Kuzey Kutbu’nda kött’ümüz dondu
Kutuplarda hayat çetin. İştahla beklediğim geyik kızartması, yani “kött” masama ulaşana kadar donuverdi. Açık havaya çıktığımda, tüm özel giysilere rağmen buz kestim. Kutup ayılarına saygı duydum. Ama donmuş denizde kar motoruyla sürat yapmak, nefes kesiciydi. Öyle ki, üç motor eskittim.
Çocukluğumdan beri iki büyük hayalim vardı: Kuzey ve Güney Kutbu’na gitmek. “Kış lastiği testi için İsveç’in en kuzeyine, Kuzey Kutup Dairesi’ne gider misin” diye sorduklarında, hiç tereddüt etmedim. Azimli ve uzun çabalar sonucu bir bavul dolusu kadar evrak beyan edip İsveç vizemi aldım. 15 gazeteciyle, İstanbul’dan 3 saat 10 dakikada Stockholm uçtum. Uçağımız Arlanda’ya iniş için alçalırken, sinirlerim hafiften zıplamıştı. Havadan yüzlerce metre aşağıda, ardında gri bir iz bırakarak uçsuz bucaksız beyazlığın içinde ilerleyen bir gemi görünce, tahmin edersiniz ki insanın biraz asabı bozuluyor. ‘Uçak bu buzda hayatta durmaz, bakalım hangi semtte inicez’ geyiği çevirdik. Neyse ki durdu...
Bizi Kuzey Kutup Dairesi’nin hemen altındaki Lulea’ya götürecek SAS uçağını beklerken, restorana gittik. Ve gezinin sonuna kadar peşimizi bırakmayacak ‘kött’le tanıştık. İsveççe et kött’tü ve geyik eti gerçekten lezizdi.
80 dakikalık uçuşla Lulea’ya vardığımızda otobüsle bizi daha da kuzeye, Kutup Şelaleleri bölgesine götürecek otobüse bindik. 1,5 saatlik yolumuz yaklaşık 20 santim kar, buz kaplıydı. Ve araçlar en az 90 kilometre hızla gidiyordu. Bir İstanbullu olarak dehşete düştüm. Kış lastiği cidden faydalı bir eserdi.
Bir bahar akşamında otobanda yol alırcasına rahat bir şekilde ‘Kutup Şelaleleri’ne vardık.
AVRUPA’NIN EN BÜYÜK ŞELALESİ
Otele giriş için otobüsten indiğimde de, gerçek soğuğun ne olduğunu anladım. Size tek söyleyebileceğim, İstanbul’da, Ankara’da, “Hacı amma soğuk yaptı, kulaklarım düşüyordu” filan diyorsunuz ya… O soğuk, buradaki soğuğun yanında samyeli.. Bir Erzurumlu bile, burada gömlek ve yelekle dolaşamaz!
Soğuktan koştura koştura daldığım otelde sırt çantamı odama atıp sabahtan beri hayalini kurduğum viski için bara indiğimde, buraya neden ‘Kutup Şelaleleri’ dendiğini öğrendim. Yaklaşık 8 kilometre uzunluğundaki bu şelale, Avrupa’nın en uzun şelalesiymiş. Hafif bir eğimle otelimizin kıyısına kurulu olduğu göle dökülüyormuş. Tabii bunları ‘mış’lı ‘muş’lu anlatıyorum, çünkü göl de şelale de donmuştu. İkisini de göremedim. Barmenin anlattıklarına inanmak zorunda kaldım. O kutup sessizliğinde derinlerden gelen ‘çağlama’ sesi de yardımcı oldu tabii… Sonunda, otelde şarap ve arkadaşların getirdiği rakı eşliğindeki geyik çevirmeli yemekle, geceyi bitirdik.
Ertesi sabah, daha kutup güneşi doğmadan otobüsle Bridgestone’un kış lastiği geliştirme ve test pistine gidildi. Çeşitli sürüşlerle kış lastiği takılan araçların kar ve buzda bile ‘zart’ diye durabildikleri anlaşıldı. Karda bu lastiklerle araç kullanmak hele böyle bir pisttte çok zevkli. Fazla uzatmayıp, şöyle geçeceğim: Kendinizin, sevdiklerinizin ve diğer insanların canını seviyorsanız, kışın kafanıza, bütçenize uygun bir marka seçip kış lastiği taktırın!
BUZDA AKŞAM YEMEĞİ GECE KULÜBÜNDE SIKINTI
İsveç’in dondurma potansiyelinin ne kadar engin olduğunu akşam yemeğinde bir kez daha anladık. Çünkü ‘sürpriz’ olarak, akşam yemeğini buzun üzerinde kurulan ve meşalelerle aydınlatılan bir yoldan gidilen çadırda yedik. Önümüze gelen geyik eti ve diğer etler, yani İsveççe ‘kött’ler, otelden çadıra gelene kadar neredeyse donuyor, çadırdaki ısıtma
işlemi de, ‘kött’leri canlandırmaya yetmiyordu.
Yemekten çok ortaya konulan taş şömine çevresinde ısınmaya çalışarak geçilen birkaç saatin ardından sıcak otele döndük. Odama gidip üstüme 18 battaniye örtüp altında konyak içerek ısınma hayali kurarken, yoğun ısrar üzerine gittiğimiz gece kulübü bahsini ise, birkaç kelimeyle geçeyim en iyisi. Stockholm’de gece hayatıyla ilgili çok sağlam kaynaklardan çok sağlam tavsiyeler aldım ama, siz siz olun Lulea’da buna pek güvenmeyin. Gittiğimiz kulüp o kadar ‘eğlenceliydi’ ki, bizim ekibin çoğu, rulet ve black jack oynamayı tercih etti. Kumarla aram hiç olmadığından ve iki nine, iki küçük kız (sanırım yaşları 16’dan fazla değildi) ve iki erkeğin ‘hayli tedirgin edici’ tekliflerinden sonra ben de çaktırmadan otele tüydüm…
İzimden gel ve hayatta kalmaya çalış
Kutbun gerçekten nasıl bir yer olduğunu anlama fırsatını, kış lastikleri denemelerini bitirip, daha da kuzeyde, 1.5 metre kalınlığında buzla kaplı denizin üstünde ‘kar motosikleti’ kullanacağımız yere gittiğimizde bulduk. Zaten lahana gibi giyinmiş olduğumuz halde, burada dağıtılan özel ‘kutup’ tulumları, botları, eldivenleri, termal çorapları giydik. Ve böylece kutba değil de sanki Ay’a gidecekmiş gibi hazırlandıktan sonra, üç rehberimizin verdiği kısa eğitimin (cidden kısaydı, şöyle ki: İzimden gidin ve ölmemeye çalışın!) ardından yola çıktık. Üç motor eskiten biri olarak şu kadarını söyleyeyim, kar motosikleti, öyle “Hadi döneyim” dendiğinde dönmüyor. Alışana kadar kendinizi üstünde bir o yana bir bu yana fırlatmak zorunda kaldığınızdan, eksi 28 derece soğuğa rağmen, fırına atılmış gibi terliyorsunuz!
1.5 metre kalınlıkta, TIR bile taşıyabilecek buzla kaplı olsa da karanlık, gri bir düzlük gibi görünen denizin üstünde gitmenin ürpertisine, iliğime kadar donduran soğuk eklenince bir an şunu düşündüm: “Ne işin var oğlum senin burda? Kutup ayısı mısın?”
Ama strese rağmen bir o kadar da adrenalin yükleyen yolculuk müthiş keyif veriyordu. Ayrıca “Siz gidin, ben otele dönüyorum” demeyi de kendime yediremedim, titreye titreye kar motosikleti üzerinde debelenerek yolculuğa devam ettim. Sonrasında, denizin ortasındaki bir adanın kıyısında mangalda ısınan sahleple ödüllendirildik, bünyem hafiften kendine geldi. 45 dakika boyunca eksi bilmem kaç derecede buzların delinmesi ve balık besleme sürecinden sonra, fotoğraf çekmek için 10 saniye eldivenlerden kurtulan ellerimin tekrar ısınması tam 1.5 saat sürdü.