Kovboylar şehrinde 5 gün (Montreal Caz festivali)
Tuhaf bir aksan ile Fransızca konuşan kovboylar şehri Montreal’de 27’nci Montreal Caz Festivali için beş gün geçirdim. Öyle pek bizim festivallere benzemiyor. Şehrin merkezindeki ‘Place des Arts’ meydanını tüm girişlerini kapatmışlar, sadece çok hızlı bir çanta kontrolü yapılıyor girişlerde ve sokaklar cıvıl cıvıl. Yan yana meydanlarda çeşitli konserler düzenlenmiş.
Montrealliler de tuhaf Fransızcaları hariç hemen hemen hiçbir Fransız izi kalmamış ama her şeye rağmen Fransız geçmişleriyle çok gurur duyuyorlar. 1600’lerde Fransız kâşif Samuel de Champlain burada bir kürk ticaret istasyonu kurmuş. Arkasından Katolik misyonerler akın etmiş. Mohavklar’ı Hıristiyan yapma uğruna.
Mohavklar şaman, bizim kök Orta Asya dinimiz. Hep aklımda kaldı, bir dahaki sefer biraz acıklı olduğunu tahmin etsem bile hâlâ mevcut olan bir ‘Mohavk Kızılderili Koruma Kampı’na gideceğim. Eh ne de olsa bir teoriye göre köklerimiz aynı, hemşeri sayılırız.
Endüstri sanat kol kola
1665’te 14’üncü Lui askeri kuvvet göndermiş bölgeye. Bu arada İngilizler ise gizlice yerlileri Fransızlara karşı kışkırtıyor. Nihayet yedi sene savaşlarından sonra 1760 yılında İngilizler kontrolü ve kürk ticaretini ele geçiriyor. 1800’lere gelince bu paralarla bankalar kuruluyor. İngiltere ve sömürgelerinden göç alıyorlar. 19’uncu asırda artık bir endüstri şehri oluyor. Bugün başta uçak endüstrisi olmak üzere büyük bir endüstri ve sanat şehri... Unutmayın ki endüstrinin koluna sanatı takmazsanız tek başına yürüyemez topallar.
Montreal son yüzyılda bir endüstri şehri haline geldi ama aynı zamanda festivaller şehri de oldu. Montreal Caz Festivali çok etkileyici idi. Festival şehrim tam merkezinde, ‘Place des Arts’ ve ‘Complexe des Jardins’ meydanları ve civarında yer alıyor. Program çok zengin her akşam her yerde etkinlikler vardı. Guinness Rekorlar Kitabı’na göre “Dünyanın en büyük caz festivali” Montreal Caz Festivali. Caz deyince aklınıza klasik caz gelmesin. Amerikalı uçuk kaçık Melody Gardot dan, üstad Chick Corea’dan tutun da, Afrikalı Abilere kadar her cinsten, ırktan, milletten müzisyen var idi. Melody Gardot festivalin açılış etkinliği idi. Karizmatik sanatçı çılgın bir tarz ile aynen şunları söyledi:
“Müzik vücudun doğal olarak yarattığı bir gaz gibidir. Geldiğini hissedersiniz ama çıkaramazsanız ağrı yapar.”
Chick Corea Grammy ödüllü albümü ‘Trilogy’ (2014) deki müzisyenleri ile sahneye “Maison Symphonique de Montreal” da çıktı. Christian McBride kontrabas ve Brian Blade davul. Chick Corea klasik eğitimli bir piyanist ve bunun gölgelerini duyuyorsunuz parmaklarında. Festivalin yıldızı Chick Corea ile bir ropörtaj istemiştim ama iyi ki de olmadı, tüm gün çekimden gözlerimi açacak halim yok idi. Festivalin en parlak etkinliklerin biri ise bizim folklor oyuncularımız idi. Bir eksikliği ise yetkililer ile paylaştım. Oyunlardan evvel rahat bir İngilizce ile oyunlar ve yöreleri hakkında bilgi veren ve sembolleri açıklayan bir sunucu gerekli. İzleyicilerin çoğu izledikleri dansların Anadolu halk oyunları olduğunu bilmiyorlardı bile.
Biftek boğazımdan geçmedi
Festivalde müzik takip ederken bir yandan da Montreal de yemek peşinde koşturduk. Montrealliler her ne kadar, “bizler Fransız kökenliyiz ve rafine yemek yeriz” vesaire dese de pek inanmayın. Bir kovboy mutfak kültürü hâkim. Dört gün zarfında çeşitli lokantalar denedim bu etobur şehirde ve tavsiye üzerine Reubens et lokantasına gittik. Cuma akşamı yanlış bir akşam imiş meğer! Kapıda isimlerini yazdırıp bekleşenlerin arasına katıldık. O beş dakika oldu on beş… Ama iyi bir yemek yiyeceğiz sevinci ile ve iyi bir masa bulduk derken meğer erken sevinmişiz. Çapraz masada iki çift ama yan masa ile devamlı gürültülü şakalaşıyorlar. Anlamakta zorlandığım bir Kızılderili/kovboy Fransızcası ile öylesine bağrıştılar ki önüme gelen dağ gibi patates kızartması yığılı ve pek başarılı olmayan biftek pek boğazımdan geçmedi. Ertesi gün en iyi dondurmacıya gidelim dediler. Gittilk, kapıda kuyruklar var… Sahiplerinin aşk hikâyeleri ile yoğrulmuş dondurmalar vesaire. Neyse biraz bekledik ve iki üç top pas aldım ve hemen merakla topa girdim, ağzımdan şu kelimeler dökülmüş, “İtalya’daki dondurmalardan penaltıdan fena gol yer, yanından geçemez”. Sonunda son gün uzun kuyruklara rağmen yediğim en lezzetli tütsülü dana etini tattım.
Swartz 80 senelik bir Yahudi delikateseni. Usta anlatıyor; Romanya yahudileri Osmanlı zamanında göç etmişler Montreal’e. Aslen bir Türk lezzetidir diyor bu ‘pastrami’. Dana etini marine içine günlerce bastırdığın bu ete “Bastırma” denir ve Türkçe kelimedir diyor. İki dilim çavdar ekmeği içine hardal sürerken eli ile ince ince doğradığı eti bastırıyor iki ekmek arasına. Kapıda bitmeyecek bir kuyruğun yutkunan bakışları arasında girişiyoruz.. Hastasıyız..
Türk Hava Yolları’nın sponsorlarından olduğu festivale, THY’nin daveti üzerine katıldık. Kameramanım Aladar ile beraber durmaksızın 11 saat uçtuk. Havalanı, pasaport, valizler, vesaire derken bu 18 saati buluyor.