GeriSeyahat Mr.Gurme
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Mr.Gurme

Mr.Gurme

İtalyan Mahallesi

Amerika'da benim en çok sevdiğim sokaklar, belirli bir yemek teması üzerine uzmanlaşan restoranlarla dolu olan sokaklardır.

Örneğin Çin mahallesinde hepsi birbirine benzeyen ama aslında farklı olan minik Çin lokantaları yan yana sıralanmıştır.

Manhattan adasının güneydoğusunda ara sokaklarda aniden Hindistan'a gelirsiniz.

Burada iki sokak var ki yüz metre içinde en azından 30 Hint restoranı zincirleme olarak karşınıza çıkar.

Gece bunlar arasında seçim yapmak çok da keyiflidir. Ve o sokaklar her gece şenlenir. Yemeğe gelen, restorandan çıkan insanların neşesi sokağa da bir hava katar.

Bizim İstanbul'da da böyle bir sokak oluşmaya başladı kendiliğinden.

Nişantaşı'ndaki Abdi İpekçi Caddesi’nden bahsediyorum.

Ben caddenin Maçka Otel'den yukarıya doğru olan bölümüne ‘İtalyan Mahallesi’ adını taktım.

Düşünsenize ‘Mezzaluna’, ‘Bice’ ve son eklenen ‘Il Sole’ restoranları yan yana sıralanmışlar sokakta.

Hepsi de İstanbul'un hatırı sayılır İtalyan mutfaklarına sahipler.

Aralarında en fazla 20'şer metre var. Ve dahası hepsi de müthiş iş yapıyor.

Öğle saatlerinde bile dolu bu restoranlar. Mezzaluna'da öğle saatlerinde öylesine büyük bir gürültü var ki insanlar nasıl yapıp da birbirleriyle sohbet ediyorlar anlamak mümkün değil.

Bütün bu restoranlarda öğle saatlerinde müşterilerin büyük çoğunluğu kadınlar.

Mekanların iş yerlerine yakın olması tabii ki bir avantaj.

Ayrıca Nişantaşı'na alışveriş için gelen insan sayısı da fazla olduğu için bu caddeye yakın açılan bütün restoranlar baştan şanslı başlıyorlar işe.

Yokuşun biraz daha yukarısında yer alan ‘Downtown’da da aynı durum var.

‘Downtown’da öğle yemeği kavramı bazen saat dörtlere kadar uzayan bir yorum içerebiliyor.

* * *

‘Il Sole’ de tabii ki şanslı doğan restoranlardan. Yanyana üç İtalyan restoranı iş yapmaz diyenler fena halde yanılmış durumdalar.

Il Sole'ye bu yazıyı yazmadan önce iki kez akşam yemeğine gittim.

İkinci gidişim tam hafta ortasıydı. Buna rağmen tıklım tıklım doluydu orası. Gerçi Il Sole katiyen büyük bir mekan değil.

Alsa alsa en fazla 50 müşteri alabilecek bir yer. Tıklım tıklım dolu olmadığında lokantanın keyfini de tam çıkarıyorsunuz.

İç dekorasyonu çok zevkli, İtalya'dan getirtilen aydınlatma sistemleri son derece hoş.

Koltuklar rahat. Ama restoran tam dolunca işler biraz değişiyor.

Gürültü çok artıyor.

Ayrıca bazı şanssız masalar tuvaletin girişini seyrederek yemek yemek zorunda kalabiliyor.

Ticari kaygılar tabii ki olacak ama sahiplerine tavsiyem böyle dolu gecelerde bir masadan fedakarlık edip sıkışıklığı azaltmalarıdır.

Gerçi bizim İstanbullular sıkışık ortamlarda bağıra çağıra yemek yiyip bir de üstüne üstlük yüklüce para ödemekten hoşlanıyorlar.

‘Mezzaluna’ olayını başka türlü açıklamak imkansız. Bizim insanımızda biraz mazoşistlik kesin var. Ama yemek yerken biraz sakinlik arayan müşteri bence daha da önemlidir, onları da kaçırmamak gerekiyor.

Çünkü o tür müşteri daha fazla pahalı şarap içer ve daha çok yemek sonrası içki tüketir.

* * *

Il Sole'ye iki gidişimde de yemeklerden memnun kaldım.

Risotto'yu olağanüstü hızlı yapmalarına rağmen başarılıydı.

Makarnalar standarttı. Makarna'nın harika diyebileceğim, emek verilmiş şeklini ben sadece New York'ta Il Mulino'da yedim.

İstanbul'da benim hayatım boyunca lezzetini unutamayacağım makarna yapan restoran henüz yok. Bir keresinde Four Seasons'da özel bir yemekte risotto yemiştik onu New York'ta bile zor bulursunuz.

Ama sonuçta orası bir İtalyan lokantaları değerlendirmesi kapsamında göz önüne alınamaz.

Zaten her lokantada Four Seasons'un Carlo Bernardini'si gibi bir şef olabilse İstanbul da cennete dönerdi. Il Sole'de yemekler hep ortanın üzerinde bir kalite tutturuyor.

Ve kalite hiç oynamıyor. Yani yemek performansları stres altındayken düşmüyor.

Servis performansları için ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim.

Yanlış anlamayın masaya bakanlar son derece efendi ve herşeyin iyi gitmesi için çabalayan elemanlar.

Ancak lokantanın doluluk oranı artınca servis performansı da inanılmaz düşüyor. Çözüm böyle gecelerde servis personelinin sayısını en az iki kişi arttırmaktan geçiyor.

Lokantanın şarap mönüsü iyi değil. İtalyan şarapların en pahalı olanı 15 milyon liraya satılıyor.

Onu denedim bizim Selection'dan daha iyi değil. Eğer 15 milyona şarap satacaksanız o fiyata İstanbul'da muhteşem şaraplar var. Bulun onları ve listeye koyun.

Bir de Kalecik Karası verin müşteriye, Bizim Türkler Kalecik Karası adını duyunca fiyat kavramını unutuyorlar. Ve ne kadar kazıklanırlarsa o kadar da memnun oluyorlar.

Kalecik Karası istanbul'da bazı yerlerde 100 dolardan satılıyor, bilmem farkında mısınız?

Bunu 100 dolar bastırıp içen enayinin ta kendisidir bu da biline...

Il Sole'ye gönlünüz rahat gidin. Kötü sürprizleri olmayan güzel yemek yiyeceğinizi bilin. Ama çok muhteşem sürprizler de olmayacağını bilin.

IL SOLE

Abdi İpekçi Caddesi No 48/2

Nişantaşı Tel: (212) 231 20 21

* * *

Müşteri sayısı artınca kalitenin hızla düşmesi sadece Il Sole'ye özgü bir şey değil. En güçlü otellerde bile bu olabiliyor.

Örneğin bir hafta önce Swissotel'de Viyana Balosu vardı.

Ama ne yazık ki o gece yemekler bir felaketti.

Et öylesine tuzluydu ki yemeye imkan yoktu.

O tatlıyı ise bir daha güzüm görmesin çünkü kabus olarak rüyama girebilir.

Tabii Swissotel'in geleneksel performansı bu değil. Otel gayet profesyonel yöneticilerin elinde insanları mutlu etmek için çalışıp duruyor.

Ama o gece artan müşteri nüfusu kaliteyi bir anda düşürdü. Bu da bir gerçek.

* * *

Vogue restoran pazar günleri saat 11 ile 16 arasında açık büfe kahvaltı vermeye başladı.

Bu brunch değil yanlış anlamayın.

Kahvaltılıklardan oluşan son derece zengin bir açık büfe.

Ayrıca çeşitli omletleri de ısmarlayabiliyorsunuz.

Restoranın şefi Ceren Büke hanımı bu girişimi nedeniyle kutlarım.

Çünkü ben Brunch'dan hiç hoşlanmam.

Kahvaltının yerini hiç bir şey tutamaz.

O manzaraya karşı yenilen kahvaltı da harika oluyor.

Fiyat 3,5 milyon lira.

Vogue

Beşiktaş Plaza

Maçka Tel: (212) 227 44 04

Lübnan ve Gaziantep birarada

İstanbul'da farklı damak zevki sunan lokantalara bir yenisi daha eklendi. Bahçeşehir'de açılan Bezirgan Restaurant, farklı tatlar arayanlara Lübnan yemeklerinin lezzetini sunuyor.

Lübnan Mutfağı'nın yanı sıra Gaziantep yemeklerini de konukların beğenisine sunan Bezirgan, 80'den fazla çeşit soğuk mezesi, zengin et yemekleri, tandır gibi spesiyalleriyle konuklarına seçim yapmakta zorlanacakları bir mönü sunuyor. Üstelik fasıl eşliğinde. Haftanın belli günlerinde yuvarlama, etli kuru patlıcan ve biber dolması, ekşili taraklık tavası gibi özel Gaziantep yemeklerinden birisinin konuklara sunulacağı Bezirgan'da çiğ köfte ve içli köfteyi her zaman yiyebilirsiniz. Tabii muammara ve humus gibi Lübnan Mutfağı'nın ünlü tatlarını da...

Bezirgan'ın Müdürü Fuat Kanalan, gerek Lübnan Mutfağı'nın, gerekse Gaziantep Mutfağı'nın çok zengin olduğunu, sayılamayacak kadar çeşit içerdiğini belirterek konukların her gelişlerinde yepyeni damak tatlarıyla tanışacaklarını söyledi.

False