Müjdeler Olsun Edirne'deyiz
Yalçın Bayer
Bir yerde görsem ki
Ağır ve edalı akar
Dal dal söğütleri öperek
Samur üç belik gibi
Üç koldan sular;
Müjdeler olsun efendim Edirne’desin.”
Niyazi Akıncıoğlu’na ait şiir, “Edirne köprüsü taştan, sen çıkardın beni baştan” diye bitiyor. 1919’da Kırklareli’nin Kurudere köyünde doğmuş; Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra, Kırklareli’nde 1950 yılında ‘komünizm’ suçlamasıyla yargılanmış. Biz kendisini rahmetli gazeteci yazar Orhan Kemal’den tanımıştık. Nazım Hikmet’ten sonra Asım Bezirci onun için “Akıncıoğlu-Nazım Hikmet’ten sonra ama Enver Gökçe ve Ahmet Arif’ten önce halk şiirinden yararlanan ilk toplumcu şairdir” demişti. ‘Edirne’yi Keşfet’ etkinliğinde Edirne’ye vardığımızda tarihi belediyenin merdivenlerinde Belediye Başkanı Recep
Gürkan bizi bu şiirle karşıladı. Renkli bir kişiliğe sahip Gürkan; bu yapıda pek siyasetçi bulamazsınız. İpsala’da doğmuş, öğretmen olmuş; Milli Eğitim Müdürlüğü, Trakya Üniversitesi Genel Sekreterliği gibi görevlerde bulunduktan sonra CHP’den 2012’de önseçimle milletvekili seçilmiş. “Benim tek hayalim Edirne’ye belediye başkanı olmaktı” idealine sarılarak bu kez 2014’de Edirne Belediye Başkanlığı koltuğuna oturmuş. Önümüzdeki günlerde de yeniden dünya evine girecek. TEM’den ayrılıp Edirne’ye girerken bizi Mehmet Ramiz Nevrokop önderliğindeki Edirne Motosiklet Kulübünün gençleri karşıladı. 72 üyeleri varmış; Selimiye’nin karşısındaki tarihi belediye binası. İstanbul Taksim’den sonraki ilk belediye binası sayılıyor.
Belediye Başkanı, belediye bandosu ile karşıladı bizi…
Bandonun kısa bir oyun havalarının ardından temsilen Sedat Ergin ile annesi Edirneli olan Gila Benmayor’a çiçek verdi. Başkan Meclis Salonunda Edirne’yi ve yaptıklarını anlattı, 1930’da Atatürk’ün
kaldığı odaya bir tunç heykel yaptırması da ilginç Gürkan’ın...
- Edirne’de neler olmalı? Belediye Başkanı Recep Gürkan, gezide bulunan TÜRSAB üyeleri arasındaki turizmciler ve gazetecilerle “Edirne’de neler yapılabilir”i görüştüler. Gürkan, İstanbul’dan belediyelerin yaptığı turların Edirne’ye bir şey bırakmadığı, bu gezilerin daha kültürel ve tarih içerikli olması gerektiğini söyledi. Casino turlarının da Edirne’ye bir katkısı olmadığı vurgulandı; onun için ne gibi önlem alınması gerektiği konusunda bir uzlaşmaya varılamadı.
- Vali Günay Özdemir diyor ki: “Üstad Evliya Çelebi, 17. yüzyıl mutfağında 480 çeşit meyve, 303 tatlı, 241 içecek, 193 hamur işi, 139 balık, 127 çerez ve baharat sayıyor. Nerede şimdi bunlar?” diye sordu.
- Başaran Ulusoy (TÜRSAB Başkanı) ”Biz Edirne’ye moral vermeye gelmişken, onlardan bu kez biz moral aldık. Keşfedilecek kent değil, yaşanacak kent burası...” demesi Edirnelilere moral verdi.
- Gala yemeğinde Adalet Komisyonu Başkanı Tayyip Özdurmaz, Cumhuriyet Başsavcısı Muhammet Savran, Edirne için ne düşündüklerini sorunca ‘huzur ve barış kenti’ dediler. Göksucan Ar yönetimindeki “7 Dilde Barış Korosu” da bir konser verdi.
- Edirne’de Meriç nehri kıyısında, karaağaçlar arasındaki Lalezar’da ağırlandık. Edirne eski Belediye Başkanları İbrahim Ay ve Güngör Mazlum’le birlikte oturduk. Yaşayan eski başkanlar Ratip Kazancigil, Şevki Arman ve Hamdi Sedefçi’yi göremedik.
- Eski Başkanlardan Güngör Mazlum, son yazdığı ‘Edirne’nin Yahudileri’ kitabını bizlere armağan etti. Annesi Edirneli olan Gila Benmayor kendisine çok teşekkür etti; bize o günleri yaşattınız, dedi.
- Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce 5 milyon TL’ye restore edilen Avrupa’nın en büyük ikinci sinagogu, geçen yıl ibadete açıldı. İstanbul’dan Yahudi cemaatinin ziyaretleri epeyce artmış; ancak bir kez nikah kıyılmış. Bunun dışında Ortadoks Bulgaristan’ın iki kilisesi de (Sveti Georgi ile Elena), Edirne’ye daha da uhrevi bir hava vermiş Edirne’ye…
- Mimar Sinan’ın ünlü eseri Selimiye Camisi ziyaretçilerle dolup taşıyor; bizim de bulunduğumuz hafta sonunda, Cumartesi 40 bin Pazar günü de 50 bin kişi Selimiye’yi ziyaret etti. Geçen yılın verilerine göre, Selimiye ziyaret edenlerin sayısı 1.5 milyonu bulmuş; bu yıl bu sayısının 2 milyonu aşması bekleniyor.
- Bir başka ziyaret patlaması da, Osmanlı döneminde akıl hastalarının müzikle tedavi edildiği II. Beyazıt Külliesi ve Sağlık Müzesi’nde yaşanıyor. Onu da aynı günlerde günde 2000-2500 kişi ziyaret etmişti. Burasını birlikte ziyaret ettiğimiz Trakya Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Eren Tabakoğlu, öğrenciliğinden bu makama kadar çıkan ilk Trakya kökenli tıp doktoru... Kendisi Tekirdağ’a bağlı Hayrabolu’lu; bizim de Çorlulu olduğumuz bildiğinden çok samimi muhabbetimiz oldu. Bize Edirne Valisi Günay Özdemir’in önerisiyle uygulamaya konulan devai misk katılmış süt tutmuş; biz de içtik çok beğendik...
- Edirne ile ilgili araştırmalarıyla tanınan emekli öğretmen, Meriç’li Ayhan Tunca, Edirne’ye çok kitap kazandırmış... Ayhan Tunca’nın ‘1905’ten 1930’a... O Yıllar... Olaylar ve Edirne’den Gazi Mustafa Kemal Atatürk Geçti’ en önemlisi. Halen Yöre dergisini çıkartan Tunca’nın, “Kanuni Sultan Süleyman ve Edirne Yılları’, ‘Ortaçağın Aydınlık Sesi, Edirneli bir bilge; (Şeyh) Bedreddin ve soylu yaşam öyküsü’ ile ünlü heykeltraş ‘Edirneli İlhan Koman’ kitapları var.
Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Recep Zıpkınkurt, Edirne Ticaret ve Sanayi Odası Meclis Başkanı Mehmet Eren’den Edirne esnafının ve tarımcıların ‘halini’ dinledik. “Ah bu Bulgaristan’daki casinolar yok mu?” dediler. Kapıkule sınır kapısından 36,3 km uzaklıkta 20 bin nüfuslu Svilengrad için buraya gidenler burasını ‘Bulgaristan’ın Las Vegas’ı olarak nitelendiriyorlar. Dokuz casino varmış; sadece Svilengrad mı? Sofya, Burgaz, Varna’da da casinolar var... Aslında sorun ciddi; ancak komşunuz artık AB’ye girecek olan bir ülke olunca kimse bir şey diyemiyor birbirlerine. Gizli bir sessizlik var; kimin ne kadar harcadığı bilinmiyor. Ama biliyoruz, çok gidenler, Silivri’den başlayarak Edirne’ye kadar uzanıyor; batan ve çıkan vatandaşları hiç sormayın! Casinoların sahipleri arasında Sudi Özkan’dan başka Türkler de var. Türklerin Bulgaristan’a önemli ekonomik ‘katkı sağlandığını’ gün gibi ortada...
Belediye Başkanı Recep Gürkan’in, Hürriyet ve TÜRSAB etkinliği için yapılan ‘Gala Gecesi’ne Edirne’nin siyasetçileri, bürokratları, akademisyenler katıldı; badem ve ciğerci esnafı ile köylü kadınlar tezgahlar açtı. Gala gecesi Cavit-Didem Alamut’un sahibi olduğu Glorya Park salonunda yapıldı. Gala gecesinde konuklara Edirne
Mutfağının ve Edirne Saray Mutfağında yapılan yemeklerden 28 çeşit yemek, tatlı ve şerbet ikramı yapıldı. Edirne Yemek Kültürü Araştırmacısı Müşerref Gizerler’in kaynaklara ve yaşayan mutfak değerlerine göre hazırladığı yemek mönüsünün sunumu ve tanıtımına herkes hayran kaldı. Gizerler ”Bu etkinlikteki amacımız Neolotik çağdan itibaren Pers, Makedon, Roma, Bizans imparatorlukları sonrası 14. yy ortalarında Osmanlı İmparatorluğu hakimiyetine katılmış olan Edirne’nin zengin mutfak kültürünün tanıtılmasıdır. Bu tarihsel süreçte Anadolu ve Avrupa arasındaki geçiş ve özellikle Balkan coğrafyasına göç etmiş toplumların geçiş ve yerleşim bölgesi olmuş Edirne’nin birçok farklı kültürel unsuru birikimine sahiptir. Edirne Mutfak Kültürü bu bağlamda Türk mutfağının Orta Asya, Anadolu ve
Balkanlar ekseni üzerinde farklı kültürel unsurlar ile buluşması, “Coğrafi ve kültürel buluşmanın” sentezidir. Bu bilişme, etkileşimlerle ortak lezzetleri yarattığı gibi, yaşamış, yaşayan farklı inanç ve kültürlerin sürdürdükleri özel tatları ile yaşamaya devam etmektedir.” Yemek ikramı Edirne’nin özel tarhana çorbası ile başladı. Edirne ürünlerinden olan kırmızı patlıcanla yapılan mamzana, ayşekadın fasulye, biber borani, kara kabak yemeği, kabak mücver(çalkamaçıplak), lahana turşu kapuska, sirkeli biber turşusu, kırmızı biberli ekşimik ile safarad mutfağından Edirne usulü kaskarikas, domatesli pirinç yahnisi (Arniko de tomato) ile başladı. Ara sıcaklar olarak Edirne kandilli mantı, sini mantısı ve Balkanların bulgurlu kol böreği ile ana yemeklere geçildi. Sıcak ana yemekler olarak ciğer sarma, Rumeli musakka, 15. yy. arpacık soğanlı nohutlu kuzu yahni-salma aşı, elbasan tava (Makedonya Üskup Elbasan köyü çıkışlı), kuzu etli arpa şehriyeli güveç, 17.yy.da Edirne II. Beyazıt külliyesi mutfağında yapılarak halka dağıtılan meyveli et zirva tavuk etiyle sunuldu ve ayrıca yine Edirne usulü safarad mutfağının Rulikos Berencana (patlıcan sarması) özel lezzetleri süslendirdi.
Özel tatlı, helvalar ve şerbetlere gelince...
Şuruplar ile damaklar tatlandırıldı, bu meyanda Edirne’nin özel bademli baklavası, kaymaklı un helvası, yine bölgenin ürünleri ile helva olan peynir ve susam ana maddesinden oluşan tahin helvası mönüyü zenginleştirdi.Soğuk içecekler olarak limonata, nardenk-nar şurubu ve Reyhan şerbeti ile ferah ve lezzetli bir akşam geçirilmesi sağlandı. Bu sunum için günlerce ekipleriyle hazırlık yapan Recep Gürkan ve Müşerref Gizerler (ve Glorya ekibi) gerçek bir teşekkürü hak ediyorlar. İyi ki bunları gördük ve tattık ve yazıyoruz.
Edirne’nin badem ezmesinin ve deva-i misk’in başkenti. Son yıllarda üretim giderek artmış; Atatürk Havalimanından yurtdışına çıkarken Hacı Muhittin Bekir şekeri gibi klasik olmuş markaları... Edirne markalarını sayarsak, Keçecizade (Metin Keçeci), Aslanzade (Arif Meriç), Sayınbaş (Aydın Sayınbaş), Osmanlı-Şehzade (Kemal Kılıç) en tanınanları...
Esas merkezi Kırklareli olsa da Edirne’de de iki Hardaliye üreten fabrika var... Hardaliye; bir çok derde deva, en yüksek antioksidanlı... Üzüm suyu, vişne yaprağı ve hardal tohumundan üretiliyor. Balkanlardaki adı ‘kesme’, yani bırakılsa sirke-şarap oluyor; işine ‘hardal’ eklenince sağlıklı bir ‘içecek’ oluyor. Atatürk, 1930’lardaki seçimlerde Serbest Fırka, bazı belediyeleri alması -Edirne ve Kırklareli’ni az oyla kazanıyor Cumhuriyetçi Halk Fırkası- Atatürk tarafından ‘gericilik mi hortladı’ düşüncesine kapılıyor ve trenle yola çıkıyor; önce yeni yapılan Alpullu Şeker Fabrikasını geziyor; daha sonra Kırklareli’ne geçiyor. Bölgenin öğretmen kökenli tarihçileri Kırklareli’nden Nazif Karaçam, Lüleburgaz’dan Ali Arslan ve Edirne’den Ayhan Tunca, Cengiz Bulut ve Güngör Mazlum‘un yazdıkları dikkat etmek gerekiyor.
Selimiye Camisi sadece inşa edildiği dönemin değil, altı asır hüküm süren Osmanlı’nın en görkemli abidesi olarak tarih kenti Edirne’yi yüceltiyor. 2011 yılında UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilen Selimiye, Sultan II. Selim tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. İnşaatına 1568 yılında başlanmış, temel atma törenine Sultam II. Selim bizzat katılmıştır. Günde 2000 kişinin çalışması ile 6 yıl gibi kısa sayılabilecek bir sürede tamamlanmıştır. Ancak Sultan, Cami açılışını göremeden vefat etmiştir. İnşaa masraflarının büyük bir kısmı Kıbrıs’ın fethinden elde edilen gelirle karşılanmıştır. Osmanlı topraklarının dört bir yanında 300’den fazla eser inşa eden Sinan, Selimiye Cami için “Kalfalığımı Şehzade Camii’nde yaptım. Ustalığımı da Süleymaniye Cami’nde tamamladım. Amma bütün kudretimi bu Selim Han Camii’nde sarf edip, üstatlığımı açık seçik ortaya koydum.” demiştir. Kubbeli yapılar arasında Dünya çapında üne sahip Selimiye’nin devasa kubbesinin yerden yüksekliği 42,30, 31,50 metredir. Ünlü Alman Mimar Bruno Taut, Selimiye’nin Edirne Kenti üzerinde yükselen bütünsel görkemini dile getirmek için Camiyi “Kent Tacı” (Die Stadtkrone) olarak betimlemiştir. Selimiye Camisinin dört köşesinde üçer şerefeli, dört minare bulunur. Bu minareler 86 metre yüksekliğindedir. Bu ölçülerle dünyanın en yüksek tarihi minareleridir. Bu minarelerden, avlunun ön tarafında bulunan ikisi üçer yolludur. Bu yollar vasıtası ile üç kişi aynı anda birbirini görmeden üç ayrı şerefeye çıkabilir. Selimiye Camisi inşasında kullanılan sütunlar Atina, Kıbrıs, Enez, Mısır ve Suriye’deki antik harabelerden getirilmiştir. Cami inşası sırasında Fere’deki ocaktan getirilen renkli taş, Kavala, Aydıncık ve Marmara Adası’ndaki ocaklardan çıkarılıp getirilen mermerlerin kullanıldığı da bilinmektedir. Mermer minber, göz alıcı ince işçiliği ile mermer sanatının zirvesi olarak tanımlanır. Selimiye Camii, döneminin en nadide
çini örneklerini de barındırır. Bunların en değerlilerinden olan hünkar mahfili çinilerinin bir kısmı 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında yaşanan Rus işgalinde sökülüp götürülmüştür. Caminin ortasına yerleştirilmiş müezzin mahfilinin köşesindeki sütun üzerine ters bir lale motifi kazınmıştır. Günümüzde bu lale motifi hakkında çeşitli hikâyeler anlatılmakta, en çok da arsasını camiye vermek istemeyen aksi bir kadını simgelediği rivayet edilmektedir. 1912-1913 yıllarındaki Bulgar istilası sırasında tüm şehir gibi Selimiye Camisi de Bulgar top mermi ve güllelerinden nasibini almıştır. Atatürk, 1930 Aralık ayında yaptığı Edirne ziyaretinde, Selimiye Camii’ndeki gülle yaralarından birini görmüş ve “Bu yara asla onarılmayacak, Bulgarların sanat eserlerine nasıl saygısızca davrandıklarını dünyaya göstermek için saklanacaktır” demiştir. Gazi’nin talimatıyla onarılmayarak olduğu gibi bırakılan bu ibretlik iz, caminin doğu cephesinde halen görülmektedir.
Utku Musa SUNA- Sanat tarihçisi, Selimiye Vakfı Müzesi Sorumlusu
Mimar Sinan’ın en önemli eseri bizde ne gibi dini duygular bırakıyor? Felsefesi nedir? Bunu Edirne Müftüsü Emrullah Üzüm’e sorduk. Üzüm şunları anlattı: “Selimiye camii şerifinin mimari ve estetik yapısının birçok düşünsel (felsefi) sembollerle özellikle dizayn edildiğini görüyoruz. Osmanlı döneminde, insanın ruhi yükselişine davet etmesi arzu edilen camiler şehrin hâkim tepelerine inşa edilmiştir. Camiye girişte caminin ihtişamını ifade eden taç kapıdan girdiğinizde kubbelerin aşağıdan yukarıya doğru önünüzde yükselmesi sizi göklerle buluşmaya davet niteliğindedir. Bunun yanında Selimiye Camii Şerifindeki mimari uslübun insanları en çok etkileyen yanı belki de insanlar arası iletişimin değerini sembolize etmesidir. Camii şerifin içinde herhangi bir noktada bulunan kimse mermer minberin bir tarafından baktığında arka tarafını rahatlıkla görebilir. Zemindeki pencerelerden bahçeyi ve hatta bahçe duvarının dışarısındaki sokağı ve mahalleyi dahi görebilirsiniz. Camii şerif; bir taraftan mimari yapısındaki bu ve benzeri özellikleriyle insanlar arasında duvarlar örmemenin gerekliliğini ifade ederken, diğer yandan yarım kubbeleri ve muhteşem ana kubbesi ile insanı her şeyin sahibi olan cenab-ı hakla buluşmaya, onun yüce katına yükselmeye davet ediyor. Diğer yandan dua edenleri ve ziyaret edenleri tevhide (birlik ve beraberliğe) ve ibadete çağırıyor.”