GeriSeyahat Küçük ama görkemli hikayeleri olan eserlere Ramazan gezisi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Küçük ama görkemli hikayeleri olan eserlere Ramazan gezisi

Küçük ama görkemli hikayeleri olan eserlere Ramazan gezisi

Eskiden ramazanlarda ádetti: Mahallelerde iftar sonrasında toplanılır, teravih için her gece başka bir camiye gidilirdi. Hafta sonları da uzak ziyaret yerlerine yolculuklar yapılırdı. Şimdi herkes, kendi mahallesinde kılıyor namazını ya da namlı selatin külliyelerinde soluğu alıyor.

Selatin külliyeleri yani sultanların inşa ettirdiği muhteşem yapıların içinde ibadet etmek kuşkusuz dünyanın en eşsiz duygusudur. Hele ki Mimarbaşı Sinan’ın eserlerindeyseniz... Binlerce kişinin aynı anda namaz kılmasına uygun inşa edilmiş bu eserler ramazan boyunca dolup taşacak. Eski ádetler kaybolup gittiği için kıyıda köşede kalmış, küçük, sade ama olağanüstü sanat ve ruh dünyasını yansıtan mescitler ise ıssız kalacak. Belki sadece mahalle sakinleri tarafından biraz olsun şenlendirilecek. Oysa bu küçük eserler en büyük soyluluğun sadelik olduğunu düşünenler tarafından yapılmıştır. Yoksul, sıradan insanların alın teri, adı sanı duyulmamış derin ve büyük ustaların göz nuruyla inşa edilmiştir bu ibadet yerleri. Örneğin İstanbul Fatih’te bir cami var, adı Sanki Yedim Camii. Adam canı bir şey istediğinde almamış, içi bir lezzet çektiğinde nefsini durdurmuş ve ‘Sanki yedim’ demiş. Nefsinden, dişinden, tırnağından biriktirdiği paralarla bir cami inşa etmiş ve adını ‘Sanki Yedim’ koymuş. Üsküdar sahilindeki Şemsipaşa Camii, Kuşkonmaz Camii olarak da bilinir. Bu adı alış sebebi bugün bile tartışma konusudur. Bir diğer mescit İstanbul’dan uzaklarda Kastamonu’da, adı Kasaba Camii. Emir Mahmut Bey tarafından tam 636 yıl önce yaptırılmış. Bir büyük ustaya ve nakkaşa. Bunun da çok güzel, içli bir hikayesi var.

MAHMUTBEY CAMİİ

Tavan inşa edilirken tek bir çivi bile kullanılmamış

Kastamonu’nun kuzeybatısında, kentin 18 kilometre dışında çok eski bir köy var. Kendi köy ama adı Kasaba. Bu güzel Kasaba Köyü’nde mini minnacık bir cami var. Halk arasında Kasaba Camii diye biliniyor ama asıl adı Mahmutbey Camii. Çandaroğlu Adil Bey’in oğlu Emir Mahmut tarafından yaptırılmış. Günümüzden tam 636 yıl önce inşa edilmiş. Emir Mahmut Bey, mescidin yapımına 1366 yılının ramazan ayında karar vermiş. Ahşap bir eser. Selçuklu ve Beylikler Dönemi ahşap camiler geleneğinin en güzel örneklerinden biri. Dışardan bakarsanız, yalınlığı ve küçüklüğü sizi aldatabilir. Cümle kapısından adım attığınızda, eşikten itibaren olağanüstü bir hazinenin içine doğru yolculuk yaptığınızı anlarsınız. El oyması işlemeli kapı, zengin bezemelerle kaplı, nakış nakış işlenmiş, orada öylece bir sabır ve sanat abidesi olarak duruyor. Aslında şu anda görmekte olduğunuz kapı, aslının bire bir kopyası. Kapının orijinali Kastamonu Etnografya Müzesi’nde. Müzedeki kapı tam üç kere hırsızlar tarafından çalındı ve her seferinde ülkenin çeşitli kentlerinde antikacılarda ele geçirildi. Kastamonu Valiliği de baktı ki olmuyor, kapının bir kopyasını kentte hálá yaşamını sürdüren ahşap ustalarına yaptırarak, orijinalini müzede korumaya aldı. Kapının üstündeki kitabede, ‘Mescitler Allah’a aittir. Orada Allah’tan başkasına tapılmaz’ yazıyor. Kapı girişinde bu eseri yapan ustanın ‘Nakkaş Mahmut oğlu işçi Abdullah’ olduğu kaydedilmiş. Kapıdan içeri adım atıp da başınızı tavana kaldırdığınızda ise başka bir rüyaya doğru yürürsünüz. Bu tavan, tek bir çivi dahi kullanılmadan, geçme usulüyle yapılmış. Emir Mahmut’un burayı yapan ustaya, ‘Çivi kullanma ki, dağların neminden, rüzgarların gamından yorulup, paslanıp güçten takatten düşmesin. Kendisiyle birlikte tavanı çökertmesin. Bütün dağlar ve ormanlar emrindedir, istediğin ağacı seç ve kes. Öyle bir tavan yap ki, gökkubbe ayakta kaldıkça yıkılmasın’ dediği rivayet edilir. Mihrabın iki yanında silindir biçiminde, hálá dönebilen iki taş var. Eski yapı tekniğinde kullanılan bu silindirler, elinizle çevirdiğinde dönmeyi sürdürüyorsa yapının kurulduğu günden beri tek bir milim bile oynamadığının kanıtıyla karşı karşıyasınız demektir.

ŞEMSİPAŞA CAMİİ

Sinan’ı en iyi yansıtan ustalık eseri

Üsküdar’da denizin kıyısında kurulmuş küçük bir külliye var. Adı Şemsipaşa Külliyesi. Son Candaroğulları ya da İsfendiyaroğulları beyi Kızıl Ahmet’in torunu, Mirza Paşa’nın oğlu olan Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmış. Bu küçük külliye Sinan’ın eserleri arasında, cüsse olarak değilse de kentsel yerleşim, sadelik, incelik ve estetik açıdan Süleymaniye ile kıyaslanacak kadar önemli. Üsküdar’da Şemsipaşa sahilinde. Bulunduğu kıyıda 1580’den bu yana dalgalarla halvet oluyor. Sinan’ın hayatının sonlarında tasarladığı, onun duygu dünyasını ve birikimini en iyi yansıtan eseri. Aynı zamanda, Osmanlı klasik mimarisinin ötesindeki yerleşme düzeni ile zamanını aşan bir konuma sahip. Külliye halk arasında yüzyıllardır ‘Kuşkonmaz Camii’ adıyla anılıyor. Çünkü üstüne ne bir serçe, ne bir karga, ne bir martı, ne de bir güvercin konuyor. Ne kubbesi ne de minaresi bugüne kadar kuş gübresinden nasibini almış. Sinan bu eseri ölümünden sekiz yıl önce bitirmiş. Rivayete göre, bu büyük mimar hayatının son demlerinde bu eserin yapımına o kadar özenmiştir ki, zaman zaman gelip ustalarla birlikte taş bile kesmiştir. Ak sakallı bu koca adamın bu gayretini ve titizliğini gören kuşlar, cami bittikten sonra, bu esere ve emeğe saygı göstererek üstüne hacetlerini yapmamıştır. Bu konudaki bir başka iddia ise Sinan martıların bol olduğu bu kıyıda camiyi yaparken uzun zaman etütler yapmış ve dalgaların yarattığı rezonansın etkisiyle yapının bugün bulunduğu noktaya kuşların uğramadığını tespit etmiş. Ondan sonra Şemsipaşa Camii’ni inşa etmiş. Bazı tarihçiler ise eserin Kuşkonmaz Camii adıyla anılmasının, Şemsi Ahmet Paşa’nın Osmanlı döneminde rüşveti ve yolsuzluğu başlatan kirli bir üne sahip olmasından kaynaklandığını öne sürüyorlar.
False