Mahşer yeridir Marakeş’te Faniler Meydanı
İksir satıcıları, falcı kadınlar, kına yakıcılar, seyyar dişçiler, hikaye anlatıcıları, yılan oynatıcılar, baharat kokusu saçan seyyar lokantalar... Marakeş’in Faniler Meydanı her gece Doğu masallarını andıran rengarenk bir sahneye dönüşür...
Marakeş’in kalbine yolculuğumuz otelimizin önünde son bulduğunda, güneş şehrin geleneksel kızıl badanalı duvarlarının ardında henüz batmıştı. Fas’a seyahatin altın ayağı bu gizemli şehre dair epeyce şey okumuştum. Gün batımına yetişemedik ama bir telaşla şehrin efsane meydanı Jamal Fna’ya (Faniler Meydanı) koştuk hemen. Şehrin her yanından görünsün diye ondan yüksek bina yapımına izin verilmeyen, dar, labirent sokaklarında pusula vazifesi gören Koutobia Camisi’ne yürüyoruz. 1100 yılında Endülüs mimarisiyle inşa edilen anıt yapının ışıkları da yandı işte. Eski zamanlardan kalma, ateşi hiç sönmeyen dev bir kandil misali, şehrin üzerine sır dolu bir ruhaniyeti yayıyor usuldan. Yaklaştıkça gökyüzüne uzanan Babil Kulesi edasındaki minareyi boynumuz tutulana dek inceliyor, güneşin son ışıklarından sıyrılışını gözlüyoruz. Caminin önündeki nizami, taş yoldan o meşhur meydana giriyoruz sonra. Sağda nizami bir çizgide müşteri bekleyen faytonların, boyunlarında rengarenk püsküller sarkan yorgun atları sıkıntıdan kımıldadıkça, gümüş aksesuvarları şıngırdıyor. Şehir turuyla renklenecek eve dönüşler için müşteri bekliyorlar.
MUHAKKAK Kİ SENİN HİKAYEN ANLATILAN
Kesif duman çökmüş meydana. Tekinsiz bir karanlığın ortasında, uğultulu kalabalığın, puslu ışık kümeleri etrafında öbek öbek toplandığını fark ediyoruz. Halka halka meydana dağılmış, yüzleri orta yerdeki lüks ışıklarına dönük kalabalık kıpır kıpır, ürkütücü bir gölge oyununun kahramanları gibi. Meydanın derin karanlığında yükselen ürkütücü bir uğultu ve genizleri yakan baharatımsı koku hızımızı kesiyor önce. Öyle meydanı aydınlatan yüksek direkler yok. Cesaretimi toplayıp, ölgün ışıkların etrafında toplaşmış insan karanlığına yaklaşıyorum. Berberilerin yüzyıllardır süre gelen kadim geleneği hikaye anlatıcılarının topladığını anlıyoruz bu meraklı kalabalığı. Geleneksel, rengarenk, eprimiş kıyafetleri içinde, yoksulluğun güleç yüzü kahkahalar atıyor. Bizdeki orta oyununu andıran, eğlendirdiği kadar eğiten özgün bir gelenek bu. Hikayesini ilgi çekici bir kostüm, elde baston, takma sakal veya abartılı bıyıkla anlatan da var. Daha önce hiç görmediğim, tuhaf biçimli ritim ve yaylı çalgılardan yükselen müzikler var fonda. Her fotoğraf çekme girişiminiz, para talep eden ürkütücü ataklarla karşılanıyor. Gözlerimiz yılan oynatıcılarını arıyor fakat onların çoğunlukla gündüz tezgah açtıklarını öğreniyoruz. Daha önce hiç karşılaşmadığımız panayır oyunlarıyla kalabalık çekenler de var. Bütün kalabalıkları biraz da mesleki merakla, çekinerek izledikten sonra hikayecilerin anlattıklarını anlayamamış olmanın eksikliğiyle ayrılıyorum oradan.
HİZMETLE ÖMÜR TÜKETMİŞ KİMLİKSİZ ÖLÜLER
Meydanı çevreleyen dükkanlara yürüyoruz. Akşamın geç vakti yan yana sıralanmış seyyar tezgah ve lokantalarda, ağır baharatlı et yemekleri yeniyor, sıkma tropik meyve suları içiliyor. Meydana çıkan tarihi çarşı kapanmak üzere, hediyelik eşya dükkanları ışıl ışıl. Ertesi sabah gündüz gözüyle görmek için meydana koşuyorum yine. İşte yılan oynatıcıları meydanın tam orta yerine, sefil küçük çadırların önünde oturmuş, zurna sesini andıran ürkütücü bir nefesliyi çalıyorlar. O çığlığı andıran ürkütücü sesin, oynatıcının elinde, kolunda, önünde kıvrılan kobra ve başka cins yılanları hareketlendirdiğini fark ediyorsunuz. Kına yakıcılar, seyyar diş çekiciler, falcı kadınlar, iksir satıcılarıyla bir Doğu mistisizminin içinden geçiyoruz. Koutobia Camii’nin yanı başındaki tarihi çarşıda Fas’a özgü argan yağının peşine düşmeden önce ünlü Saadi Mezarlığı’nı geziyoruz. O taştan, göz alıcı nakışlarla donatılmış tarihi kapıdan hayranlıkla giriyoruz içeri. Kral ve kraliçenin mezarlarının bulunduğu kapalı mekanların önündü kuyruk var. Bizdeki Yerebatan Sarayı’nı andıran sütunlar arasındaki ışıklandırılmış mermer lahitler ilgi çekici. Avluda kime ait olduğu belirsiz, yerde yan yana uzanan mezar taşlarının, saray personeline ait olduğunu öğreniyoruz. Peygamberin soyundan geldiğine inanılan kralların hizmetinde ömür çürütmüş, kimliksiz ölü bedenler…
KEÇİ AĞACIDIR ARGAN İKSİR, ŞİFA NİYETİNE
Fas’taki 26 sarayın en eskilerinden birini, Bahia’yı geziyoruz sonra. Mermer sütunlu geniş avlular, ahşap dekorlu odalar, abartılı süslemeler ve usta işi oymalarıyla tarihi kapılar göz alıcı. Dar sokaklarda ilerlerken yorgun katırların çektiği yük arabalarına yol vermelisiniz. Ve Fas’a özgü o meşhur argan yağının tanıtıldığı bir mekandan içeri giriyoruz. Her şey ne kadar ticarileşmiş, eczane görünümlü mekanda sıra sıra oturup sanki elinde iksir şişesi tutuyormuş, şifa dağıtıyormuş edasıyla argan tanıtımı yapan adamı izliyoruz. Kozmetiğin her türünde kullanılan yağın şifa niteliğine vurgu yapıyor daha çok, yemeklik yağ olarak bile kullanıldığını öğreniyoruz. Rehberimiz yerli halkın keçi ağacı dediğini aktarıyor argan için. Bahçesinde argan ağaçları bulunan bir başka mekanda bu yağın nasıl yapıldığını aşama aşama, bir atölye çalışması olarak izliyoruz. Yerel kıyafetli kadınlar, önlerindeki küçük değirmenlerde yeşil argan meyvelerini sıkıp yağını çıkarıyorlar. Keçi ağacı dedik ya, yol üstünde dev bir argan ağacının tepesinde özenle yerleştirildikleri anlaşılan keçileri izliyor, fotoğraflarını çekiyoruz. Neden sonra bunun bir çoban tarafından turistlerin ilgisini çekmeye dönük bir mizansen olduğunu anlıyoruz. Geceyi damak tadımızın geleneksel Fas mutfağının gözde yemeği Tajin’le tanıştığı, atlı bedevilerin türlü cambazlıklar yaptığı, uçan halı gösterisi, bir Arap güzelinin kıvrak dansları ve havai fişeklerle doruğa çıkan eğlence platosunda noktalıyoruz.