GeriSeyahat Musa Dağı defne kokar
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Musa Dağı defne kokar

Musa Dağı defne kokar

Eylül, Amik Ovası’nda pamuk hasadı zamanı. Her biri avuç dolduracak büyüklükteki kar gibi beyaz pamuk kozalarını topluyor kadınlı-erkekli ırgatlar. Samandağ ilçesinin sahilinden 1230 metreye tüm heybetiyle yükselen Musa Dağı köylerinde ise defne mevsimi açılıyor. Mis kokulu bu ağacı Defne Yolu projesiyle yücelten 800 nüfuslu Hıdırbey, Türkiye’de tenis oynanan köyler hayal eden yazar Çetin Altan’ın bile gözlerini yaşartacak kadar medeni ve güzel.

Güneşli, sıcak bir eylül sabahı. Günlerden cumartesi. Narenciye bahçelerinin üstünden Samandağ sahilini ve masmavi Akdeniz’i gören seyir terasının hemen arkasında, ‘Defne Yolu’ tabelasının yanı başındaki bahçesinde, defne yaprağı yoluyor Hanefi Çiçek. Evinin önündeki ağacın gölgesine çevreden kestiği defne ağacı dallarını yığmış. Dalından seri hareketlerle kopardığı yaprakları büyük çuvallara dolduruyor. İki saatte 40 kiloluk bir çuval, bir günde en fazla 4 çuval hazırlayabildiğini söylüyor. Eşi de yanı başında. Onun görevi çıplak dalları kırıp, küçültmek, ocakta yakılacak hale getirmek.
Her akşam yakındaki defne fabrikasının satın alma görevlisi geliyor, kilosuna 1.40 TL ödeyip Çiçek’in çuvallarını kamyonuna yüklüyor. Fırınlanıp kurutulan, paketlenen yapraklar dünyanın dört bir yanındaki mutfaklara ulaşıyor, sofralara lezzet katıyor.

Musa Dağı defne kokar


“Aslında yıl boyunca yapraklıdır defne ağacı. Fakat biz en çok eylülde yaprak toplarız” diyor Çiçek. “Çünkü yapacak başka işimiz yok. Yılın geri kalanında iş çok...” Musa Dağı’nın köylerinde ekim narenciye, kasımdan itibaren zeytin hasatı dönemi. Aralık yaklaşırken dev kazanlar kaynamaya başlıyor. Çekirdeği kırılmış defne taneleri 20 saat kaynatılıp, 10 kilosundan bir kilogram yağ çıkarılıyor. Sonra yüzde 50 zeytinyağıyla karıştırılıp meşhur defne sabunu yapılıyor. Öyle bir sabun ki bu 50 gramlık kalıbını çekmecenize koysanız neredeyse tüm odanız defne kokar. Kalitelisi Hatay’ın Uzunçarşı’sında, tanesi 10 TL’den satılıyor...

YÜRÜYÜŞ BEDAVA KAHVALTI KÖYÜN GELİRİ

Musa Dağı defne kokar


Hıdırbey ve yanı başındaki Yoğunoluk (Yaylıca), Hatay’da defne deyince ilk akla gelen köylerden. Samandağ sahilinin kuzeyindeki heybetli Musa Dağı’nın eteklerinde, ilki 200 ikincisi 300 metre irtifada kurulmuş. Her ikisi de yaklaşık 800 nüfuslu...
Samandağ Kaymakamı Süleyman Özçakıcı, üç yıl önce iki köyde turizmi canlandırmak, köylülere ek gelir yaratmak amacıyla ‘Defne Yolu’ projesini hazırladı. Yoğunoluk’tan başlayan, defne ağaçları arasından geçip aşağısındaki Hıdırbey Köyü’ne bağlanan bir kilometrelik yürüyüş yolu oluşturuldu. Hatay Valiliği’nin desteğiyle proje tamamlandı, geçen yıl yol açıldı. Amaç hafta sonunda Hataylıları ve kente gelen turistleri Akdeniz manzaralı, defne kokulu bir yolda yürüyüş için köye çekmek, sonrasında kahvaltı sunmak, bu arada köylülerin elinden çıkan yerel ürünleri pazarlayıp alternatif gelir oluşturmaktı. Köy Muhtarı Selahattin Yeter’in söylediğine bakılırsa hedefe ulaşmak bir yıl bile sürmedi... “Tarımsal Kalkınma Kooperatifi kurduk. Defne Yolu markasıyla sabun, reçel, zeytinyağı, defneyağı, bitkisel çaylar üretiyor, köyümüzde pazarlıyoruz. Geçmişte Musa Ağacı’nı görmek için gelirdi turistler. Şimdi Defne Yolu sayesinde ziyaretçiler 10 kat arttı. Kahvaltı sunan 7 işletme açıldı. Kooperatif ürünleri yol boyunca kulübelerde satılıyor. Sadece hafta sonunda köyün toplam gelirinin 15 bin TL’yi aştığını sanıyorum.”

PLASTİK İSKEMLE YASAK

Musa Dağı defne kokar


Yoğunoluk’u Hıdırbey’e bağlayan yol beton değil, granitten parke taş döşeli. Sol kıyısında, defne ağaçlarının altından geçen kaldırımı ahşapla kaplanmış. Aşağıya, Hıdırbey’e doğru yürürken soluklanıp, narenciye bahçelerini, Samandağ sahilini seyredebilmeniz için ağaçların altında iki manzara terası yapılmış. Yapaylığı neredeyse hiç belli olmayan iki şelale parkuru süslüyor. Yol kıyısındaki 3 kulübede özenle paketlenmiş, etiketlenmiş zahter (kekik), bal, reçel ve turşular satılıyor. Çevrede tabela kirliliğinden, kahvaltı salonu ve kafelerde plastik sandalyelerden eser yok. Sadece bu köylere ahşap sandalye üretmesi için bir atölye kurulmuş. Yol kenarındaki evler derli toplu, bahçeleri briket değil, taş duvarla çevrili.
Defne Yolu kıvrılarak köyün içinden geçip Musa Ağacı’na ulaşıyor. Abı Hayat Çeşmesi’nin yanındaki 500 yıllık anıt çınar ağacının gövde çevresi 20 metre, dallarının yayıldığı alan 1500 metrekare. Efsaneye göre Hz. Hıdır ve Hz. Musa denizden çıkıp Musa Dağı’na tırmanır. Derede su içmek için durduklarında Musa, asasını toprağa saplar. Dönüp geldiğinde yeşerdiğini görür, yerinde bırakır. Ağaç büyür, bugünkü şeklini alır. Köylülere sorarsanız efsane gerçektir, ağaç en az 3 bin yaşındadır... (Ağacın içinde, çevresinde sanal gezi için www.mekan360.com‘a göz atabilirsiniz)
Musa Ağacı’nın yanı başından akan dere, 100 metre ileride küçük bir şelaleye dönüşüyor. Burada su kenarına çay bahçeleri kurulmuş. Köye gelenler, yol boyunca aldıkları biberli ekmekleri dere kıyısında, çay eşliğinde yiyor. Küçük ve sığ göletteki 10 civarında ördek, onlara sürtünürcesine yüzen 5 iri alabalık da kahvaltılardan paylarını alıyor.
Komşusu, Türkiye’nin tek Ermeni köyü Vakıflı’da üç pansiyon hizmet verirken Hıdırbey’de konaklama tesisi yok. Modernlik açısından Vakıflı’yı örnek alan Hıdırbey geçen yıl harekete geçmiş. 27 taş evin tarihi eser olarak tescili ve restorasyonu için Kültür ve Turizm Bakanlığı’na başvurmuş. Muhtar Selahattin Yeter, bu evlerden birinin müzeye, kalanlarından önemli bölümünün pansiyona dönüştürüleceğini, yepyeni bir turizm yaklaşımıyla hizmet vereceklerini söylüyor: “Misafirlerimiz bizimle süt sağacak, peynir yapacak, defneyi kaynatıp sabun yapacak.
Turizm firmalarından bu konuda pek çok teklif aldık. Evler tamamlandığında bu projeyi
başlatacağız...”

ERMENİLER GİTTİ, TÜRKMENLER GELDİ

Musa Dağı defne kokar


Geçen yüzyılın başına kadar Hıdırbey, Musa Dağı’ndaki 6 Ermeni köyünden biriydi. Nüfusu 1000 civarındaydı. Ahşap, kemik ve boynuzdan tarak yapımında ün kazanmıştı. Rakı, defne, zeytinyağı, kiremit, demir işçiliği ve narenciye tarımı diğer uğraşlardı. 30 Temmuz 1915’te tüm Antakya Ermenileri’ne tehcir emri geldi, bir haftada yola çıkmaya hazır olmaları istendi. Bir zamanlar Yayıncılık’ın nisan ayında yayımladığı ‘Antakya, İskenderun ve Musa Dağı Ermenileri’ adlı kitaptan öğrendiğimize göre, bu emre tek uymayan Musa Dağı köylüleriydi. Vaizlik yapan Dikran Andreasyan birkaç hafta önce Zeytun’daki tehcir kervanından vali emriyle çıkarılıp köyü Yoğunoluk’a gönderilmişti. Yol boyunca yaşananları görmüş, tehcirin hayırlı bir yolculuk olmadığı konusunda uyarılmıştı. Emir gelince köylüleri uyardı; buna karşın bir kısmı emre uydu. Ona kulak veren yaklaşık 4 bin kadın, erkek, çocukla Musa Dağı’na çıkıp direniş başlattı. 40 gün sonra bölgeden geçen bir Fransız zırhlısının dikkatini bayrak sallayarak çeken köylüler sarp vadilerden inip gemilere bindi, Mısır’ın Port Said kentine gitti. Bu direniş daha sonra Andreasyan’ın güncesinden yararlanan Franz Werfel tarafından 1933’te ‘Musa Dağı’nda 40 Gün’ adıyla romanlaştırıldı, ABD’de filme dönüştürülmesi girişimi ise Türkiye’nin uluslararası çabasıyla engellendi. Mülteci kampında dört yıl yaşayan köylüler Hatay Fransız hâkimiyetine geçince köylerine döndü. 1939’da Hatay, Türkiye’ye katılınca çoğu yurtdışına göçtü. Kalanlar Vakıflı Köyü’nde toplandı. Hıdırbey’e ise Arsuz civarında yaşayan Türkmenler yerleştirildi.

False