Lviv’in ölüler şehri
Ukrayna’nın Lviv şehri, son aylarda gezginlerin favori rotalarından. Kulaktan kulağa yayılan “nüfusun yüzde 80’i kadın” gibi şehir efsanelerine sakın kulak kabartmayın. Erkek kadın oranı, dünyanın diğer taraflarından pek de farklı değil. Kendinizi sokaklara atın. Görecek çok sayıda tarihi bina, müze, park var. Ama Liçakiv Mezarlığı, tüm turist noktalarının içinde, en çok ilgi çeken yer…
Bazen “böyle dedikoduları bilerek çıkartıyorlar” diye düşünüyorum. Hani Lviv (ya da Livov) her şey olabilir, ama asla bir seks turizmi cenneti değil. Sokaklardaki piyanolar, operası, balesi, galerileri ile bir sanat şehri aslında. Şahane gri binaları ortaçağdan kalma. Yemekler fena değil, insanların giyim kuşamı pek demode. Gidilecek onlarca parkı, müzesi, görülecek birçok özel heykeli olan, henüz makyaj yönünden zenginleşmemiş bir şehir. O ‘allure’ü henüz yakalamamış, bir imza olamamış, şöyle göğsünü gere gere “buradayım” diyememiş. Bir Kiev değil, bir Moskova asla değil; ama kendince bir albenisi de yok değil. Bence mutlaka gezilmesi gereken, en fazla üç günlük gezilerin doğru adresi. Tarihe meraklı olanlar için Bolşevik dönemi, Polonyalıların istilası, 90 sonrası yaşananların izlerini sürmek son derece bilgilendirici. İşte biraz antropolojik, sosyolojik, tarihi soslar.
Hâlâ akıllarına kazınmış klişeyi silemeyenler içinse çok üzgünüm. Gidiş uçağında arkamda oturan genç topluluğu gibi. Bu kadar ayarlama, ceplerde telefon numaraları, gidilecek kulüplerin adresleri, tecrübelilerinin deneyimleri… Aynı organizasyon her yerde yapılamaz mı? Üstelik kızlar pek güzel değil, son derece asık suratlı. Ukraynaca tek konuşulan dil, çat pat Rusça parçalayanlara cevap bile vermiyorlar. En hızlı gece kulüplerinde bile, biraz Kezban halleriyle, ya erkek arkadaşlarıyla ya da kız kıza takılıyorlar. ‘Hayat Gezince Güzel’ programının çekimlerinde gözlemlediklerim bu kadar.
Evet, böyle söylentileri bilerek çıkartıyorlar. Akın akın turist gelsin, oteller ve uçaklar dolsun, ekonomide bir canlanma olsun diye. Yoksa, dedim ya, parklar ve sanat eserleriyle çevrili bir şehirdeyim. Üstelik adı Liviv, Livov veya Lviv olarak söylenebilen bu kentte, en ünlü parkı bir mezarlık olan tarihi bir dekordayım…
SANAT GALERİSİ GİBİ MEZARLIK
Liçakiv Mezarlığı, şehir merkezinden neredeyse yürüme mesafesinde. Yürümek istemezseniz, otobüs ve tramvayla da ulaşmak çok kolay. Buenos Aires’teki Evita Peron’un da yattığı Recoleta Mezarlığı kadar ünlü. Tüm yazarlar, şairler, politikacı ve oyuncular, dünya çapında tanınan opera sanatçılarının mezarları burada. Ama ne mezarlar… Yazıtlı, heykelli birer sanat şaheseri. Lviv’e gelen her turist mutlaka uğruyor. Rehberli tur düzenleniyor. Bazen yarım gün boyunca Liçokiv’in edebiyat, politika, sanat dolu köşebaşlarında uzun sunumlar dinleniyor. Bize çok da uzak olmayan bu coğrafyada yaşananlar ve yaşayanlar, bir şerit gibi gözlerinizin önünden geçiyor… Rehberimiz son derece heyecanlı, anlattıkça canlanıyor: “400 binden fazla mezar var burada. Yazar Wladyslaw Belza, şair Sewryn Gorczyriski, bakın bu mezar dünyaca meşhur sopranomuz Solomiya Krushernytska’nın. Fotoğrafını da gördünüz mü?”
Uçsuz bucaksız görünen, heykellerle ve birbirinden değerli mermerlerle bir müzeyi andıran mezarlık, Lviv’in Liçakiv bölgesinde. Kurulduğu 1787 yılından beri, entelijensiya ve üst sınıfın edebi istirahat adresi oldu. Peyzajına büyük önem verildi. Projesini üniversitenin botanik bahçeleri şefi Karol Bauer hazırladı.
1800’lerin ortasında mezarlığın biraz daha büyütülmesine karar verildi. Bir başka mimar, Tytus Tcorzewski, mezarlığa inanılmaz meydanlar, değişik geçişler ekledi. Liçovski, bölgenin en değerli hazinesi haline gelmişti. Tcorzewski’nin adı, büyütme projesiyle ölümsüzleşti.
1945 SONRASINDA ÇOK ZARAR GÖRDÜ
Maalesef tarih ağlarını ördü, öngörülemeyen değişikler ülkeleri böldü, insanları ayırdı, şehirleri sildi geçti. Lviv, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyet toprağıydı. Böyle mezarlıklar falan da bu yeni rejimin pek tasvip ettiği şeyler değildi. 1945’teki Yalta Konferansı neticesinde de Polonya’ya bağlandı. Mezarlıktaki birçok tarihi yapıt, hunharca yıkıldı.
Tahribat, taa 1971’e kadar devam etti. Liçakiv’in bir bölümü, artık hurda kamyonların çekildiği bir kamyon deposuydu. Eskiye dair hiçbir kalıntıya, en ufak bir ize tahammül edilmeyen yıllardı. “Bizim olmayan yok olsun” zihniyeti, cehaletin canhıraş çığlıkları vurdu, kırdı, ezdi geçti. Özellikle ‘Lviv Kartalları’na ait bölüm, yerle bir edildi…
1975, kaderin dönüm noktası
oldu. Bir kez daha… Mezarlık, nihayet, ‘tarihi yapı’ ilan edildi. Yağmalama, değersizleştirme, yıkma, çalma, yok etme son buldu. İtibarının
tam olarak iadesi içinse beş yıl daha beklemek gerekti, ‘yeniden yapılanma’ ancak 1980’lerde başlayabildi. Hatta projelerin hız kazanması 90’lar ve 2000’lerde gerçekleşti. Çok ciddi işler yapıldı, birçok heykel aslına uygun olarak onarıldı, restore edildi. Bugün, sadece şehrin değil,
tüm Ukrayna’nın en önemli gezi noktalarından biri, bir ölüler şehri, canlanmış oldu.
İsimsiz askerler sanatçılarla yan yana
Müze gibi bir ‘ölüler şehri’ Liçakiv. Taş işçiliğinin en güzel örnekleri karşınızda. Etrafta çıt yok; oysa 400 binden fazla nüfusuyla ne kadar da kalabalık… Büyük şehirlerde her an gördüğümüz; asansörlerde, otobüslerde, yollarda karşılaştığımız ‘yaşayan ölüler’e benzemiyor buranın sakinleri. Gogol’un ‘Ölü Canlar’ında, sevimli sahtekâr Chichikov’un ticaretini yaptığı ölülerden hiç değiller. Öldüğünün farkına varmayan karanlık ruhların yarattığı ağırlıktan ziyade, bir zarif sükûnet var etrafta. Gençler, kazayla gidenler, kariyerlerini tamamlayıp ölenler, yazanlar, çizenler, düşünenler, bilime gönül verenler…
Bir ölüler şehri burası, her sokağında başka bir hikâye var.
Liçakiv Mezarlığı’nın restorasyonu 2005’te sona erdi. Açılışını Polonya ve Ukrayna cumhurbaşkanları birlikte gerçekleştirdi. O gün, artık nihayet gelen barışın ve ileriye doğru gidecek bir hayatın sembol günlerinden biri oldu.
Liçakiv, yabana atılır gibi
bir yer değil. Ebedi istirahate çekilmiş 400 binden fazla sakinin arasında binlerce asker var. Bolşevik İhtilali, Polonya-Ukrayna Savaşları ve 1 ve 2’nci Dünya Savaşı’nda hayatlarını kaybettiler. Çoğunun adı, adresi belli değil ama buradalar.