Latmos yaylalarından Bafa kıyısına 8 saat
Aydın ve Muğla’yı buluşturan Bafa Gölü, çevresindeki dağlar, antik Heraklea şehriyle bahar aylarında açık doğa - tarih parkına dönüşüyor. Okurumuz Ajlan Sözütek, yürüyüş grubuyla sekiz saatte Latmos Dağı’nı aştı, Kral Yolu’ndan yürüdü ve göl kıyısına ulaştı. İzlenimlerini yazdı.
İzmir’den Bodrum’a giderken yol, Söke Ovası’ndan sonra bir süre Bafa Gölü’nün kıyısından devam eder. Bodrum yazlıkçıları birçok defa bu yoldan geçmiş, gölü görmüştür. Hatta bazılarımız göl manzaralı kahvehane ve lokantalarda yemek yemiş veya çay, kahve içmişizdir. Otoyoldan karşı kıyıdaya baktığınızda Latmos Dağı’nın (Beşparmak) eteğindeki ormanlık, zirvesindeki kayalık kolayca seçilir. Dağın arkasındaki doğayı çok az kişi görmüştür. Yakın zamana kadar ben de gölde hiç durmadan geçip gidenlerdendim. Ta ki bu kış bölgede erken baharı yaşayıncaya kadar. Şubatta grubumuzla Latmos’da yürürken karşılaştığımız köylüler “Buraya esas nisan, mayısta gelmelisiniz” demişti. Biz de tavsiyeye uyduk, tekrar gittik.
FISTIK ÇAMLARININ SÜSLEDİĞİ BAĞARCIK
İstanbul’un işlerinden kurtulup ancak geç saatteki bir uçağa binebildiğimiz için Milas Havaalanı’na varışımız, göl kıyısındaki otelimize varışımız gece yarısını buldu. Ertesi gün, “Trans-Latmos” yürüyüşü için sabah saat 6’da uyandık. Odamızdan göl manzarasına ve sabah çiğiyle ıslanmış yüzlerce çeşit bitki, zeytinliklerden yükselen kokularla dolu bir havaya çıkınca, mahmurluktan eser kalmadı. Süratle hazırlandık, hafif bir kahvaltının ardından otobüsümüze binip, 1 saat 15 dakikada gölün ve Latmos Dağı’nın kuzey-doğusundaki Bağarcık Köyü’ne ulaştık. Çam ormanlarının arasındaki küçük köyün geçim kaynağı fıstık çamı toplayıcılığıydı.
Köyde, yerel rehberimizle buluştuk. Latmos’un ardındaki yüksek arazide doğudan-batıya geçecektik. Yürüyüşün ikinci bölümünde kuzeyden-güneye uzanan parkurumuz, bizi 8 saatte Bafa kıyısındaki Heraklia antik liman kentine (Kapıkırı) ulaştıracaktı.
Hava az bulutlu, esintili ve sıcaklık 15-16 derece civarında. Yürüyüş için koşullar ideal. Bağarcık 650 metre rakımda bir dağ köyü. Köyden çıktıktan sonra yaklaşık 1 saat ısınma temposunda yürüyoruz. Hafif bir eğimle yükselen patika fıstık çamı ağaçları, yemyeşil otlar ve her renkten çiçeklerle bezeli küçük çayırların arasından geçiyor. Menşeini bilemediğimiz bazı antik taşların olduğu bir düzlüğe ulaşıyoruz. Bu noktada birkaç dakika soluklandıktan sonra yaklaşık 2-2,5 saat sürecek nispeten daha dik bir çıkışa başlıyoruz. Ekibimiz deneyimli yürüyüşçülerden oluştuğundan, kısa sürelerle birkaç mola vererek istikrarlı bir tempoyla ilerleyebiliyoruz. Yükseldikçe fıstık çamı ormanından çıkıp kayalık, fundalık bir zemine geçiyoruz. Latmos Dağı, önündeki derin vadiler, kayalıklar bütün haşmetiyle karşımızda belirerek yürüyüşümüze büyük bir keyif ve heyecan katıyor.
KAYALARIN ARASINDAKİ GİZEMLİ LABİRENT
Çıkış parkurumuzun sonunda, yörede “Arap Avlusu” olarak bilinen yaklaşık bin metre rakımdaki düzlüğe ulaşıyoruz. Düzlüğün az üzerinde, 15-20 dakikalık zahmetli tırmanışla çıkılan çok eski bir manastırın (Stylos) kalıntıları var. Arap Avlusu’ndaki kısa moladan sonra yaklaşık 4 saat sürecek uzun ve “dizlere zahmet” iniş bizleri bekliyor. Ancak, işte tam bu noktadan sonra karşımıza çıkanlar inişi görsel bir şölene dönüştürüyor: Yemyeşil çayırlara uzaydan bırakılmış gibi duran gökdelen büyüklüğündeki kayalar, umulmadık şekilde kayaların arasından fışkıran fıstık çamları, kayaların arasındaki yerel rehberimizi bile zorlayan labirentler, binlerce yıl öncesinin insanlarıyla aynı taşlara bastığımız “Kral Yolu”...
İnişe başladıktan kısa süre sonra, yüz binlerce yıl süregelen doğal etkilerle aralarında labirente benzeri koridorlar oluşmuş bir kaya bloğuna ulaşıyoruz. Burada doğru geçişi kısa sürede bulmak yürüyüşü zamanında bitirebilmek açısından fevkalade önemli. Ardından sık fundalıkların arasındaki patikadan inerek yolun yaklaşık orta noktası sayılabilecek bir mezraya ulaşıyoruz. Neredeyse tüm yol boyunca insana rastlayabileceğiniz tek yer burası. Mezrada, çobanların oturduğu dört ev mevcut. Bunlardan birinde, Hatice Teyze bize çay demliyor. Şanslı günümüzde olmalıyız. Çay eşliğinde kumanyamızı yiyoruz. Rehberimizin hazırladığı haşlanmış patates, yumurta, zeytinden oluşan “çoban azığı” çok ama çok lezzetli geliyor.
Yemek molasının ardından nispeten dinlenmiş bacaklarımıza tekrar yüklenip kısa bir tırmanış daha yapıyoruz. Mezradan yaklaşık 3 kilometre sonra karşımıza Kral Yolu çıkıyor. Gölün kıyısına kadar uzanan yolun zemini 1 - 3 metrekare arasındaki yassı taşlarla kaplanmış. Bu eski ticaret yolunda, geçmişin izinde yürümek gerçekten çok etkileyici.
BU ANTİK YOLDA KRAL YÜRÜMÜŞTÜ
Artık yorgunluğumuzu iyiden iyiye hissetmeye başladık. Kral Yolu’ndan ayrılmadan 2 büyük tepeden aşağıya indikten sonra, yürüyüşün son 1,5 saatini nispeten daha kolay, keyifli bir parkurda gerçekleştiriyoruz. İnişin zorlu kısmını arkada bıraktığımızı, patikayı bölen çit ve kapılardan anlıyoruz. Bu kapılar bölgede serbest olarak yayılan besili ineklerin uzaklaşmamaları için yörenin köylüleri tarafından yapılmış. Heraklia şehrinin ve ticaret yolunun güvenliği için inşa edilmiş antik surlar ve gözetleme kuleleri solumuzda beliriyor. Rehberimiz “Bu surlar 5-6 kilometre uzunluğunda” diyor.
Ve nihayet Heraklia’ya (Kapıkırı) hakim bir tepedeki manastırın ve diğer binaların kalıntıları beliriyor. Arazinin eğimi iyiden iyiye azaldı ve göl manzarası panaromaya hakim duruma geldi. Düze indikten sonra gölün kıyısındaki 20 dakikalık bir yürüyüşle otelimize geri dönmeden önce dinleneceğimiz ve bir şeyler yiyebileceğimiz sahildeki göl manzaralı lokantaya ulaşıyoruz. Buraya kadar gelmişken gölde yakalanan kefal ve yılanbalığından tatmayı atlamıyoruz. Gerçekten çok leziz.
Bir sonraki ilkbahar tekrar gelmek mi?
Hayır, zannederim o zamana kadar bekleyemeyeceğiz. Sanki, Latmos’un sonbaharı da çok ama çok güzel olacak.