‘Lala lala, çeşmi cihan Amasra mı ola?’
Bartın’ın bu şirin ilçesine ikinci gidişim. İlkinde balık yiyip gezmiş ve Amasra’ya hayran kalmıştım. Bu kez seyahat sebebim aslında merkeze 4 kilometre uzaklıktaki Kuş Kayası Yol Anıtı’nı ziyaret etmekti. Fotoğrafını gördüğüm andan itibaren aklımdan hiç çıkmamıştı. Meğer gerçek hali çok daha güzelmiş!
Üşenmedim saydım, tam 162 basamak vardı. Romalılar döneminden kalmış tarihi yapının aslında o zamanların dinlenme tesisi
olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’de, belki de dünyada eşi benzeri olmayan Kuş Kayası Yol Anıtı’na gitmeden önce buranın nasıl bir yer olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Fotoğraflarını görmüştüm tabii ama bazen bu yanıltıcı olabiliyor. Önce hediyelik eşya ve haşlanmış mısır satan tezgâhlar karşıladı bizi. Sonra aracı bırakıp bir tabelanın önüne geldik. Oldukça dik merdivenleri çıkmamız gerekiyordu. Tırmanırken bir ormanın içine girdik. Yerlere dökülmüş çıtır çıtır yapraklar, muhteşem bir manzara oluşturmuştu. Çıktıkça aralara konmuş masalarda piknik yapanlara denk geldik. Üşenmedim saydım, tam 162 basamak vardı.
Parke taş döşenmiş yollardan geçtik ve bir anda karşımıza çıkıverdi iki gözümün çiçeği. Bu nasıl güzel bir yol anıtı! Romalılar döneminden kalmış tarihi yapının aslında dönemin dinlenme tesisi olduğunu söyleyebiliriz. Eskiden böyle yerlerin dağın tepesinde olması gerçekten çok ilginç. Bir nişin içinde kafası olmayan kabartma bir heykel ve onun yakınında, daha yukarılarda bir kartal heykeli... Anıtın üzerinde kabartma yazılar da var. O an ne yazdığını çok merak etmiştim ama sonra öğrendim tabii. Kitabede “Devletlerarası barış ve dostluk adına ve İmparator Germanicus’un hâkimiyeti anısına Gaius Julius Aquila, dağı yardı ve bu dinlenme yerini kendi özel ödeneğiyle yaptırdı” yazıyormuş. İnsan daha edebi şeyler bekliyor ama Romalı da olsa, demek hayratların üzerinde aynı şeyler yazıyormuş.
Hoş belki hayratların üzerine yazılanlar bu gelenekten geliyordur. Hepsi bir tarafa, ben Kuş Kayası Yol Anıtı’na hayran kaldım. Kesinlikle çok daha popüler olmayı hak ediyor. Anıtın olduğu alanın etrafı kapalı. Gezilecek yeri sadece ön tarafta. Hal böyle olunca doya doya seyrettiğimiz ve fotoğrafladığımız anıttan bir süre sonra üzülerek ayrılıyoruz.
Buralara kadar gelmişken Fatih Sultan Mehmet’in “Lala, lala! Çeşmi cihan bu mu ola” dediği yani dünyanın değerlisi ya da dünyanın gözbebeği olarak tasvir ettiği Amasra’ya uğramamak haksızlık olurdu. Hele o nefis balıkları da ilk ziyaretimden hâlâ aklımda. Kuş Kayası Yol Anıtı ne kadar tenhaysa Amasra merkezi bir o kadar curcunalı. Pazar günüydü ve hava da güzel olunca otoparklar, sokaklar dolmuş taşmıştı.
Tam bir sanat şehri gibi
Arabayı bırakacak bir yer bulmak için kaç tur attım, kaç ters yöne girdim, ne kadar saç-baş yoldum bilmiyorum. En sonunda bir yer bulup bırakabildiğimde derin bir ‘oh’ çektim. İlk gittiğimde sahilde gördüğüm onlarca mavi boyalı balıkçı teknesinin yerinde yeller esiyordu. Nereye gitmişlerdi, kaldırılmışlar mıydı bilmiyorum. Halbuki o manzarayı fotoğraflamak istemiştim. Muhteşemdi. Onun yerine sahile inip Amasra’yla bütünleşmiş ikonik manzarasının fotoğrafını çektim. Sonra da tabii ki başka bir memlekete gitmiş hissi uyandıran, şıkır şıkır hareketli çarşısına saldık kendimizi. Sağda solda çalan sokak müzisyenleri, dükkânların önünden uzatılan çeşit çeşit lokumlar derken kalabalık bir grup halinde Kemere Köprüsü’nde bulduk kendimizi. Buradan da tarihi kapıdan geçip manzaranın bedava olduğu tepeye doğru çıktık.Akla gelecek her şeyden saksı yapılmış.
Sokaklar tam bir sanat şehri gibiydi. Daha önce gelişimden bildiğim saksılarıyla ünlü evi buldum sonra. Aklınıza gelecek her şeyden saksılar yapıp içine çiçek ekmişler. Buna bir klozet ve bot da dahil...Barbun yemeden dönmek olmaz.
Bu turun ardından o nefis barbunlardan yemenin zamanı geldi. Bütün restoranlarda fiyat aynı. Boşuna ucuz yer aramayın. Sefamız olsun diyerek kapısında bekleyen yaşlı amcanın da tatlı dili sayesinde Günbatımı Balık Restoran’ın muhteşem manzarasına karşı bir masaya kurulduk. Tam adının hakkını verecek kadar güzel bir günbatımı yaşattı bize gerçekten. Tam o an orada olmak da büyük şanstı. Kalabalık olmasına rağmen servis de bir hayli hızlıydı.
Amasra’nın çiçek görünümlü salatalarına ilk geldiğimde de hayran kalmıştım. Bu sefer de beni yanıltmadı. Bir de üzerine bal dökülmüş manda yoğurdu yiyip çayımızı da içince birkaç saatte yapılacak her şeyi tamamlamanın huzurunu yaşadık. Bir gün yine yeniden diyerek veda ettik güzel Amasra’ya.