Murat MÜFTÜOĞLU/ muratmuftuoglu@gmail.com
Son Güncelleme:
Madrid’de paskalya zamanı
Hıristiyan áleminin Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesini andığı günlerde İspanya sokakları yılın en renkli geçit törenlerine sahne olur. 16-24 Mart arasındaki paskalya yortusunda, yaz fiyatlarına oranla yüzde 70’e yakın indirimli turlarla Madrid’e uçabilirsiniz. Titizlikle korunan 17, 18 ve 19. yüzyıllardan kalma birbirinden güzel yapılar arasında geçireceğiniz bir haftada, müzeleri gezebilir, restoranlarda İspanyol mutfağının lezzetlerini tadabilir, alışveriş yapıp, gece kulüplerinde İspanya coşkusunu yaşayabilirsiniz. Martta şehirdeki ortalama gündüz hava sıcaklığı 16 derece civarında. Madrid’de yaşayan rehber Murat Müftüoğlu, paskalya dönemini yazdı.
Dinsel öğelerin folklorla iç içe geçip Madrid sokaklarında görsel şölene dönüştüğü paskalya döneminde Madrid’de olmak ayrı bir şanstır. 16 Mart Pazar günü, Hz. İsa’nın Kudüs’e gelişinin anılmasıyla başlar törenler. Sonraki altı gün boyunca, sırasıyla Hz. İsa’nın havarilerle son yemeği, Romalı askerlerce işkenceden geçirilişi, çarmıha gerilmesi, ölümü, gömülmesi ve göğe yükselmesi anılır. Özellikle perşembe ve cuma akşamı farklı kilise cemaatlerinin düzenlediği, ihtişamda birbiriyle yarışan Jueves Santo adlı geçit törenleri görsel şölendir. Rengarenk giysili İsa ve Meryem figürleri taşıyan yürüyüşçüler gözyaşlarıyla saetalar, yani dini methiyeler söyler. Bando eşliğindeki ezgiler insanın içine işler. Kortejlerin en görkemlisi perşembe saat 19.00 sularında Kraliyet Sarayı’ndan muhafızlar eşliğinde çıkıp Plaza de Oriente- Calle Arenal- Carretas ve Atocha güzergahını izler. Sol Meydanı, Plaza Mayor ya da Jacinto Benavente Meydanı’ndan farkı kortejler geçer. Bu kutsal günlerde İspanyollar ete el sürmez; torrijas (ekmek tatlısı) yer.
HIP-HOP OTOBÜSLERLE KENTİ DOLAŞABİLİRSİNİZ
İspanya farklı bir Avrupa’dır. İspanyollar kendilerini Avrupalı yerine İberyalı sözcüğüyle tanımlar; Katalan, Basklı, Endülüslüdür. Avrupa deyince akıllarına Almanlar, Fransızlar ve diğerleri gelir. Bu özel kimliğin oluşumunda ülkenin kıtalar arasındaki köprü konumu, İslam’la 800 yıllık birlikte yaşama pratiği, imparatorluk geçmişi, Franco diktatörlüğü altında yaşanan yıllar, kıtanın köylüsü olarak anılmanın kırgınlığı gibi sayısız faktör etkili olmuş. Bize benzerler aslında. Kara kaşlı, kara gözlü, esmer tenli, kısa boylu, tıknazdırlar. Sokakta rastladığınız kişi çok tanıdık gelebilir. "Aaaaa! Şu bizim 7 numarada oturan Türkan Hanım değil mi" demekten kendinizi alamazsınız. Hele bir de Türkçe konuşsalar, kendinizi Valikonağı Caddesi’nde sanırsınız...
Gerek eski kent merkezi, gerekse modern semtleriyle Madrid, Avrupa’nın şık hanımefendisidir. 13 hatlı metro ağıyla, geniş ve temiz, ağaçlıklı bulvarlarıyla, iyi korunmuş tarihi dokusuyla, çağdaş mimarinin güzel örnekleriyle yaşanası bir kenttir. Eğer turla gelmişseniz rehberiniz Madrid’in görülmesi gereken ana noktalarını, önemli anıtlarını, saraylarını, müzelerini, alışveriş merkezlerini, restoranlarını anlatacaktır. Eğer yalnız gelmişseniz hip-hop (indi-bindi) turist otobüslerini tavsiye ederim. 15 Euro ödeyip, üstü açık bu otobüslerle, 24 saatte istediğiniz kadar inip, binerek kenti gezebilir, kulaklıktan İngilizce, Fransızca, Almanca bilgi alabilirsiniz.
Madrid, Avrupa’da yabancı düşmanlığının en az olduğu kentlerden. Her yıl yaklaşık 65-70 milyon turist ağırlıyor. Sıradan bir yerleşim yeriyken, 760’lı yıllarda Endülüs Emevileri gelmiş. Suyun bol olduğu yer anlamında Mayrid adını verdikleri bu bölgede bir kale-saray (Alkazar) inşa etmiş. Çevresinde gelişen kent, bugün 5 milyonluk bir metropol. Doğal güzelliği olmasa da sorumluluk duygusu, sanatçı yaratıcılığıyla oya gibi işlenip korunmuş yıllar boyunca. Eski Madrid olarak anılan merkez dünyada metrekare başına en çok bar ve restoranın düştüğü alan. Yüzlerce yıllık şık binalar, çatılara yerleştirilen devasa mitolojik heykeller, pencere ve kapılardaki yerel ferforje (demir doğrama) işçiliğini seyretmeye doyamayacaksınız. Bu binalar arasında her geçişimde hayranlıkla bakakaldığım Atocha Meydanı’ndaki Tarım Bakanlığı (Ministerio de Agricultura) ve Colon Meydanı’ndaki Milli Kütüphane’yi (Biblioteca Nacional) anmadan geçemeyeceğim. Bu yıldan itibaren Belediye Sarayı’na dönüştürülen Cibeles Meydanı’ndaki eski postahane ise bir şaheser.
HEMINGWAY BU RESTORANDA HİÇ YEMEK YEMEDİ!
Bence Madrid’in turuna, kentin kalbi Sol Meydanı’ndan başlayın. Meydandaki atlı heykel bugüne kadar kentin güzelleşmesine en fazla hizmeti geçen, meydanlar ve caddeler açtıran kişiye ait: Kral 3. Carlos. Anıtın arkasında kentin sembolü Pardo Ayısı ve Kocayemiş Ağacı heykelini göreceksiniz. Alana açılan Carmen ve Preciados sokaklarını izlediğinizde, varacağınız Gran Via kentin en uygun alışveriş bölgesi. Tarihi Madrid’in meşhur köy meydanı Plaza Mayor, Sol’dan yüz metre ileride. Revaklı yapılarla çevrili meydanın çevresi, ressamların, sokak sanatçılarının mekanı. İçindeki restoranlar çok ünlü. Cuchilleros Kapısı’ndaki geniş şarap mahzenine sahip, mağarayı andıran restoran tam 200 yıllık. Guinness rekorlar kitabına "dünyanın en eski restoranı" olarak giren Botin (Kuruluşu 1724) ve kapısında "Hemingway burada hiç yemek yemedi" yazan restoran aynı bölgede. Meydandaki işletmeler fazlasıyla turistik. Madrid’in gerçek ruhunu arıyorsanız, Botin’i geçip kentin en eski bölgesi Madrid de Las Austrias’da Cava Baja sokağına girin. Birbirinden sevimli barlar, restoranlar, oldukça genç ve bohem bir ortamla karşılaşacaksınız.
Plaza Mayor’un Toledo Caddesi kapısından çıkıp beş yüz metre yürüdüğünüzde, solunuzdaki San İsidro Kilisesi’ni (eski Madrid Katedrali) geçince La Latina Meydanı’na ulaşırsınız. Sağa dönerseniz bir başka şirin meydan, eğlence çekim merkezi çıkacak karşınıza: Plaza de Carros. La Latina’dan sola dönüp, Maldonadas sokağından geçerek Madrid’in pazar günleri kurulan meşhur bitpazarı Rastro’ya, Plaza de Cascorro’ya ulaşırsınız. Son yıllarda maalesef giderek eski şirinliğini yitirip, Hint ve Çin mallarıyla sıradanlaştı. Yine de renk ve insan cümbüşü sürüyor. Ribera de Curtidores caddesinden aşağı doğru, pazarın içlerine doğru yürüdüğünüzde antikacıların olduğu bölüme ulaşır, ilginç eşyalar, tablolar bulabilirsiniz. Dükkanlar sabah 10.00’dan 15.00’e kadar açık.
Arenal Caddesi’nden yürüdüğünüzde Opera Meydanı’na ve devamındaki Kraliyet Sarayı’na ulaşırsınız. Bina artık müze. Kraliyetin protokol toplantılarında da kullanılıyor. Sarayın yanındaki Almudena Katedrali’ni mutlaka gezmelisiniz.
Sol Meydanı’ndan Carrera de San Jeronimo caddesini takip ederek aşağıya doğru inerseniz, önce solda İspanyol Parlamentosu’nu, sağda Palace Hotel’i geçip Neptün Meydanı’na ulaşırsınız. Solda Baron Thyssen Müzesi, karşısında Prado Müzesi yer alır. 1819’da kapılarını açan Prado, Petrograd’daki Hermitage’dan sonra dünyanın en büyük resim ve heykel koleksiyonuna sahip. 30 bin tablo ve gravürden oluşan koleksiyonun sadece 12 bini sergilenebiliyor. Salonlarında, klasik dönem İspanyol ressamları Velazquez, Goya, Murillo, Zurbaran’ın yanı sıra El Greco, Tiziano, Tintoretto’nun paha biçilmez tablolarını görebilirsiniz. Eğer Picasso, Dali, Miro gibi çağdaş dáhileri merak ediyorsanız, çağdaş sanatlar müzesi Reina Sofia (Kraliçe Sofya) sizi bekliyor. Şu anda, Fransa’dan getirilen eserlerle hazırlanan gelmiş geçmiş en kapsamlı Picasso sergisi var. Sergi paskalya boyunca açık. Meşhur Guernica da orada olacak. Buraya kadar gelmişken Madrid’in en ünlü ayak üstü atıştırma yeri La Brillante’de kısa bir mola vermenizi, kalamarlı sandviç (bocadillo de calamar) denemenizi öneririm. Kitaplara meraklıysanız, Moyano Yokuşu’ndaki sahafları mutlaka gezin.
PİCASSO, LORCA VE DALİ’NİN BULUŞTUĞU KAFE
Madrid’de mesai kağıt üstünde 09.00’da, gerçekte 10.00’da başlar. Uyandıklarında kahveyle kurabiye yiyen İspanyollar, saat 11.00’de işi bırakıp kafelerde, barlarda kahvaltı yapar. 14.00’te tüm resmi daire, banka, işyerlerinde mesai biter. 17.00’ye kadar kutsal yemek saatidir. Bizdekinin tersine, ana öğün öğle yemeğidir. Ev hanımları bile, en yakındaki bar ya da restorana gider. En az 15-20 dakika kuyrukta beklerler, yemekleri abartısız 1,5 saat sürer. İçkilerini yudumlar, kahve içer, sohbet ederler. Hiçbir şey bir İspanyol’un öğle yemeğinden daha önemli değildir. İşler bekleyebilir, ertelenebilir. "Ya veremos manyana" yani "yarın bakarız" derler.
Kutsal öğle yemeği sonrası siesta gelir. 20-30 dakikalık şekerleme yapılır. Uyku alışkanlığı mega kentlerde seyrekleşmekle birlikte, sürdürülüyor. Kimi işyeri 17.00-19.00 arası ikinci mesaiyi yapar. Sonra yediden yetmişe, takıp takıştırıp, iki dirhem bir çekirdek kafelere, barlara, teraslara giderler. 70-80 yaşındaki kadınların zarafetine imrenmemek elde değildir. Zaten Madrid’in nabzını tutmak isterseniz bu saatlerde Cibeles ve Colon meydanları arasındaki orta kaldırımda yürüyüşe çıkmanız yeterlidir. Espejo ya da Cafe Gijon’da mutlaka bir şeyler için, çevrenizi seyredin. Cafe Gijon, 36 kuşağı olarak anılan Picasso’ların, Salvador Dali’lerin, Federico Garcia Lorca’ların ve Franko’lu yıllarda muhalif aydınların buluşup tartıştığı, ayakkabı boyacısının dahi ünlü bir anarşist olduğu, globalizme karşın ayakta kalmayı başaran, enfes bir mekán. Kahvenizi yudumlarken, az ötenizdeki masada Lorca’nın dizelerini karaladığını hissedeceksiniz.
TÜM MATADORLARIN HAYALİ: VENTAS
Madrid’in ciğeri sayılan 7 kilometrekarelik Retiro Parkı, sokak tiyatrocuları, amatör sihirbazları, falcıları, kuklatiyatroları ve çocuk alanlarıyla cıvıl cıvıldır. İçinde kayıkla dolaşılabilen yapay bir gölün, devasa ağaçların altındaki kafelerde biralarını, kahvelerini yudumlayanlar görürsünüz. Akşamüstü çimenler üzerine uzananların neşeli kahkahaları, kuş cıvıltılarına karışır. Madrid’in Nişantaşı atmosferi Goya ve Serrano caddeleri civarında yaşanıyor. Bu bölgede, Sol Meydanı’ndakilere oranla daha lüks mağaza ve butikler var. Caddede gezinen kadınların alışverişe mi yoksa defileye mi çıktığına bir türlü karar veremeyeceksiniz.
İspanya’ya denince ilk akla gelenlerden biri de boğa güreşleri. Anadolu’dan, Frigyalılar’dan İberya’ya taşınmış bu gelenek. Ülkenin en saygın, en görkemli arenası Madrid’deki Ventas. 1929’da inşa edilmesine karşın, 400 yıl öncesinin İslami mimarisinin izlerini taşıyor. 20 bin kişilik. Tüm matadorların hayali, bir gün bu dev arenada omuzlara alınmak. Boğa güreşleri müzesi saat 10.00-14.00 arası açık.
Çağdaş mimari harikası bir başka başyapıt, Real Madrid’in 100 bin kişilik Santiago Bernabeu Stadı. İspanyolların futbolun tapınağı diye adlandırdıkları bu stadyum şehrin gökdelenler bölgesinde, finans ve iş merkezlerinin ortasında. Buna karşın 15 dakikada boşaltılabiliyor. Çevresinde Mobby Dick, Calle 54, Si Senor, Marmara gibi Madrid’in tarihi bölgesindekilere oranla daha elit, pahalı, bar, restoran ve diskotekler var.
TOLEDO, SEGOVIA BİR ADIM UZAKTA
Zamanınız kalırsa Madrid çevresindeki tarihi kentleri günü birlik turlarla gezebilirsiniz. Masalsı Toledo kenti, Madrid’e 70 kilometre uzaklıkta. Yüzyıllardan bu yana tarihi dokusu bozulmamış. Yazlık sarayın, şatolar, su kemerlerinin bulunduğu Segovia ise başkente 85 kilometre uzaklıkta. Katıldığınız tur, ekstra gezi düzenliyorsa bu iki kenti görmeden dönmeyin. Kendiniz de gidebilirsiniz, ancak iletişim kurmakta biraz zorlanacaksınız. Çünkü İngilizce bilenkişilerin sayısı pek fazla değil. Yine de el kol işaretleriyle anlaşmak mümkün.
PAELLA’NIN EN LEZZETLİSİ REAL CHURROS’UN ÇITIRI SAN GİNES’TE
á San Gines’e uğrayıp sıcak çikolata içmeden Madrid’den ayrılmayın. Sol Meydanı’ndan Arenal Caddesi’ne girdiğinizde az ilerde, solda Joy İslava diskoteği ile San Gines Kilisesi arasındaki geçitte. San Gines çok özel bir mekan. Tıpkı Beyoğlu’nda profiterolüyle ünlü İnci Pastanesi gibi. Madridlilerin tipik kahvaltısı chocolate ve tulumba tatlısına benzeyen churros (Çurros) sunar sadece. Çurrosları çikolataya batırarak afiyetle yiyin. á Kentin en şık kafesi Plaza de Oriente’de: Cafe Oriente. á İspanya deniz mahsulleri cenneti. Bu nedenle eti unutmakta yarar var. Deniz mahsulleri ve safranla yapılan meşhur paella’nın en iyisini Opera Meydanı’ndaki Paella Real’de yiyebilirsiniz. Harika bir okyanus levreği (lubina) ve envai çeşit deniz mahsulü tatmak için Gran Via Caddesi 62 numaradaki Sirena Verde’ye uğrayın. Et konusunda ısrarlıysanız, Opera Meydanı’ndaki Asador Real ideal seçim. Fırında süt kuzusu ve domuz yavrusunda iddialı. á Envai çeşit İspanyol mezesini (tapas), ünlü İspanyol şaraplarını tadacağınız, harika bir alabalık yiyebileceğiniz La Trucha adlı müzevazı restoran, Plaza Santa Ana yakınlarındaki Manuel Fernandez y Gonzalez sokağında. Epeyce kuyruk bekleyebilirsiniz, hazır olun.á Gran Via no: 82’deki De Maria, iyi bir Arjantin et lokantası. Elma şarabı tatmak istiyorsanız Paso de Florida, No: 34’tekiCasa Mingo ideal seçim. Pilici meşhur. Paella ve sebzeli pilavlar için bir başka seçim Calle Reina, No: 29’daki La Barraca.
HIP-HOP OTOBÜSLERLE KENTİ DOLAŞABİLİRSİNİZ
İspanya farklı bir Avrupa’dır. İspanyollar kendilerini Avrupalı yerine İberyalı sözcüğüyle tanımlar; Katalan, Basklı, Endülüslüdür. Avrupa deyince akıllarına Almanlar, Fransızlar ve diğerleri gelir. Bu özel kimliğin oluşumunda ülkenin kıtalar arasındaki köprü konumu, İslam’la 800 yıllık birlikte yaşama pratiği, imparatorluk geçmişi, Franco diktatörlüğü altında yaşanan yıllar, kıtanın köylüsü olarak anılmanın kırgınlığı gibi sayısız faktör etkili olmuş. Bize benzerler aslında. Kara kaşlı, kara gözlü, esmer tenli, kısa boylu, tıknazdırlar. Sokakta rastladığınız kişi çok tanıdık gelebilir. "Aaaaa! Şu bizim 7 numarada oturan Türkan Hanım değil mi" demekten kendinizi alamazsınız. Hele bir de Türkçe konuşsalar, kendinizi Valikonağı Caddesi’nde sanırsınız...
Gerek eski kent merkezi, gerekse modern semtleriyle Madrid, Avrupa’nın şık hanımefendisidir. 13 hatlı metro ağıyla, geniş ve temiz, ağaçlıklı bulvarlarıyla, iyi korunmuş tarihi dokusuyla, çağdaş mimarinin güzel örnekleriyle yaşanası bir kenttir. Eğer turla gelmişseniz rehberiniz Madrid’in görülmesi gereken ana noktalarını, önemli anıtlarını, saraylarını, müzelerini, alışveriş merkezlerini, restoranlarını anlatacaktır. Eğer yalnız gelmişseniz hip-hop (indi-bindi) turist otobüslerini tavsiye ederim. 15 Euro ödeyip, üstü açık bu otobüslerle, 24 saatte istediğiniz kadar inip, binerek kenti gezebilir, kulaklıktan İngilizce, Fransızca, Almanca bilgi alabilirsiniz.
Madrid, Avrupa’da yabancı düşmanlığının en az olduğu kentlerden. Her yıl yaklaşık 65-70 milyon turist ağırlıyor. Sıradan bir yerleşim yeriyken, 760’lı yıllarda Endülüs Emevileri gelmiş. Suyun bol olduğu yer anlamında Mayrid adını verdikleri bu bölgede bir kale-saray (Alkazar) inşa etmiş. Çevresinde gelişen kent, bugün 5 milyonluk bir metropol. Doğal güzelliği olmasa da sorumluluk duygusu, sanatçı yaratıcılığıyla oya gibi işlenip korunmuş yıllar boyunca. Eski Madrid olarak anılan merkez dünyada metrekare başına en çok bar ve restoranın düştüğü alan. Yüzlerce yıllık şık binalar, çatılara yerleştirilen devasa mitolojik heykeller, pencere ve kapılardaki yerel ferforje (demir doğrama) işçiliğini seyretmeye doyamayacaksınız. Bu binalar arasında her geçişimde hayranlıkla bakakaldığım Atocha Meydanı’ndaki Tarım Bakanlığı (Ministerio de Agricultura) ve Colon Meydanı’ndaki Milli Kütüphane’yi (Biblioteca Nacional) anmadan geçemeyeceğim. Bu yıldan itibaren Belediye Sarayı’na dönüştürülen Cibeles Meydanı’ndaki eski postahane ise bir şaheser.
HEMINGWAY BU RESTORANDA HİÇ YEMEK YEMEDİ!
Bence Madrid’in turuna, kentin kalbi Sol Meydanı’ndan başlayın. Meydandaki atlı heykel bugüne kadar kentin güzelleşmesine en fazla hizmeti geçen, meydanlar ve caddeler açtıran kişiye ait: Kral 3. Carlos. Anıtın arkasında kentin sembolü Pardo Ayısı ve Kocayemiş Ağacı heykelini göreceksiniz. Alana açılan Carmen ve Preciados sokaklarını izlediğinizde, varacağınız Gran Via kentin en uygun alışveriş bölgesi. Tarihi Madrid’in meşhur köy meydanı Plaza Mayor, Sol’dan yüz metre ileride. Revaklı yapılarla çevrili meydanın çevresi, ressamların, sokak sanatçılarının mekanı. İçindeki restoranlar çok ünlü. Cuchilleros Kapısı’ndaki geniş şarap mahzenine sahip, mağarayı andıran restoran tam 200 yıllık. Guinness rekorlar kitabına "dünyanın en eski restoranı" olarak giren Botin (Kuruluşu 1724) ve kapısında "Hemingway burada hiç yemek yemedi" yazan restoran aynı bölgede. Meydandaki işletmeler fazlasıyla turistik. Madrid’in gerçek ruhunu arıyorsanız, Botin’i geçip kentin en eski bölgesi Madrid de Las Austrias’da Cava Baja sokağına girin. Birbirinden sevimli barlar, restoranlar, oldukça genç ve bohem bir ortamla karşılaşacaksınız.
Plaza Mayor’un Toledo Caddesi kapısından çıkıp beş yüz metre yürüdüğünüzde, solunuzdaki San İsidro Kilisesi’ni (eski Madrid Katedrali) geçince La Latina Meydanı’na ulaşırsınız. Sağa dönerseniz bir başka şirin meydan, eğlence çekim merkezi çıkacak karşınıza: Plaza de Carros. La Latina’dan sola dönüp, Maldonadas sokağından geçerek Madrid’in pazar günleri kurulan meşhur bitpazarı Rastro’ya, Plaza de Cascorro’ya ulaşırsınız. Son yıllarda maalesef giderek eski şirinliğini yitirip, Hint ve Çin mallarıyla sıradanlaştı. Yine de renk ve insan cümbüşü sürüyor. Ribera de Curtidores caddesinden aşağı doğru, pazarın içlerine doğru yürüdüğünüzde antikacıların olduğu bölüme ulaşır, ilginç eşyalar, tablolar bulabilirsiniz. Dükkanlar sabah 10.00’dan 15.00’e kadar açık.
Arenal Caddesi’nden yürüdüğünüzde Opera Meydanı’na ve devamındaki Kraliyet Sarayı’na ulaşırsınız. Bina artık müze. Kraliyetin protokol toplantılarında da kullanılıyor. Sarayın yanındaki Almudena Katedrali’ni mutlaka gezmelisiniz.
Sol Meydanı’ndan Carrera de San Jeronimo caddesini takip ederek aşağıya doğru inerseniz, önce solda İspanyol Parlamentosu’nu, sağda Palace Hotel’i geçip Neptün Meydanı’na ulaşırsınız. Solda Baron Thyssen Müzesi, karşısında Prado Müzesi yer alır. 1819’da kapılarını açan Prado, Petrograd’daki Hermitage’dan sonra dünyanın en büyük resim ve heykel koleksiyonuna sahip. 30 bin tablo ve gravürden oluşan koleksiyonun sadece 12 bini sergilenebiliyor. Salonlarında, klasik dönem İspanyol ressamları Velazquez, Goya, Murillo, Zurbaran’ın yanı sıra El Greco, Tiziano, Tintoretto’nun paha biçilmez tablolarını görebilirsiniz. Eğer Picasso, Dali, Miro gibi çağdaş dáhileri merak ediyorsanız, çağdaş sanatlar müzesi Reina Sofia (Kraliçe Sofya) sizi bekliyor. Şu anda, Fransa’dan getirilen eserlerle hazırlanan gelmiş geçmiş en kapsamlı Picasso sergisi var. Sergi paskalya boyunca açık. Meşhur Guernica da orada olacak. Buraya kadar gelmişken Madrid’in en ünlü ayak üstü atıştırma yeri La Brillante’de kısa bir mola vermenizi, kalamarlı sandviç (bocadillo de calamar) denemenizi öneririm. Kitaplara meraklıysanız, Moyano Yokuşu’ndaki sahafları mutlaka gezin.
PİCASSO, LORCA VE DALİ’NİN BULUŞTUĞU KAFE
Madrid’de mesai kağıt üstünde 09.00’da, gerçekte 10.00’da başlar. Uyandıklarında kahveyle kurabiye yiyen İspanyollar, saat 11.00’de işi bırakıp kafelerde, barlarda kahvaltı yapar. 14.00’te tüm resmi daire, banka, işyerlerinde mesai biter. 17.00’ye kadar kutsal yemek saatidir. Bizdekinin tersine, ana öğün öğle yemeğidir. Ev hanımları bile, en yakındaki bar ya da restorana gider. En az 15-20 dakika kuyrukta beklerler, yemekleri abartısız 1,5 saat sürer. İçkilerini yudumlar, kahve içer, sohbet ederler. Hiçbir şey bir İspanyol’un öğle yemeğinden daha önemli değildir. İşler bekleyebilir, ertelenebilir. "Ya veremos manyana" yani "yarın bakarız" derler.
Kutsal öğle yemeği sonrası siesta gelir. 20-30 dakikalık şekerleme yapılır. Uyku alışkanlığı mega kentlerde seyrekleşmekle birlikte, sürdürülüyor. Kimi işyeri 17.00-19.00 arası ikinci mesaiyi yapar. Sonra yediden yetmişe, takıp takıştırıp, iki dirhem bir çekirdek kafelere, barlara, teraslara giderler. 70-80 yaşındaki kadınların zarafetine imrenmemek elde değildir. Zaten Madrid’in nabzını tutmak isterseniz bu saatlerde Cibeles ve Colon meydanları arasındaki orta kaldırımda yürüyüşe çıkmanız yeterlidir. Espejo ya da Cafe Gijon’da mutlaka bir şeyler için, çevrenizi seyredin. Cafe Gijon, 36 kuşağı olarak anılan Picasso’ların, Salvador Dali’lerin, Federico Garcia Lorca’ların ve Franko’lu yıllarda muhalif aydınların buluşup tartıştığı, ayakkabı boyacısının dahi ünlü bir anarşist olduğu, globalizme karşın ayakta kalmayı başaran, enfes bir mekán. Kahvenizi yudumlarken, az ötenizdeki masada Lorca’nın dizelerini karaladığını hissedeceksiniz.
TÜM MATADORLARIN HAYALİ: VENTAS
Madrid’in ciğeri sayılan 7 kilometrekarelik Retiro Parkı, sokak tiyatrocuları, amatör sihirbazları, falcıları, kuklatiyatroları ve çocuk alanlarıyla cıvıl cıvıldır. İçinde kayıkla dolaşılabilen yapay bir gölün, devasa ağaçların altındaki kafelerde biralarını, kahvelerini yudumlayanlar görürsünüz. Akşamüstü çimenler üzerine uzananların neşeli kahkahaları, kuş cıvıltılarına karışır. Madrid’in Nişantaşı atmosferi Goya ve Serrano caddeleri civarında yaşanıyor. Bu bölgede, Sol Meydanı’ndakilere oranla daha lüks mağaza ve butikler var. Caddede gezinen kadınların alışverişe mi yoksa defileye mi çıktığına bir türlü karar veremeyeceksiniz.
İspanya’ya denince ilk akla gelenlerden biri de boğa güreşleri. Anadolu’dan, Frigyalılar’dan İberya’ya taşınmış bu gelenek. Ülkenin en saygın, en görkemli arenası Madrid’deki Ventas. 1929’da inşa edilmesine karşın, 400 yıl öncesinin İslami mimarisinin izlerini taşıyor. 20 bin kişilik. Tüm matadorların hayali, bir gün bu dev arenada omuzlara alınmak. Boğa güreşleri müzesi saat 10.00-14.00 arası açık.
Çağdaş mimari harikası bir başka başyapıt, Real Madrid’in 100 bin kişilik Santiago Bernabeu Stadı. İspanyolların futbolun tapınağı diye adlandırdıkları bu stadyum şehrin gökdelenler bölgesinde, finans ve iş merkezlerinin ortasında. Buna karşın 15 dakikada boşaltılabiliyor. Çevresinde Mobby Dick, Calle 54, Si Senor, Marmara gibi Madrid’in tarihi bölgesindekilere oranla daha elit, pahalı, bar, restoran ve diskotekler var.
TOLEDO, SEGOVIA BİR ADIM UZAKTA
Zamanınız kalırsa Madrid çevresindeki tarihi kentleri günü birlik turlarla gezebilirsiniz. Masalsı Toledo kenti, Madrid’e 70 kilometre uzaklıkta. Yüzyıllardan bu yana tarihi dokusu bozulmamış. Yazlık sarayın, şatolar, su kemerlerinin bulunduğu Segovia ise başkente 85 kilometre uzaklıkta. Katıldığınız tur, ekstra gezi düzenliyorsa bu iki kenti görmeden dönmeyin. Kendiniz de gidebilirsiniz, ancak iletişim kurmakta biraz zorlanacaksınız. Çünkü İngilizce bilenkişilerin sayısı pek fazla değil. Yine de el kol işaretleriyle anlaşmak mümkün.
PAELLA’NIN EN LEZZETLİSİ REAL CHURROS’UN ÇITIRI SAN GİNES’TE
á San Gines’e uğrayıp sıcak çikolata içmeden Madrid’den ayrılmayın. Sol Meydanı’ndan Arenal Caddesi’ne girdiğinizde az ilerde, solda Joy İslava diskoteği ile San Gines Kilisesi arasındaki geçitte. San Gines çok özel bir mekan. Tıpkı Beyoğlu’nda profiterolüyle ünlü İnci Pastanesi gibi. Madridlilerin tipik kahvaltısı chocolate ve tulumba tatlısına benzeyen churros (Çurros) sunar sadece. Çurrosları çikolataya batırarak afiyetle yiyin. á Kentin en şık kafesi Plaza de Oriente’de: Cafe Oriente. á İspanya deniz mahsulleri cenneti. Bu nedenle eti unutmakta yarar var. Deniz mahsulleri ve safranla yapılan meşhur paella’nın en iyisini Opera Meydanı’ndaki Paella Real’de yiyebilirsiniz. Harika bir okyanus levreği (lubina) ve envai çeşit deniz mahsulü tatmak için Gran Via Caddesi 62 numaradaki Sirena Verde’ye uğrayın. Et konusunda ısrarlıysanız, Opera Meydanı’ndaki Asador Real ideal seçim. Fırında süt kuzusu ve domuz yavrusunda iddialı. á Envai çeşit İspanyol mezesini (tapas), ünlü İspanyol şaraplarını tadacağınız, harika bir alabalık yiyebileceğiniz La Trucha adlı müzevazı restoran, Plaza Santa Ana yakınlarındaki Manuel Fernandez y Gonzalez sokağında. Epeyce kuyruk bekleyebilirsiniz, hazır olun.á Gran Via no: 82’deki De Maria, iyi bir Arjantin et lokantası. Elma şarabı tatmak istiyorsanız Paso de Florida, No: 34’tekiCasa Mingo ideal seçim. Pilici meşhur. Paella ve sebzeli pilavlar için bir başka seçim Calle Reina, No: 29’daki La Barraca.