Son Güncelleme:
Loire turunda Merzifonlu Mustafa Paşa sürprizi
Fransa’nın en uzun nehri Loire, Orleans şehri ile denize döküldüğü Nantes arasındaki bölümünde ülkenin en güzel şatolarına ev sahipliği yapar. Loire Vadisi, Fransa’nın çiçek bahçesi, Fransızca’nın ana yurdudur. Okurumuz Rüçhan Sel, şatoları keşfetmek, sonbaharın güzelliklerine tanık olmak için vadide tura çıktı. Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın izleriyle karşılaştığı bu gezinin izlenimlerini yazdı.
Fransa’nın Loire Vadisi, şatolarıyla tarihi ve mimarı bakımdan önemli bir bölge. Kraliyetle iç içe olan bu bölgeye kendine has şehirleri, kasabaları, köyleri, mimarisi, harikulade doğası, lezzetli yiyecek ve şarapları bakımından bir burjuva bölgesi de denilebilir.
Doğanın sonbahardaki görkemli gösterisini görmek için Loire’da gezmek lazım. Her zaman hüzün veren sonbahar buralarda ihtişamlı ve keyifli. Yeşil, sarı, kırmızı ve turuncunun müthiş uyum içinde bir halı gibi bölgeyi örtmesi insanı gerçekten şaşırtıyor. Bir de bunlara ilaveten Fransa’nın görkemli kraliyet şatoları birer mücevher gibi sağa sola saçılmış. Loire denince aşk, eğlence, yeme içme, yani kısaca hepsinin birleştiği keyif akla geliyor. Ortaçağda başlayan bu serüven Rönesans’la doruğa çıkarak sürüp gitmiş.
RENK VE LEZZET ŞÖLENİ
10 günlük tatilimizde renove edilmiş taştan bir çiftlik evinde kaldık. Sahibi İngiliz’di. 10 dönümlük bahçede yüzme havuzlu, kaloriferli 200 metrekarelik bu güzel ev için 800 Euro talep etti. Kiraladığımız arabayla vadiyi köyleriyle, kasabalarıyla boydan boya dolaştık. Yaklaşık 3 bin kilometre yol yaptık. Harikulade sonbaharı yaşadık. Sadece kırsal bölgede dolaşırken değil, otobanlar boyunca sağlı sollu muhteşem renkler içeren tabloların içinde bulduk kendimizi. Fevkalade bir doğa, şatolar, yerel şaraplar (özellikle bölgenin meşhur Chinon ve Sancerre şarapları), etler, av hayvanları, sebze ve meyve... Yani kısaca eski saltanatın ucundan bizler de sebeplendik. Üstelik bunların çoğunu açık havada güzel kafe ve restoranlarda yiyip, içerek keyfini çıkardık.
Şatolar müze gibi iyi korunmuş, tamir edilmiş, dayalı döşeli ve parayla gezdiriliyor. Ortalama giriş ücreti 8 Euro. İlk gezdiğimiz Montresor Şatosu 1800’lerde bir Polonyalı asilzade tarafından satın alınmış. Büyük salonun bir köşesini de şık bir eğer süslüyor. Rivayete göre Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın atının eğeriymiş. Kim derdi ki Loire Vadisi’nin ortasında bir köydeki şatoda bize ait bir bölüm göreceğiz... Merzifonlu Viyana’ya girememiş ama şatonun salonuna girmiş böylece...
300’Ü AŞKIN ŞATO
Chambord Şatosu 440 odasıyla muhteşem bir saray. 1537’de Leonardo da Vinci’nin planlarıyla inşa edilmiş. 1800 işçi çalışmış. En ilginç özelliği inen ve çıkanı birbirinden ayıran çifte helezonlu merdiveni. Chenonceau Şatosu, sanki yüzen bir saray. Kimi eş, kimisi metres çeşitli aristokrat kadınlar bu malikaneyi inşa ettirmiş. Villandry Şatosu bahçeleriyle ünlü. Bölüm bölüm bahçeler kat kat çevreye yayılmış. Çiçekler, meyveler, sebzeler muhteşem bir görüntü sergiliyor. Azay-le-Rideau Şatosu gerçek bir Rönesans müzesi. Balzac bu şato için “Indre’deki çok kesimli elmas” demiş. Şatonun bulunduğu su bentlerindeki nilüferler arasında Rönesans tarzı sandallarla dolaşılırmış. Zarif ve şık mobilyaları şatoyu süslüyor.
Loire’deki şatoların sayısı 300’ü aşıyor. Bunlar bir gerdanlığın irili ufaklı taşları gibi çevreye saçılmış. Konumları, iç ve dış süslemeleri, mobilyaları, geçmişleri birbirinden farklı. Her biri farklı Fransız Rönesansı’nın ve aristokrasisinin özelliklerini yansıtıyor.
Şatoları birbirine bağlayan, cetvelle çizilmişcesine düz ve düzgün yollar, çevredeki manzaralar bu rotada otomobil kullanma zevkini tattırıyor. Bu kadar muntazamlığı, temizliği, bakımı, şıklığı yorulmadan hayranlıkla, seyrederek ilerledik bu güzel yollarda. Şatoların arasındaki bölgelere siyah kiremitli, birbirinden süslü, çok özenli, çok şık villalar, malikaneler serpiştirilmişti. Bahçeleri fevkalade bakımlıydı. Ve zenginlikleri göz kamaştırıyordu.
Doğanın sonbahardaki görkemli gösterisini görmek için Loire’da gezmek lazım. Her zaman hüzün veren sonbahar buralarda ihtişamlı ve keyifli. Yeşil, sarı, kırmızı ve turuncunun müthiş uyum içinde bir halı gibi bölgeyi örtmesi insanı gerçekten şaşırtıyor. Bir de bunlara ilaveten Fransa’nın görkemli kraliyet şatoları birer mücevher gibi sağa sola saçılmış. Loire denince aşk, eğlence, yeme içme, yani kısaca hepsinin birleştiği keyif akla geliyor. Ortaçağda başlayan bu serüven Rönesans’la doruğa çıkarak sürüp gitmiş.
RENK VE LEZZET ŞÖLENİ
10 günlük tatilimizde renove edilmiş taştan bir çiftlik evinde kaldık. Sahibi İngiliz’di. 10 dönümlük bahçede yüzme havuzlu, kaloriferli 200 metrekarelik bu güzel ev için 800 Euro talep etti. Kiraladığımız arabayla vadiyi köyleriyle, kasabalarıyla boydan boya dolaştık. Yaklaşık 3 bin kilometre yol yaptık. Harikulade sonbaharı yaşadık. Sadece kırsal bölgede dolaşırken değil, otobanlar boyunca sağlı sollu muhteşem renkler içeren tabloların içinde bulduk kendimizi. Fevkalade bir doğa, şatolar, yerel şaraplar (özellikle bölgenin meşhur Chinon ve Sancerre şarapları), etler, av hayvanları, sebze ve meyve... Yani kısaca eski saltanatın ucundan bizler de sebeplendik. Üstelik bunların çoğunu açık havada güzel kafe ve restoranlarda yiyip, içerek keyfini çıkardık.
Şatolar müze gibi iyi korunmuş, tamir edilmiş, dayalı döşeli ve parayla gezdiriliyor. Ortalama giriş ücreti 8 Euro. İlk gezdiğimiz Montresor Şatosu 1800’lerde bir Polonyalı asilzade tarafından satın alınmış. Büyük salonun bir köşesini de şık bir eğer süslüyor. Rivayete göre Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın atının eğeriymiş. Kim derdi ki Loire Vadisi’nin ortasında bir köydeki şatoda bize ait bir bölüm göreceğiz... Merzifonlu Viyana’ya girememiş ama şatonun salonuna girmiş böylece...
300’Ü AŞKIN ŞATO
Chambord Şatosu 440 odasıyla muhteşem bir saray. 1537’de Leonardo da Vinci’nin planlarıyla inşa edilmiş. 1800 işçi çalışmış. En ilginç özelliği inen ve çıkanı birbirinden ayıran çifte helezonlu merdiveni. Chenonceau Şatosu, sanki yüzen bir saray. Kimi eş, kimisi metres çeşitli aristokrat kadınlar bu malikaneyi inşa ettirmiş. Villandry Şatosu bahçeleriyle ünlü. Bölüm bölüm bahçeler kat kat çevreye yayılmış. Çiçekler, meyveler, sebzeler muhteşem bir görüntü sergiliyor. Azay-le-Rideau Şatosu gerçek bir Rönesans müzesi. Balzac bu şato için “Indre’deki çok kesimli elmas” demiş. Şatonun bulunduğu su bentlerindeki nilüferler arasında Rönesans tarzı sandallarla dolaşılırmış. Zarif ve şık mobilyaları şatoyu süslüyor.
Loire’deki şatoların sayısı 300’ü aşıyor. Bunlar bir gerdanlığın irili ufaklı taşları gibi çevreye saçılmış. Konumları, iç ve dış süslemeleri, mobilyaları, geçmişleri birbirinden farklı. Her biri farklı Fransız Rönesansı’nın ve aristokrasisinin özelliklerini yansıtıyor.
Şatoları birbirine bağlayan, cetvelle çizilmişcesine düz ve düzgün yollar, çevredeki manzaralar bu rotada otomobil kullanma zevkini tattırıyor. Bu kadar muntazamlığı, temizliği, bakımı, şıklığı yorulmadan hayranlıkla, seyrederek ilerledik bu güzel yollarda. Şatoların arasındaki bölgelere siyah kiremitli, birbirinden süslü, çok özenli, çok şık villalar, malikaneler serpiştirilmişti. Bahçeleri fevkalade bakımlıydı. Ve zenginlikleri göz kamaştırıyordu.