GeriMersini Keşfet Mersin'in 3 Günü
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Mersin'in 3 Günü

Mersin'in 3 Günü

Uğur Gürses

Hürriyet ekibi ile ‘Mersin’i Keşfet’ turunda 3 gün geçirdik; işin doğrusu, Mersin’de bu kadar fazla kültürel tarih mirası ören yeri olduğunu, keşfettikçe öğrendim. 3 günde gezdiğim eski çağlardan kalma ören yeri, anıt, ibadet mekanı, kent mirası sokak, doğal varlık sayısı 10’u buluyor.

Mersin’in 1.7 milyonluk nüfusu, yüzde 35’i başka illerde doğanlardan oluşuyor. Nüfusun kabaca yüzde 15’i Güneydoğu Anadolu doğumlular. Ayrıca 180 bin Suriyeli sığınmacıya da ev sahipliği yapıyor. Bu kozmopolit nüfusun kökenleri, eski zamanlara dayanıyor. Ekonomiye; yani tarım ve ticarete, iş yaratmaya dayanıyor. Merkezi bir liman olmasına uzanıyor. Mersinliler liman ve serbest bölgeyi gururla anlatıyor. Ama bunun tarihsel bir kökeni var. Tarsus ya da Soli-Pompeipolis’te olduğu gibi, Mersin’de antik sokaklar denizlere çıkıyor. Yüzyıllar öncesinde bir antik liman olan Tarsus’tan başlayarak, Antalya’ya uzanan sahil şeridi ve iç kısımlardaki kalıntılar ticaretin zenginliklerinin, mimari ve sanatının izini taşıyor. Hatta ve hatta, rehberimiz Ali Merzeci’nin dikkat çektiği gibi; yüzyıllar öncesindeki ekonomik krizlerin yapı örme tekniklerinde izlerini bile bulmak mümkün.

Hürriyet ekibi ile “Mersin’i Keşfet” turunda 3 gün geçirdik; işin doğrusu, Mersin’de bu kadar fazla kültürel-tarih mirası ören yeri olduğunu, keşfettikçe öğrendim. 3 günde gezdiğim eski çağlardan kalma ören yeri, anıt, ibadet mekanı, kent mirası sokak, doğal varlık sayısı 10’u buluyor. Öte yandan gezemediğimiz ama merak uyandıran fazlasıyla ören yeri vardı. Henüz kazı ya da restorasyon eli değmemiş yerler de cabası. Kültür ve Turizm Bakanlığı verilerine göre, Mersin’deki tarih mirası olarak, korunması gereken tescilli taşınmaz kültür varlığı sayısı bin 187. Arkeolojik SİT alanı sayısı hiç de azımsanacak gibi değil; 496. Bir çıta olsun diye; Antalya’daki arkeolojik SİT alanı sayısının 727 olduğunu not düşeyim. Şimdiki modern zamanların limanı, bugünkü mevcudiyetini geçmişin antik limanlarından ve ticaret durağı olmasından alıyor; geçen zamanın şalıyla örtülmüş olsa da. Bugün çoğumuz serbest bölge ve devasa limanı konuşuyoruz. Mersin’deki serbest bölgenin yıllık ticaret hacmi 3 milyar doları aşıyor. Helenistik ve Roma dönemlerindeki ticaretin zenginliğini ise limanlara uzanan devasa sütunlu yollardan, hele ki Eliaussa-Sebaste antik kentindeki Anadolu’nun en iyi korunmuş görkemli nekropol alanından kestirmek mümkün.

Mersin’de Cennet ve Cehennem olarak bilinen çöküntülerin önünde Mersinlilerle konuşuyoruz; bu yıl gelen ziyaretçi sayısının epey azaldığından bahsediyorlar. Yabancılardan çok yerli turistlerin uğradığı bu doğal ören alanına gelenlerin, 15 TL’lik giriş ücretini duyunca döndüklerini üzgün bir ifadeyle anlatıyor bir esnaf; bu yıl geçen yıla göre 50 bine yakın kişi daha az gelmiş. Yabancı ziyaretçi sayılarının sert biçimde düştüğü, turizmcilerin en zor dönemi yaşadığı günlerde; ikame için iç turizme destek vererek ören yerleri için belirlenen giriş ücretlerinin düşürülmesinde yarar yok mu? ‘Mersin’e ısmarladım nar gele’ Turizm ve tarımda çifte hasar alan illerden biri de Mersin. Bu yıl Türkiye’ye gelen turist sayısı 10 milyonu aşan sayıda azalınca, tarım ve gıda ürünlerine olan talep de geriledi. Fiyat düşüşleri oldu. Bu ürünlerden biri de arz fazlası olan nar.

Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, tarım politikasının yönlendirici olmamasına atıfla, geçen yıl üreticiden 60 kuruş civarında olan nar fiyatlarının bu yıl 30 kuruşa kadar düştüğünü, bunun da Mersinli üreticileri zor duruma düşürdüğünü anlatıyordu. Belediye yetkilileri, okullara ücretsiz narenciye dağıttıklarını ilave ediyor. Türkiye Ziraat Odaları Birliği’nin (TZOB) verilerine göre, 15 yılda nar üretimi 7.5 kat arttı. Üçüncü büyük üretici Mersin’deki yıllık nar rekoltesi yaklaşık 62 bin ton. Bu üretim düzeyi, tüm Türkiye’deki nar üretiminin kabaca yüzde 15’i demek. 2000 yılındaki tüm ülkedeki üretim seviyesi demek.

Hürriyet ekibi ile Mersin’e keşfetmeye gelirken, zihnimde izi tazece duran konu, yerel halkın Akkuyu’daki nükleer enerji santraline razı olup olmadıkları idi. Santralin Çevre Düzeni Planı’nda yer alması kararını merkezi yönetime bırakan komisyon kararı Belediye Meclisi’nde oy çokluğuyla onaylanmıştı. Mersin’in bilançosunda epey varlığı varken, böyle bir yükümlülük ağır değil miydi? Başkan Burhanettin Kocamaz, bunun onay olmadığını, santrale karşı olduğunu, merkezi hükümetin nükleer santral konusunda yerel yönetime fikrini dahi sormadığını, yasa çıkarıldığı için ellerinin bağlandığını anlattı. Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) raporuna itiraz ederek karşı durmaya devam ettiklerini de not etti.

Devamında, Kocamaz’ın kendi kişisel yaşamından hüzünlü bir öyküyü öğreniyoruz; “Ben çocuğunu çok küçük yaşta o hastalıktan kaybetmiş biriyim, santrale razı geldiğimi nasıl söylerler?” diyordu. Başkan Kocamaz, 30 yıl önce Çernobil’deki nükleer santral kazasını izleyen yıllarda küçük oğlunu kaybetmişti. Oğlunun fındıklı çikolatalara düşkün olduğunu, Karadeniz’deki fındık alanlarının radyasyondan etkilendiğini işaret ediyordu. “Siz Çernobil’e mi bağladınız çocuğunuzun kaybını?” diye sordum; “evet” dedi. Birçok yerel gelişememe hikayesinin arkasında, yerel yönetimlere ‘takoz’ olan ya da o yöreye ne ve nasıl yapılacağına karar veren bir Ankara siyaseti var. Tüm risklerle yerel halkın kucağına bırakan ama onlara sormayan, itirazlarını dinlemeyen bir merkezi yönetim. İşte Mersin’i keşfederken, Ankara’nın silueti de kendini her yerden ortaya çıkarıyordu.

 

False