Malatya’nın geçmişi BATTALGAZİ’de saklı
Osmanlı ordusuyla çarpışmaya giden isyankar Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1839’da Malatya’dan geçmişti.
Saffet Emre TONGUÇ
Battalgazi’de konaklayınca halk kaçıp, Aspuzu bölgesinde yepyeni bir şehir kurdu. Bugün hızla gelişen Malatya merkezinde yörenin özgün tarihi dokusunu görmek pek mümkün değil. Geçmişin zenginlikleri Battalgazi’de yaşıyor.
Birçok ülkede küreselleşme, yerel kültürü zayıflattı. Türkiye’de ise Batılı yaşam stantartlarına ulaştığı halde özgünlüğünü koruyabilen kentlerin bulunması sevindirici. Çorum’da nohut, Kayseri’de pastırma, Isparta’da gül suyu kültürü korunuyor. Malatya’da ise kayısının tartışmasız hükümranlığını hemen hissediyorsunuz. Kayısının başkenti, aynı zamanda dünyanın en büyük kuru kayısı ihracatçısı. Kente adım attığınızda etrafınızı kayısı ürünleri sarıyor: Kurusu, pestili, kolonyası, yağı, hatta döneri...
Malatya adının Hititçe’de bal anlamındaki Melid’den geldiği düşünülüyor. Asur kraliçesi Semiramis şehri Meliten olarak adlandırmış. Anadolu’nun yetiştirdiği önemli isimlerden, coğrafyacı Strabon şehirden bahsederken Melitene’yi kullanmış.
Gaziantep gibi çok göç alan Malatya, son 15 yılda epeyce yol kat etmiş, şehre modern bir görüntü hakim olmuş. Buna rağmen, eski dokuyu görebileceğiniz birkaç tarihi eser, birkaç eski ev ayakta kalmış. Şehir merkezindeki Yeni Cami henüz bir asrı geride bırakmasa da görkemli bir yapı. Eski, cumbalı evleri görmek istiyorsanız Beş Konaklar, Sinema Caddesi’nde sizi bekliyor. Atatürk ve Kanalboyu caddelerinin kesiştiği noktada ise geçen yüzyılın başında inşa edilen taş binalar yer alıyor. Atatürk’ün kaldığı, bugün müze olarak ziyaret edilebilen yapı da bu bölgede.
Şehirde neden bu kadar az tarihi yapı bulunduğunu anlamak için 10 kilometre kadar kuzeye, Battalgazi ilçesine gitmeniz gerekiyor. İlçe “Eski Malatya” olarak biliniyor. Kavalalı Mehmet Ali Paşa, 1839’da Osmanlı ordusuyla çarpışmaya giderken burada konaklamış, askerlerini evlere yerleştirmiş. Halk Aspuzu’ya göç etmek zorunda kalmış. Sonrasında evlerine dönmeyip, Aspuzu’da bugünkü Malatya’yı kurmuş. O günlerde kentten geçen İngiliz gezgin W. F. Ainsworth, askerlerin ayrıldığı kentten geriye, 500 harap ev kaldığını yazıyor. Charles Texier de, aynı dönemde kervansarayların ıssız, evlerin perişan olduğunu dile getirmiş.
RESTORASYON FACİASI
Malatya, Cumhuriyet döneminde gelişmiş. Yöre halkının “Aşağı Şeher” dediği Battalgazi’de yaşayanlar azalırken, Yeni Malatya hızla büyümüş. Bugün kent merkezinde göremediğiniz türde tüm önemli tarihi yapılar Battalgazi’de. Buraya adım atıp bir zamanların muhteşem surlarıyla gözgöze geldiğinizde, zihninizde geçmişin dünyası canlanmaya başlıyor.
Battalgazi’deki en önemli tarihi eserler Ulu Cami ve Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı. 1224’te Selçuklu Sultanı Alaeddin Keykubat’ın yaptırdığı cami birkaç yıl önce çok özenli bir restorasyon geçirmiş. Yolun karşısına geçtiğinizde son derece romantik kalıntılar içinde Halfetih Camii’nin tek minaresini ve Şahabiye-i Kübra Medresesi’ni göreceksiniz. Ulu Cami’nin tam aksine, Silahtar Mustafa Paşa Kervansarayı’nın restorasyon sonrasındaki hali için söylenecek söz bulmak zor! 1637’de Sultan IV. Murad’ın Bosnalı silahtarı için inşa edilen harika yapı adeta yeniden inşa edilip toplantı merkezine dönüştürülmüş. Orijinalliğe değer veriyorsanız, kervansarayın hali sizi üzecek, hazır olun. Oysa zaman yapıları yıpratırken yaşanmışlık katar, değerlendirir. Türkiye’de birçok yapı, restorasyon adına yenileştiriliyor, özellikleri yok ediliyor.
İlçedeki diğer tarihi eserleri, kervansarayın yanındaki meydana yerleştirilen haritada göreceksiniz. Bunları gezmeniz yaklaşık bir saat sürecek, harcadığınız zamana değecek. Vaktiniz sınırlıysa, önceliği iki büyüleyici esere vermekte fayda var. İlki, Kanlı Kümbet. 1300’lerde yapılmış, kubbesi çok ilginç. Çatısı yakın zamanda yenilenmiş. İkinci eser, daha az gizemli ama çok daha mükemmel: Selçuklu Namazgahı. 1243’te yapılmış, henüz restore edilmemiş. Geçmişin dokusunu yansıtıyor.
ORTADOĞU’NUN İLK SARAYI
Hititler’in kurduğu Aslantepe, Battalgazi ile Malatya karayolunun ortalarında. 19. yüzyılda gezginleri bir höyük üzerinde, bir çift taştan aslan gördüklerini yazınca höyüğün adı Aslantepe olmuş. Devam eden kazılar, kalıntıların Ortadoğu’daki en eski saray kompleksi olabileceğini ortaya koyuyor. Kadın, erkek figürlü kerpiç duvarlar dahil pekçok buluntu Malatya Müzesi’nde sergileniyor. İkiz aslanlar Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde.
Malatya’dan Battalgazi ve Aslantepe’ye ulaşım yerel otobüslerle çok kolay. Darende’deki muhteşem güzellikteki Somuncu Baba Türbesi’ne mutlaka gitmenizi öneririm. Tohma Kanyonu’nun girişindeki türbe, burada inzivaya çekilen sufi Seyyid Hamid-i Veli’ye (1331-1412) ait. Camisinin, Şanlıurfa’dakini anımsatan bir kutsal balık havuzu var. Türbenin altındaki müze buraya kadar gelmenizin bir başka ödülü. Türbenin yanından, nehri izleyen patika şirin ahşap evlerin bulunduğu piknik alanına varıyor.
Malatya’ya dönmeden biraz dinlenmek, yemek yemek istiyorsanız Tohma Kanyonu girişindeki çiçek bahçesine yönelin. Hasbahçe Restoran’ın küçük çardaklarında oturup, günün yorgunluğunu atın. Malatya’da ise Nostalji Restoran’da yer minderlerinin keyfini sürebilir, kağıt kebabı, analı kızlı gibi yerel lezzetleri tadabilirsiniz. Kayısı ürünlerini Şire Pazarı’nda bulacaksınız.
Nemrut’un tanrıları
Nemrut Dağı ve Türkiye afişlerinde karşınıza çıkan dev Kommegene heykelleri Malatya yakınlarında. Kendini tanrılarla bir tutan I. Antiokhus’un mezarının bulunduğu 2 bin 150 metrelik zirveye vardığınızda, nefesiniz kesiliyor. MÖ. 50’li yıllarda yaşayan, Pers imparatoru Darius ve aynı zamanda onun ezeli rakibi Büyük İskender’in soyundan geldiğini iddia eden kral Antiokhus, gücünü kanıtlamak için baş tanrı Zeus’tan tutun, en güçlü tanrı Herkül’e kadar bir sürü devasa heykeli dağ başına diktirmiş. Mezarın olduğu höyük, 50 metre yüksekliğinde. Henüz içine girilemedi. Höyüğün doğu ve batı cephe teraslarına dokuzar heykel aynı sırayla konulmuş. Nemrut’ta gündoğumu ya da günbatımını izlemenizi öneririm.