpilimiz BBC’nin torpilinden daha güçlüydü.
Sabah güneş doğarken havaalanına gidip, bizi fiyorda götürecek iki helikoptere yerleştik ve peş peşe yola düştük. Güneş, tanyerini ve bulutları kızıla boyamıştı. Doyumsuz bir manzara vardı. Bir süre sonra ünlü fiyort göründü. Helikopterler dağın tepesinde buldukları bir düzlüğe indiler.
Lysefjord, ülkenin en çok ziyaret edilen fiyorduydu. 42 kilometre uzunluğundaki bu fiyordun adının anlamı, ‘Aydınlık Fiyort”tu. Bu adı almasının nedeni de, iki kıyısından yükselen granit kayaların güneş ışığını bir ayna gibi suyun yüzeyine yansıtmasıydı.
Bizim yemek yapacağımız kayanın ismiyse Preikesstolen, yani ‘Kürsü Kayası’ydı. 604 metre yüksekliğindeki bu kaya, diğer kayaların önüne çıkmış, bir kürsüye benzemişti. Bu kayanın üstündeki düzlükten görünen manzara, hem çok ürkütücü hem de çok muhteşemdi. Ama buraya ulaşmak biraz zordu. Araba yolu tepenin ortasında bitiyor, ondan sonra bir buçuk saat süren sıkı bir tırmanış başlıyordu. Onun için ziyaretçilerin hemen hepsi gençti. Yaşı ilerlemiş olanlarsa feribotlarla kayanın altına geliyor, fiyordu oradan seyrediyorlardı.
ZAMANI SİLEN SESLER
Kayaya helikopterle geldim diye seviniyordum ki, iniş yolunu görünce hevesim kursağımda kaldı. Dik, zorlu bir inişti. Kayalardan sürünerek, kayarak inerken aklım fikrim hep dönüşteydi. Bu kayaları bir şekilde iniyordum ama nasıl tırmanacaktım?
Kayanın üstüne geldiğimde kan ter içinde kalmıştım. Kayaya geceden tırmananlar, uyku tulumlarının içinde şaşkın gözlerle bizi izliyorlardı. Koyu bir sis perdesi, aşağıdaki fiyordun görülmesini engelliyordu. Kayanın etrafında korkuluk yoktu ve ortasındaki derin çatlak insanı ürkütüyordu. Sis arada bir açılıyor, fiyorttan yansıyan altın renkli ışıklar bulutları pembeye boyuyordu. Bir masalda bile böylesine büyüleyici görüntüler olmazdı sanırım.
Kayanın ucuna seyyar mutfak kuruldu. Şef, ekmek üstünde elma dilimleri ve soğan turşusuyla yağlı ringa balığı hazırladı. Daha sonra düğmesiz kalkan tava yaptı. Onun yanına karnabahar püresi, kuru üzüm ve kapari çiçeğiyle yapılmış bir sos koydu. Zirvedeki yemek bacalao ile son buldu. Bu yemek Portekiz asıllıydı. Morina balığı, domates sosu, haşlanmış patates, zeytin, közlenmiş kırmızı biber ve soğan turşusu ile yapılıyordu ve Norveçlilerin en sevdikleri yemeklerden biriydi.
Masam, tam uçurumun kıyısında, sislerin arasındaydı. Sabah yedide balık yemek alışkanlığım yoktu ama sis zamanı silip atmıştı. Günün hangi saatinde olduğumu bilmiyordum. Ben zamana akşamı yakıştırdım ve balıkları afiyetle yedim. Yemeğin sonuna doğru, inatçı sis insafa gelip yavaş yavaş açıldı ve fiyort tüm güzelliğiyle ortaya çıktı. Davetkâr bir görüntüsü vardı. Kanatlarım olmadığına ilk kez pişman oldum.
Dönüş tırmanışında tahmin ettiğim gibi zorlandım. Neredeyse her tırmandığım kayanın üstünde oturup soluğumun düzelmesini bekledim. 100 metrelik tırmanışın sonunda yorgunluktan tüm adalelerim titriyordu. Helikoptere binmeden önce, düz bir kayanın üstüne uzanıp kaslarımın sakinleşmesini bekledim. Zirvedeki ziyafeti, sanırım yaşamım boyunca hiç unutamayacağım.
NORVEÇLİLER VE MUTFAK
- Norveç’te mutfağın hâkimi kadınlar değil. Ev halkının tümü çalıştığı için, eve kim erken gelirse mutfağa o giriyor. Onun için Norveç mutfaklarında sandviç, hazır yemekler, ızgara, salata gibi zahmetsiz yemekler hazırlanıyor.
- Dışarıda yemek oldukça pahalı olduğu için, marketlerde satılan donmuş yiyecekler, özellikle donmuş pizza, donmuş köfteler oldukça rağbette. Köftenin yanında çoğunlukla bezelye püresi ve böğürtlen reçelini tercih ediyorlar.
- Yaşlı kuşak daha yağlı yemekleri severken, genç kuşak daha sağlıklı beslenmeyi tercih ediyor.
- Norveçliler deniz ürünlerini çok tüketiyor. En sevilen balıklar somon, morina, uskumru, halibut ve ringa. Uskumru büyüklüğündeki ringanın kurutulmuşu, islenmişi ve turşusu mutfaklardan eksik olmuyor. Haşlanmış karidesler ise çerez niyetine tüketiliyor. Balık çorbası, hemen her öğünde yeniyor.
- Norveçliler kök sebzeleri de çok seviyorlar. Patates en sevilen sebze. Lahana, karnabahar, brokoli ve havuç da mutfaklardan eksik olmuyor.
- Balık kadar eti de çok seviyorlar. Izgarada pişmiş rengeyiği eti, en sevileni.