Evrim SÜMER
Son Güncelleme:
Melekler insan haline gelse Bangkoklular gibi olurlardı
İzzeddin Çalışlar öyle bir yazar-gezgin ki, bir iki sene önceki Amazon röportajımızdan beri, ne yapsam ne etsem de bir seyahat röportajı daha yapsam diye fırsat kolluyordum. Beklediğim gün bir kitap sayesinde çıktı karşıma! Kitap MB Yayınevi’nden çıktı, ismi Meleklerin Krallığı Bangkok. Çalışlar 12 senedir birçok defa gittiği ve senede bir iki defa görmediğinde kendini eksik hissettiği Bangkok’u yazmış. Çok da iyi yapmış. Duygusuzca yazılmış rehber kitaplara hiç benzemiyor, kendinizi orada hissediyorsunuz. Bu röportajla yetinmeyin, mutlaka kitabı okuyun.
Kitabın adı Meleklerin Krallığı ama Bangkok’ta hiç melek olmadığını söylüyorsunuz. Bu ne yaman bir çelişki?
- Aslında benim kitabımın adı Kanatsız Melekler olacaktı. Tam o sırada aynı isimli bir kitap çıkınca ben değiştirdim. Evet, şehirde hiç melek heykeli yok. Benim kastettiğim melekler heykeller değil, orada yaşayan insanlar. Bence melekler insan haline gelse onlar gibi olurlardı. Yumuşak, güler yüzlü, karşısındaki anlamaya ve dileğini yerine getirmeye çalışan, hizmette kusuru olmayan ve karşılığında bir şey beklemeyen, mutluluktan mutlu olan insanlar.
Sokakta her yerde yemek yemeyin diyorsunuz. Nerede yiyelim?
- Evet, hasta olmak istemiyorsanız çok işlek ve trafiği yoğun olan caddelerdeki sokak satıcılarından uzak durun. Ara sokaklardakileri tercih edin. Çünkü trafik o kadar yoğun ve hava o kadar basık ki, arabaların egzoz dumanları yiyeceklerin üstüne yapışıyor. Adamı kötü yapan o, Uğur Dündar’lık bir durum yok yani. Bir yandan da Bangkok’a gitmişken sokakta yemek yemeden olmaz. Kaç milyon kişi böyle besleniyor.
Nerelere gidiyorsunuz?
- Sabah trafiğinden kaçıp doğru bir saatte çıkmanız lazım. Trafik İstanbul’dan daha beter, bütün günü kaybedebilirsiniz. İlk durak şehrin altın üçgeni denilen Rattanakosin’deki Wat Po olmalı. Buraya tuk tuk denilen üç tekerlekli araçlarla gitmek güzel. Tuk tuk’u otelden ayarlamak lazım. Bir de adam pazarlıkta üç dolar istiyorsa, dört dolar verin, istediğiniz yere en hızlı şekilde gidin. Yoksa adam sizi anlaşmalı olduğu alışveriş merkezlerine, kuyumculara falan götürüyor.
Wat Po’da neler var?
- Wat Po, şehrin en eski ve en geniş araziye sahip tapınağı. Kendi türünün en büyüklerinden olan, meşhur Yatan Buda heykeli burada. 46 metre uzunluğunda ve 15 metre yüksekliğinde, altın varakla kaplı. Onlarda varakla kaplama yöntemi çok ilginç aslında. Herkes azıcık paraya ufacık altın varak alıyor ve gelip bir yere yapıştırıyor. Sonunda el birliğiyle altın varak kaplanıyor her yer. Külliyede Tayland’ın en zengin Buda resim ve heykel koleksiyonu da görülebilir. Wat Po’da Kraliyet Masaj Okulu ve masaj salonu da var. Masaj salonu çok alem, bir okulun yatakhanesi gibi. Bir salonda bir sürü yatak; kadın erkek kime denk gelirseniz ona masaj oluyorsunuz.
PİTONU ARKADAŞIM SANDIM
Tura devam edelim...
- Büyük Saray ve Wat Po yan yana. Birçok kişi önce saraya gider, ben tam tersini yapıyorum. Wat Po’daki dinginlikten ve ihtişamdan etkilenenler, sarayı görünce bir daha şaşırıyorlar. Büyük Saray hem kralın yaşadığı yer, hem de ihtişamıyla insana dinginlik veren Wat Phra Kaeo Tapınağı da burada. Bu tapınağa Zümrüt Buda Tapınağı da diyorlar. Tapınağa adını veren zümrüt Buda heykeli 1434’te Chiang Rai’da bulunmuş. Aslında heykel zümrüt değil, yeşim taşından. Bu karışıklığın sebebiyse yanlış anlama: Zümrüt Tayca yeşil demek. Heykel ilk bulunduğunda alçıyla kaplıymış ve alçı döküldükçe bir dizi mucize gerçekleşmiş. Son mucize de, alçı tamamen döküldüğünde ortaya çıkan yeşil rengi olsa gerek. Bu heykelin karşısında ayakta durmayın, ayaklarınızı öne uzatmayın. En iyisi hemen diz çökmek.
Saraydan sonra nereye gidiyorsunuz?
- Yapacak çok şey var ama sarayın çok yakınından tekneye binip, nehir kıyısındaki Wat Arun’u görmek güzel. O gün ayrıca yılan ve timsah çiftliği eğlencesine katılabilirsiniz. Hem eğlenceli, hem korkutucu bir şov bu. Adamlar ellerinde kollarında boa yılanları, pitonlarla gösteri yapıyorlar. Korkanlar bu şekilde korkusunu da yenebilir. Arkadaşlarımla gittiğim bir keresinde ben korkanların fotoğrafını çekiyordum. Arada arkadaşlarımdan biri kolunu omzuma attı; ben kızıyorum, yapmayın, makine titriyor falan derken objektiften bana bakıp gülen insanlar gördüm. Meğerse benim arkadaşımın kolu sandığım şey boynuma dolanmış pitonmuş. Yılan çiftliklerinde bazen timsah reyonu da oluyor. Timsahlar öyle mal mal duruyorlar, ama yemek saati geldiğinde ne kadar hızlı ve çevik olabildiklerini görüyorsunuz.
Gece hayatında neler var?
- Gece hayatına dalmadan önce nehir kıyısındaki Oriental Otel’de bir içki içmenizi öneririm. Gece olunca da bir kereliğine bile olsa mutlaka Patpong’a gitmek gerek. Bangkok’un gece hayatının üzerinizde bırakacağı ilk izlenim "seksi" olacak. İki sokakta 40’a yakın kulüp var, hepsinin adı İngilizce. İçeride o meşhur şovlar yapılıyor. Ama bunlar güvenilir olmayan batakhaneler değil. Kadın erkek, herkes gidebilir. Tek bilmeniz gereken, "No thank you" demek.
İkinci, üçüncü günlerde ne öneriyorsunuz?
- Benim en sevdiğim yerlerden biri Jim Thomson House müzesi. Yapacak o kadar fazla şey var ki... Biri de şehrin azıcık dışında olan meşhur yüzen çarşı. Şehir merkezindekiler de yüzen çarşı ama farkı görmek için orijinalini görmek lazım. Bangkok’ta inanılmaz bir alışveriş imkanı var tabii. Hintli terzilerin üç saatte diktiği takım elbiseler, el boyaması ve dokumalar, el işçilikleri, sahteleri ve gerçekleriyle dünya markaları var.
Kitabınızda "Hızla Batılılaşan ama Batı’yla buluşamayan bir şehir diyorsunuz. Neden?
- Bangkok’ta Batı’da gördüğümüz markaların çoğu var, her gün yeni bir yer açılıyor. Ama bu demek değildir ki yaşam tarzı değişiyor. Batı onlara geliyor ama kimse birdenbire Nike giymeye başlamıyor mesela. Batı’nın ikonları geliyor ama yaşam tarzı gelmiyor. Ama bu kötü bir şey mi, hayır değil. Yolda yürürken bir Buda heykeli görünce, yine eğilip selamını verip, öyle devam ediyor yoluna.
BU ŞEHRİ KİM SEVMEZ?
Bangkok’u turla gidenler sevmez bence. Çok izole bir yerden görüyorlar şehri. Çok titizler de sevmez diyemem, başka bir şey burası. Orada aşılanmak lazım, o büyüyü hissetmek lazım. Beklentisiz ve hedefsiz dolaşınca bir saatin içinden an az üç dört tane olağanüstü şeyle karşılaşıyorsunuz.
BANGKOK’U İLK DEFA EMMANUELLE’DE GÖRDÜM
Bangkok’u ilk defa Emanuelle filminde gördüm. 1977 ya da 78’diO zamanlar bugünkü gibi belgesel kanalları, gezi dergileri falan yoktu. Vay be, böyle yerler var mı demiştim. Filmde kanallar üzerinde sazdan kulübeler, batakhaneler, afyonkeşler, sefalet içinde ama çok farklı, koloniyal bir hayat vardı. İlk defa bir filmde çıplak kadın görmekten daha çok etkiledi beni Bangkok.
En sevdiği 5 yer
Bangkok á Lamu Adası (Kenya) á Peru
Şikago á Burma
seyahatte ne okuyor
Gittiğİ yerle ilgili rehber, çoğunlukla Lonely Planet ve okuması gereken her şey.
ne dinliyor
Müzik dinlemiyor.
ne yiyor, ne içiyor
Her şeyi yiyor, her şeyi içiyor.
ne giyiyor
Mümkün mertebe oraya göre giyiniyor. Arkadaşları "Aa yine buralı oldu" diye dalga geçiyormuş. Jean, capri, spor ayakkabı, flip-flop terlik.
nerede kalıyor
Otel gibi olmayan otelde; çölde çadırda, gölge teknede. Otele verilen çok paraya biraz acıyor.
neyle seyahat ediyor
Motosikletle.
kimle seyahat ediyor
Onla.
çantasının olmazsa olmazları
iBook, dijital fotoğraf makinesi, pareo, parmak arası terlik, sinekkovar.
- Aslında benim kitabımın adı Kanatsız Melekler olacaktı. Tam o sırada aynı isimli bir kitap çıkınca ben değiştirdim. Evet, şehirde hiç melek heykeli yok. Benim kastettiğim melekler heykeller değil, orada yaşayan insanlar. Bence melekler insan haline gelse onlar gibi olurlardı. Yumuşak, güler yüzlü, karşısındaki anlamaya ve dileğini yerine getirmeye çalışan, hizmette kusuru olmayan ve karşılığında bir şey beklemeyen, mutluluktan mutlu olan insanlar.
Sokakta her yerde yemek yemeyin diyorsunuz. Nerede yiyelim?
- Evet, hasta olmak istemiyorsanız çok işlek ve trafiği yoğun olan caddelerdeki sokak satıcılarından uzak durun. Ara sokaklardakileri tercih edin. Çünkü trafik o kadar yoğun ve hava o kadar basık ki, arabaların egzoz dumanları yiyeceklerin üstüne yapışıyor. Adamı kötü yapan o, Uğur Dündar’lık bir durum yok yani. Bir yandan da Bangkok’a gitmişken sokakta yemek yemeden olmaz. Kaç milyon kişi böyle besleniyor.
Nerelere gidiyorsunuz?
- Sabah trafiğinden kaçıp doğru bir saatte çıkmanız lazım. Trafik İstanbul’dan daha beter, bütün günü kaybedebilirsiniz. İlk durak şehrin altın üçgeni denilen Rattanakosin’deki Wat Po olmalı. Buraya tuk tuk denilen üç tekerlekli araçlarla gitmek güzel. Tuk tuk’u otelden ayarlamak lazım. Bir de adam pazarlıkta üç dolar istiyorsa, dört dolar verin, istediğiniz yere en hızlı şekilde gidin. Yoksa adam sizi anlaşmalı olduğu alışveriş merkezlerine, kuyumculara falan götürüyor.
Wat Po’da neler var?
- Wat Po, şehrin en eski ve en geniş araziye sahip tapınağı. Kendi türünün en büyüklerinden olan, meşhur Yatan Buda heykeli burada. 46 metre uzunluğunda ve 15 metre yüksekliğinde, altın varakla kaplı. Onlarda varakla kaplama yöntemi çok ilginç aslında. Herkes azıcık paraya ufacık altın varak alıyor ve gelip bir yere yapıştırıyor. Sonunda el birliğiyle altın varak kaplanıyor her yer. Külliyede Tayland’ın en zengin Buda resim ve heykel koleksiyonu da görülebilir. Wat Po’da Kraliyet Masaj Okulu ve masaj salonu da var. Masaj salonu çok alem, bir okulun yatakhanesi gibi. Bir salonda bir sürü yatak; kadın erkek kime denk gelirseniz ona masaj oluyorsunuz.
PİTONU ARKADAŞIM SANDIM
Tura devam edelim...
- Büyük Saray ve Wat Po yan yana. Birçok kişi önce saraya gider, ben tam tersini yapıyorum. Wat Po’daki dinginlikten ve ihtişamdan etkilenenler, sarayı görünce bir daha şaşırıyorlar. Büyük Saray hem kralın yaşadığı yer, hem de ihtişamıyla insana dinginlik veren Wat Phra Kaeo Tapınağı da burada. Bu tapınağa Zümrüt Buda Tapınağı da diyorlar. Tapınağa adını veren zümrüt Buda heykeli 1434’te Chiang Rai’da bulunmuş. Aslında heykel zümrüt değil, yeşim taşından. Bu karışıklığın sebebiyse yanlış anlama: Zümrüt Tayca yeşil demek. Heykel ilk bulunduğunda alçıyla kaplıymış ve alçı döküldükçe bir dizi mucize gerçekleşmiş. Son mucize de, alçı tamamen döküldüğünde ortaya çıkan yeşil rengi olsa gerek. Bu heykelin karşısında ayakta durmayın, ayaklarınızı öne uzatmayın. En iyisi hemen diz çökmek.
Saraydan sonra nereye gidiyorsunuz?
- Yapacak çok şey var ama sarayın çok yakınından tekneye binip, nehir kıyısındaki Wat Arun’u görmek güzel. O gün ayrıca yılan ve timsah çiftliği eğlencesine katılabilirsiniz. Hem eğlenceli, hem korkutucu bir şov bu. Adamlar ellerinde kollarında boa yılanları, pitonlarla gösteri yapıyorlar. Korkanlar bu şekilde korkusunu da yenebilir. Arkadaşlarımla gittiğim bir keresinde ben korkanların fotoğrafını çekiyordum. Arada arkadaşlarımdan biri kolunu omzuma attı; ben kızıyorum, yapmayın, makine titriyor falan derken objektiften bana bakıp gülen insanlar gördüm. Meğerse benim arkadaşımın kolu sandığım şey boynuma dolanmış pitonmuş. Yılan çiftliklerinde bazen timsah reyonu da oluyor. Timsahlar öyle mal mal duruyorlar, ama yemek saati geldiğinde ne kadar hızlı ve çevik olabildiklerini görüyorsunuz.
Gece hayatında neler var?
- Gece hayatına dalmadan önce nehir kıyısındaki Oriental Otel’de bir içki içmenizi öneririm. Gece olunca da bir kereliğine bile olsa mutlaka Patpong’a gitmek gerek. Bangkok’un gece hayatının üzerinizde bırakacağı ilk izlenim "seksi" olacak. İki sokakta 40’a yakın kulüp var, hepsinin adı İngilizce. İçeride o meşhur şovlar yapılıyor. Ama bunlar güvenilir olmayan batakhaneler değil. Kadın erkek, herkes gidebilir. Tek bilmeniz gereken, "No thank you" demek.
İkinci, üçüncü günlerde ne öneriyorsunuz?
- Benim en sevdiğim yerlerden biri Jim Thomson House müzesi. Yapacak o kadar fazla şey var ki... Biri de şehrin azıcık dışında olan meşhur yüzen çarşı. Şehir merkezindekiler de yüzen çarşı ama farkı görmek için orijinalini görmek lazım. Bangkok’ta inanılmaz bir alışveriş imkanı var tabii. Hintli terzilerin üç saatte diktiği takım elbiseler, el boyaması ve dokumalar, el işçilikleri, sahteleri ve gerçekleriyle dünya markaları var.
Kitabınızda "Hızla Batılılaşan ama Batı’yla buluşamayan bir şehir diyorsunuz. Neden?
- Bangkok’ta Batı’da gördüğümüz markaların çoğu var, her gün yeni bir yer açılıyor. Ama bu demek değildir ki yaşam tarzı değişiyor. Batı onlara geliyor ama kimse birdenbire Nike giymeye başlamıyor mesela. Batı’nın ikonları geliyor ama yaşam tarzı gelmiyor. Ama bu kötü bir şey mi, hayır değil. Yolda yürürken bir Buda heykeli görünce, yine eğilip selamını verip, öyle devam ediyor yoluna.
BU ŞEHRİ KİM SEVMEZ?
Bangkok’u turla gidenler sevmez bence. Çok izole bir yerden görüyorlar şehri. Çok titizler de sevmez diyemem, başka bir şey burası. Orada aşılanmak lazım, o büyüyü hissetmek lazım. Beklentisiz ve hedefsiz dolaşınca bir saatin içinden an az üç dört tane olağanüstü şeyle karşılaşıyorsunuz.
BANGKOK’U İLK DEFA EMMANUELLE’DE GÖRDÜM
Bangkok’u ilk defa Emanuelle filminde gördüm. 1977 ya da 78’diO zamanlar bugünkü gibi belgesel kanalları, gezi dergileri falan yoktu. Vay be, böyle yerler var mı demiştim. Filmde kanallar üzerinde sazdan kulübeler, batakhaneler, afyonkeşler, sefalet içinde ama çok farklı, koloniyal bir hayat vardı. İlk defa bir filmde çıplak kadın görmekten daha çok etkiledi beni Bangkok.
En sevdiği 5 yer
Bangkok á Lamu Adası (Kenya) á Peru
Şikago á Burma
seyahatte ne okuyor
Gittiğİ yerle ilgili rehber, çoğunlukla Lonely Planet ve okuması gereken her şey.
ne dinliyor
Müzik dinlemiyor.
ne yiyor, ne içiyor
Her şeyi yiyor, her şeyi içiyor.
ne giyiyor
Mümkün mertebe oraya göre giyiniyor. Arkadaşları "Aa yine buralı oldu" diye dalga geçiyormuş. Jean, capri, spor ayakkabı, flip-flop terlik.
nerede kalıyor
Otel gibi olmayan otelde; çölde çadırda, gölge teknede. Otele verilen çok paraya biraz acıyor.
neyle seyahat ediyor
Motosikletle.
kimle seyahat ediyor
Onla.
çantasının olmazsa olmazları
iBook, dijital fotoğraf makinesi, pareo, parmak arası terlik, sinekkovar.