KİTAP
Yağmur Kesiği
Uğur Yücel
Can Yayınları
Çoğunlukla belgesellerde veya konuya ilişkin araştırma kitaplarında karşımıza çıkan bir sözcüktür ‘Kozmopolit İstanbul’. Hatta en güzel tasviri de Sait Faik öykülerinde karşımıza çıkar. Öyle bir İstanbul’dur ki o, yine Sait Faik’in öykülerinden alıntılarla anlatılır sadece. Yaşı 50’nin üstündeki İstanbulluların çocukluk anısı gibidir çoğu. Onun dışında neredeyse unutulmuş ve edebiyatta bile eskisi gibi karşımıza çıkamaz olmuştur. Birkaç romanda, öyküde tesadüf etsek de bir veya birkaç ‘isim’le yetinilmiştir. Kim ne zaman ne yapardı? Aşkları, kavgaları nasıldı birbirleriyle? Selamı nasıl verir nasıl alırlardı? Kimse anlatmaz olmuştu uzun zamandır. Uğur Yücel’in ilk kitabı ‘Yağmur Kesiği’ o mitolojik diyarı yeniden karşımıza çıkarıyor. En janti mahalle ihtiyarları, en bitirim ve mert külhanbeyleri, en dolgun memeli ablaları, en çapkın abileri, en fettan yosmaları, en âkil imamı-papazı-hahamı, en cılız ve uyuz köpekleri geçit törenindeler adeta. Biraz gerçek biraz hayal bir mahallenin öyküleri Yağmur Kesiği. Hepsini tek tek sırayla tanıyoruz. Daha ilk öyküyle neredeyse fantastik bir diyara buyur ediyor bizi Yücel. Korkutucu bir yangınla başlıyor öyküler, sonra sular duruluyor. Ama boğazın dalgaları zaman zaman bu tuhaf köyü dövmeye devam ediyor. Arada 1920’lerde Prostia adlı bir köye geçip, bu günlerin aziz hikâyeleri okuyoruz. Sonra yer yer Kuzguncuk’u andıran mahalleye geri dönüyoruz. Hayatlarının en önemli hadiselerini kısaca öğreniyoruz bütün kahramanların. Hepsi karşımızda durup bize tebessüm ediyorlar sepya fotoğraflarda. Ama o kadar canlılar ki, bir sonraki öyküde ölümlerini okuduğumuzda ağlayacakmış gibi yutkunuyoruz. Mahallenin en janti levanteninin dillere destan cenazesinde Bobi ve diğer köpekler bile korteje katılıyorlarken Yücel’in nasıl bir masal anlatıcısı olduğuna tanıklık ediyorsunuz. En baştan söylemeliydim belki de bugünün İstanbul masalları bunlar. Hepsini birden veya ayrı ayrı alıp bir mahalleye uyarlayarak anlatsak, kulaktan kulağa yayılacaklar ve kısa zaman sonra herkes inanacak. Sait Faik yaşadığı İstanbul’u Burgazadası’ndaki vapur iskelesinde seyrederdi. Uğur Yücel loş bir kayıkhanede dumanaltı bir bitirim meclisinden anlatıyor. Bütün anlatıcılar her seferinde bir başka anıyı yâd ediyorlar adeta! ‘Yağmur Kesiği’, “Aslında yazar olmalıymış Uğur Yücel” dedirtecek öyküler toplamı.
Güncel / Siyaset
Umut Yolu
Stephane Hessel, Edgar Morin
Çev.: İsmail Yerguz
Say Yayınları
95 yaşında bir adam! Stephane Hessel. I. Dünya Savaşı sırasında doğmuş, 2’ncisini yaşamış, faşizmi tanıyan bir isim. Bundan iki yıl önce yayımlanan ‘Öfkelenin!’ adlı kitabında tüm dünyayı başkaldırıya çağırıyordu Hessel. Onun etkisiyle Fransa, İspanya, İngiltere ve diğer Avrupa şehirlerinde, en sonunda Amerika’da ve dolaylı yoldan Arap ülkelerinde insanlar ayağa kalktılar. Çünkü açıkça, “Gençlere sesleniyorum: Biraz arayın, bulacaksınız. En kötü tavır kayıtsızlık, ilgisizliktir, ‘Bir şey yapamam, elimden bir şey gelmez, ben kendi işime bakarım’ demektir. Böyle davrandığınızda insanlığı oluşturan temel değerlerden birini, öfkelenme yeteneğini ve bunun sonucu olan siyasal ve toplumsal bir davaya hizmet etme çabasını yitirirsiniz” diyerek uyarıyordu. İnsanlar bunu dikkate aldılar. Hessel ‘Umut Yolu’ adlı kitabında, 91 yaşındaki silah arkadaşı Edgar Morin’i yoldaş ediniyor ve beraber isyanı devam ettirmemiz gerektiğini söylüyorlar. İnsanların kaderini ‘şirketokrasi’nin belirlediği ‘büyük devletler’ ve ‘ileri demokrasi’nin hüküm sürdüğü diğer ülkelerde ayyuka çıkan faşizm ve sömürüyü nasıl ortadan kaldırabileceğimizi gösteriyorlar. Daha önce yaktıkları ve elden ele dolaşan meşalenin artık bir ‘devrim ateşi’ne dönmesi gerektiğinin işaretini veriyorlar. Yaşları bir asıra yaklaşan bu ‘delikanlılar’ bizi ciddi şekilde uyarıyorlar. Sıradaki ne veya kim dememek için okunmalı!
Roman
Porno
Irwine Welsh Çev.: Kıvanç Güney
Siren Yayınları
Trainspotting’in ‘sıkı’ çocukları Renton, Spud, Tommy, Begbie ve Sick Boy bilhassa filmin de etkisiyle mahalleden çocuklar gibiydi. O günlerin canki elemanları, damarlarına zerk ettikleri uyuşturucu yüzünden çevrelerinde hızla değişen şeylerin farkında değildiler. Örneğin Diane sevgilisi Renton’a ‘Ziggy Pop’un artık öldüğünü söylerken, çağın değiştiğini haber vermekteydi. Artık punk, post-punk devri geçmiştir. Haliyle eroin jenerasyonu da aşırı doz etkisiyle seyrelmektedir. Trainspotting’in sonunda Renton, kankalarına kazık atma pahasına bu değişen düzene dahil olmak için kolları sıvıyordu. Welsh’in bir nevi devam romanı ‘Porno’da ise bütün ekip yeni ‘imaj çağı’na uyum sağlamak için çabalar. Hem de en ses getirecek şekilde. Artık uyuşturucuları damardan değil, burun yolundan almaktadırlar. Clup çağı gelmiştir ve helada burun pudralamak veya hap atmak bir gelenektir. Her şey olağanüstü hızla akarken, ‘tek elle okunan dergi’ler ortadan kalkmış, hız çağına ayak uyduran porno da kısa sürede voliyi vurma basamağı olmuştur! Mevzuya en çok inanan Sick Boy aslında bu yeni çağın en önemli örneği olacaktır. Welsh, bizim çocuklar üzerinden 2000’lerin ‘yoz’ kültürünü yerden yere vururken, ‘biz büyürken kirliydi dünya’ dedirtiyor. İsmine bakıp birilerinin yasaklamak isteyeceği ‘Porno’da Welsh, harika bir popüler kültür eleştirisi sunuyor. ‘Ziggy Pop’un gerçekten öldüğü bir roman.
Manifesto / Felsefe
Yamyam Manifestosu
Oswald de Andrade Çev.: Halil Duranay
Kült Kitap
“Portekizliler karaya ayak bastıklarında / Sert fırtınada / Hemen yerlileri giydirip kuşandırdılar / Ne yazık! / Eğer bu güneşli bir sabah olsaydı / Yerliler Portekizlileri anadan üryan soyarlardı.” Brezilya kültürünün önemli figürlerinden Oswald de Andrade, 1925’te yayımlanan ‘Portekizlilerin Hatası’ şiirinde böyle zihnimizi açıyordu. Bu günleri var eden tarihî olaylarda anlık bir sapmanın neleri değiştireceğini gözler önüne seren etkileyici bir şiir. ‘Yamyam Manifestosu’nda da gerçekleri haykırmaya devam ediyor Andrade. Gerek edebi gerekse siyasi bir metin olarak değerlendirilebilecek manifestosunda Andrade, sanıldığının aksine yerli atalarına ağıt yakmıyor. Tupi atalarının insan yeme ritüellerinin bir devamı olarak, eskinin ruhunu yeni dünyaya çağırıyor aslında. Bu kısa fakat sarsıcı metinde asla egzotik övgü, bizi anlayın ağlaması yok, sizin sayenizde pantolon giymeyi öğrendik samimiyetsizliği yok! Baştan sona gerçekler var. “Bizde komünizm zaten vardı. Dilimiz gerçeküstüydü. Biz zaten Altın Çağ’daydık.” Cümlesiyle, Avrupa’nın, Amerika’nın ve diğer ‘medenî’ diyarların dünyaya hediye ettiğini söyledikleri şeyleri tek tek değerlendirip, suratlarına çalıyor Andrade. Kitabı bir önsözle zenginleştiren çevirmen Halil Duranay’ın da dediği gibi, kitap “tarihsel, felsefi, siyasi hatta antropolojik olarak birçok göndermede bulunan bir tür kolektif bilinçdışı sınaması.”
Çocuk
Durmayalım Düşeriz
Burcu Aktaş
Doğan Egmont
Bir varmııış, bir yokmuş. Bu günlere hiç de uzak olmayan bir zamanda, yaşadığımız yerlerden çok da farklı olmayan yerlerde bir şehir ve bizimkilerin aynısı bir mahalle varmış. Adlarını paşalardan alan mahallelerin bol olduğu bu şehirde, kertenkelenin bile durup dinlenmek isteyeceği kadar dik bir yokuşa kurulmuş bu mahallenin adı Yokuşpaşa’ymış. Otobanların ortasında kalmış, evleri birbirine bitişik küçücük bir yermiş burası. Sakinlerinin bütün hayatı mahallede geçmesine rağmen, kimse neler olup bittiğiyle ilgilenmezmiş. Birbirlerini tanısalar da sohbetleri yok denecek kadar azmış. Yokuşta oynayan mahalle çocuklarının sesi de araba gürültüsü yüzünden duyulmazmış. Bir gün Yokuşpaşa’da yaşayan İzzet adında bir adamın bol bol hayal kuran kızı Asuman ortadan kaybolmuş. İzzet’in tuhaf çığlıklarını duyan mahalle sakinleri birden neler olduğunu merak etmişler. Boşuna dememişler, merak kediyi öldürür diye. Birden yıllardır adamakıllı sohbet etmedikleri komşularıyla karşılaşmışlar. Asuman’ı ararken eski komşularını, mahallenin ne demek olduğunu ve en önemlisi hayal etmenin nasıl bir şey olduğunu görmüşler yeniden. Burcu Aktaş ikinci kitabı ‘Durmayalım Düşeriz’de yine sıradışı bir mahalleyle ve oldukça eğlenceli bir macerayla çıkıyor karşımıza. Eskilerin anı olarak anlattığı, bu günlerde unutulan ama yarınlara kalması gereken insanlıkları ve hayal kurmanın güzelliğini hatırlatıyor.