Kış gündönümünde, uygarlıkların izinde Büyük Menderes Deltası
Gelecek hafta kış gündönümünü yaşayacağız. 21 Aralık’ta güneş özel bir açıyla doğacak, gökyüzünde yılın en kısa gününü geçirecek.
Anadolu’da binlerce yıl önce kurulan pek çok şehir, yaz ve kış gündönümünde özel ışık oyunlarına sahne olacak şekilde planlanmıştı. Güneş tutulmasını önceden hesaplayıp tarihlendirmeyi başaran Thales’in doğduğu Milet, komşuları Priene ve Didim, yani Büyük Menderes Nehri’nin incileri gelecek hafta böyle özel bir olaya tanık olacak. Afyon’dan, Aydın’a 584 kilometrelik Büyük Menderes havzasında çıkacağınız bir yolculukta antik kentleri kristal berraklığındaki bir gökyüzü altında fotoğraflayabilir, 21 Aralık haftasının gizemli ışık oyunlarına tanık olabilirsiniz.
Tılsımlı bir sözcük, “gezi”... Kim olursa olsun; yaşlı, genç, çoluk çocuk, kedi, köpek, “attaaa” dediniz mi, pılı pırtı hemen toplanıp kapının önünde beklenmeye başlanır. “Nereye mi gidilecek?” Hiç önemi yok gidilecek yerin; yeter ki yolculuk görünsün. Yol bir düş, bilinmeyen, sevinç ve mutluluk, merak, gizem; evet belki, belki de yeni bir rastlantı!..
Niçin olmasın! Hayat, bir beklenti değil mi?
Sanki mavi bir bulut ya da kanatlı at sizi bir başka diyara, diyarlara götürmek için kapınızda bekliyor.
Sözlüklerde “gezi”nin Farsça başka bir tanımı, çok hoşuma gitti doğrusu: “Pamuk ve ipekle karışık dokunmuş hareli kumaş...” Gezi bir anlamda gerçekten saf pamuk ve saf ipekle dokunmuş, birbiri ile haşir neşir olmuş bir yolculuk, değil mi? Her şey açık ve yalın güzellikte. Hiç birimizin hükmedemediği rastlantılar yumağı. Ya da masalın başlangıcı!
İLKÇAĞ’DA TANRI İLAN EDİLDİ
Büyük Menderes, Ege’nin en büyük nehri. 584 kilometrelik bir yolculuk bunun adı. Ama Büyük Menderes Nehri, aynı zamanda bir tanrı: Tanrı Maiandros. İlk Çağ yazarlarına göre o, Okeanos ile Tethys’un oğlu. Biraz huysuz ve yaramaz. Günümüzde bile, her yıl çaktırmadan denize doğru ilerleyen, balçığını Ege’nin 10 metre daha içine bırakan bir tanrı. Öyle ya da böyle, bugüne değin 20 kilometre yol almış. Yani, ufak ufak götürüyor, haddini bilerek!
İşte, yolculuğumuzun birinci gerekçesi olan efsane: Nehir tanrısının ettikleri!.. Binlerce yıldan beri yatağını oluştururken, yarattığı düş, sanatın tüm dallarında toplumları peşinde sürüklemiş. Gelin de bu masalın takılmayın peşine. Büyük Menderes nehri çevresindeki yolculuk bu nedenle çok keyifli.
Diğer gerekçelere gelince: Göz zevkiniz için sonsuz bir deltanın yanı sıra dalları limon, portakal, turunçla süslü narenciye bahçeleri, uçsuz bucaksız zeytinlikler... Bu aylarda Afrika yoluna düşen flamingolar, leyleklerin yerini zarif su kuşları, kuzeydeki soğuk ülkelerden gelen rengarenk ördekler almıştır. Neslini tükettiğimiz ama Karina balıkçılarının gördüklerini söyledikleri Akdeniz fokunu da ekleyelim listemize. Ve bir de İyon uygarlığının, haziran ve aralık aylarında gizemli ışık oyunlarına sahne olan şehirleri var... Gökyüzünün kristal berraklığına kavuştuğu, rölyeflerin, sütunların kış güneşinin sarısıyla yıkandığı bu günler fotoğrafçılar için de ideal zamandır.
Herodot baba İyonyalılar için, “Kentleri bizim yeryüzünde bildiğimiz en güzel gökyüzü altında ve en güzel iklimde kurmuşlardır,” diyor.
Diyor ise, yolculuğa nereden başlamalı?
PRİENE, MİLET VE DİDİM’DE DÜN BUGÜN
Dünden kalan bir kentin en güzel yanı, yalnızca tarihsel derinliği değildir. Bir bakıma, “Özlediğimiz hayatı bizden önce onlar yaşadılar mı” merakıdır bizi yollara düşüren. Hele günümüzde boşladığımız şiiri, destanı, müziği, yazıtlardaki söylevleri, heykelleri, efsaneleri ve doğayla yarışan anıtsal eserlerindeki gizemi de arıyorsak!
Su uygarlık; o kesin! Büyük Menderes Deltası’ndaki Priene, Milet ve Didim, zaten bu nedenle bu topraklarda kurulmuş. Anıtları da bu nedenle, bir üçgenin köşelerine yerleşmiş. Onlar her şeyin farkındaydı: Toprağın, dağın, bulutun, suyun, rüzgarın ve sanatın... Mykale’de (Samsun Dağı) Priene, Büyük Menderes Nehri’nin alüvyonu ile dolmadan önce bir liman ve ticaret kenti olan Milet ve tapınak merkezi Didim, İyon uygarlığının onuru. Ah ne kavgalar, savaşlar, ihtiraslar, sevdalar ve coşkular yaşanmıştır bu topraklarda. Sanki, bir düğün alayı Anadolu içlerinden başlayıp, Maiandros’a kanıp deltanın alüvyonuna gömülmüştür...
İzmir - Selçuk üzerinden mi yola koyuldunuz? Ben dostlarımla bu yolu yeğlerim hep. Amaç, yolu uzatmak, bilinmeyen ara yollarda kaybolmak! Tam da mevsimi Ege ve Akdeniz’in. Biraz güneş, biraz yağmur. Gökyüzü yer yer bulutlanırsa çok hoş olur gökyüzünün derin mavisi.
Açıkhava Tren Müzesi’ni gördünüz mü hiç? Selçuk’tan sonra Çamlık mevki var. Yolunuzun başlangıcı burası olabilir. Biraz uzak bir başlangıç ama olsun; yolculuk keyfinin kuralı yok. Çamlık mevki denen yeri de bu nedenle sakın kaçırmayın! Günümüz için damardan bir hatırlatma. Cumhuriyet’in demiryollarında çalışmış bir demiryolcunun, kadir bilirliği ve inancının oluşturup torunlarına miras olarak bıraktığı onurun görsel şöleni.
Sonra, köy yolu... Rota, Kirazlı Yol. Adı üstünde. Kirazlı yolda bahçe içinde patlıcan, biber, patates kızartmasına diyecek yok doğrusu. Tava ekmeği ve dalından portakal.
KOMŞULARI, TANRIÇA ATHENA
Eh artık, Tanrı Maiandros’u bekletmeyelim. Çünkü Priene’de bir tanrıça var: Tanrıça Athena. Adına yapılmış tapınağın yivli sütunları bulutlarla yarışıyor ve Söke ovasına hükmediyor. Mermerleri çiçek bezeli. Sütunları ışığı yansıtan yivlerle çevrili. Mykale Dağı’na yaslı Athena Tapınağı’nın hiçbir gizlisi ve saklısı yok. Söke ovasından bile görebilirsiniz anıtsal sütunlarını.
Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir, “Kenti yapan mimar değil ışıktır” diyor. Ama Priene’de Miletli bir mimar var: Hippodamos. Işığı, rüzgarı olağanüstü çözümlemiş. Satranç planlı Priene kenti, onun eseri. Ne de olsa, güneş tutulmasını çok önceden hesaplayıp tarihlendiren Miletli Thales memleketlisi. Yedi bilgeden biri olan Bias ta Prieneli. Bilimin, felsefenin egemen olduğu bu topraklardaki çekici gelen şey, doğanın gizemi.
Tapınağın mermerlerine oturup sonsuz ovayı izleyin. Günü batırın bir kez, sonsuz ovayı ve sudaki yansımaları izleyerek. Kentin önemi, alışılagelen tanımlama ile tiyatrosu, tapınağı, Mısırlı tanrıların kutsal alanı, Gimnazyumu, Agorası, caddesi falan değil, Büyük İskender’in gelip konaklama gereğini duyduğu kentin bakir kalmış büyüsüdür.
Priene kenti ile küçük kahvelerin yer aldığı meydan çok yakın birbirine. Arada bir yokuş var o kadar. Roma su kemer kalıntısından akan su, Alabalıklı Şelale Lokantası, çınarı, Anadolu’nun bir çok dağından çıkarılıp getirilmiş mermer kütüklerini tutkuyla işleyen İhsan, orta avlusunda mandalina ağaçlarının yer aldığı Priene Pansion’u duraklarınız olabilir.
AGAV BİTKİSİ VE ASPASYA!
Priene - Milet arası 20 kilometre. Milet ve Didim arası ise 22. Yani, Büyük Menderes deltası bir anlamda oyun alanınız. Sazlıklar, sürülmüş tarlalar, pamuk gibi bulutlarla dolu bir yolculuk. Deltayı, baştan sona, bir başınıza geçerken size bulutlar eşlik eder ve bir de ansızın önünüze fırlayan uzun kuyruklu kara kuşlar. Sanki simurg!..
Milet’e, Balat ve Akköy üzerinden giderken çanak yapraklı Agav bitkisi, eminim, dikkatinizi hiç çekmemiştir. Benim, avanak gibi sağa sola bakınırken es geçtiğim Agav. Es geçmediğim ise Lade Adası.
Oysa Agav bitkisi Priene ve Miletli bilgeler gibidir. Kimi 10 yıl, kimi zaman 15 yıl aradan sonra boyu uzayıp üç-dört metre yükseklikte, şamdan kollarında sarı çiçeklerini çanak gibi açar. Ve ölür sonra: Ama ölürken yeni bir oğul verir. Öyküsü, ağustos böceğinin öyküsüne öylesine benziyor ki.
Lade Adası ise, tanrı Maiandros’un hışmına uğramadan önce suların ortasındaydı ama en önemli özelliği, İyon Birliği ile Persler arasındaki büyük deniz savaşı bu ada çevresinde verilmişti.
Sekiz yıl önce, Prof. Dr. Zeynep Sözen ve Prof. Dr. Münir Ekonomi ile birlikte yazdığımız “Priene, Milet, Didim” kitabının da sayfaları zaten yetmemişti bizlere. Çünkü bu sular ve delta, bilinmeyenler yumağı. Gözün kör noktası!..
Milet tiyatrosunun karşısındaki kahvelerde oturup, kahvenizi yudumlarken, bilgelerin yetiştiği, ticaret yollarının kesiştiği görkemli liman kentini düşleyebilirsiniz. Hemen karşınızdaki anıtsal yapı, sıradan bir yapı gibi durur. Oysa küçük Asya’nın en büyük tiyatrosudur o: 15 bin kişilik tiyatronun tonozlu geçitleri, yaz sıcağında bile ovanın serin rüzgarını içinde gezdirir, nefes alırsınız. Aklınıza usta mimar Hippodamos gelir. Yazıtları, eros figürlü rölyeflerinin görsel şöleninin yanı sıra, mermer koltuklara kazınmış bir yazı: “Mavilerden kuyumcuların yeri.” Buyrun! 2 bin 500 yıl öncesinde bir sponsor: Kuyumcular birliğine ayrılmış tiyatro koltukları. Ne güzel! Günümüzdeki gibi!.. Bir de Aspasya gelir aklınıza. MÖ 476’da Milet’te doğan, iyi eğitim görmüş, dans ve müzik dersleri almış, konuştuğu zaman herkesi bilgisiyle etkileyen Aspasya. Perikles’in tutulduğu ve Perikles’in kendi koyduğu yasayı yani, “Bir Atinalı bir yabancı ile evlenemez”i altüst eden Aspasya.
Euripides, Sokrat gibi yazar ve bilgelerle tartışan Aspasya nelerle suçlandı bir bilseniz! Dinsizlik, fahişelik... Ve onu mahkemede savunan, Atina’da demokrasinin gelişmesini sağlayan devlet adamı Perikles de suçlanıyordu; uğursuzluğu nedeniyle patlak veren veba salgınından da sorumlusu Perikles’ti. Tabii ki Aspasya!
Milet ya da özgün adıyla Miletos, çok büyük bir kent. Yunus rölyefinin yer aldığı anıtsal liman girişi için tiyatronun arkasındaki büyük tören yoluna gitmeniz gerekecek; toz toprak arasında bir küçük gezinti. Mermer bloklarla döşeli olan ve Milet’ten Didim’e bağlanan törensel yolun çevresi tam volta yeri! Ve tiyatronun biraz ilerisinde, 15. yüzyılın özgün mimarisi ve taş işçiliği ile (şimdilerde onarılan) İlyas Bey Camisi bu gezinin başka tatları...
Ve Didim (Didyma)... 2 bin 300 yılı aşkın Apollon Tapınağı’nın anıtsal yivli sütunları dimdik ayakta; Meandr motiflerinin süslediği, grifonlar, meduzalar, çelenkler ve bitki simgelerinin kuşattığı büyük ustalık... İşte, düşlerimden biri; Didim-Milet arasındaki tören yolunu, arkeologların ortaya çıkarması ve bu yolun yürüyüşe açılması... Zaten bu amaçla, Didim’de bir kazı başlatılmış ama yarıda kalmış.
Ama bugün, pek rağbette olan yeni Didim kenti, bohçasını çimento ile doldurmuş güldür güldür geliyor: Tanrı korusun; oğuldan toruna şantiye yeri armağan etmek isterseniz, buyrunuz!...
DOĞANBEY KÖYÜ VE KARİNE’DE BALIK KEYFİ
Dönüş yolu için, gün batımını kollayın.
Güllübahçe’nin 18. yüzyıldan kalma ovaya hakim Kelebeş köyü, kilisesi ve Eski Doğanbey köyü uğrak yeriniz olabilir. Eski Doğanbey köyü, avlulu taş yapıları, dar sokakları ile herkesin kendi taş evi ve yolunu onardığı büyük kent kaçkınlarının (içinde dostlarla birlikte bizim de bulunduğumuz) sığınağıdır. Bir de Dilek Yarımadası Milli Park Müzesi var köyün girişinde. Keşke bu köyde, yerel mimari adı altında mimarcılık oynanmasaydı...
Yolunuzu delta boyunca sürdürün; sol yanınıza sazları alıp gökyüzünün kızıllığına doğru. Karine, balıkçı köyü. Küçücük ve sonsuz bir kıyı. Yol üstünde birkaç balıkçı lokantası var. Karine’ye yaklaşırken, balıkçı Erdoğan’ı es geçmeyin. Ünlüdür ama yapısal hiç bir özelliği yoktur; eski doku adına. Ama kömür ateşindeki balığının özelliğinin ötesinde, kendisi bilmese bile Erdoğan, Kazancakis’in ünlü romanı Zorba’nın kahramanı gibidir. Coşkulu, çılgın, sınırlarını ustalıkla çizen ve sezgisi, doğaya bakış gücü ile tam bir İyon’yalıdır o.
Günü, kömür ateşi, çipura yada levrek ızgara, çoban salata, kır kuşu helvası, yaşlı ama affetmez çoban köpeği ve kahkahalarla bitirebilirsiniz artık. İyon Denizi’nin Büyük Menderes ile birleştiği sonsuz deltaya da bu yakışır...
RAHİPLER MENDERES NEHRİ’NE CEZA KESMİŞTİ
Büyük Menderes kıvrıla, kıvrıla yol aldığı için Maiandros adı verilmiş. Maiandros, mimaride, süslemede, heykel sanatında çağları etkileyecek Meandr motifinin de kaynağı, başlangıcı olmuş. Kıvrılarak yol alan, kimi yerde iç içe geçerek yoluna devam eden nehir, sonsuzluğun da simgesi aynı zamanda. Bunun en iyi örneklerini Priene, Milet (Miletos) ve Didim’in (Didyma) anıtsal yapılarında görebiliriz. Hatta, Antik Çağ’ın halkları arasında çok dolambaçlı konuşmalar geçtiğinde, “Maiandroslama!” yani kıvırtma tanımının çok yaygınlaştığını yazıyor, eski uygarlıkların tarihçileri.
Priene, Milet ve Didim’i gezerken, 12 kentten oluşan İyon Birliği’ni de unutmayalım: Tek başına İyon Birliği’nin özü bile büyük ders konusu. Bu birliğin içinde Efes, Sakız ve Samos Adaları,Teos (Sığacık) gibi kentler var.
Bilgeleri, sanatçıları, mimarları ve düş zenginleri çok olan İyon toprakları, yivli sütunları, bezemeleri ile de 21. yüzyıla hükmediyor. Gelecek çağları da etkileyecek olan bir “bilge motif” İyon simgesi...
Tanrı Maiandros’a gelince: Yan gelip yattığı, keyfini çıkardığı bir gün öylesine coşmuş öylesine coşmuş ki taşıdığı balçık ile Latmos (Bafa) körfezini göle çevirmiş, Milet topraklarını ise yok etmiş. Priene’liler korkularından Mykale Dağı’na kaçmış. Her yıl tapınağa ve tabii ki rahiplere para bağışlayan halk, “Maiandros ne biçim nehir tanrısı? Ne evimiz ne de tarlamız kaldı? Oysa ona, her sıkıştığımızda bağışta bulunuyorduk,” diye ayaklanmışlar. Rahipler, bakmış ki papuç pahalı, Didim’de Apollon Tapınağı’nın avlusunda acele açıkhava mahkemesini kurmuş; nehir tanrısını yargılamak için! Sonunda rahipler, adil bir yargılama ile tanrıyı suçlu bulmuş. “Halkımız haklı. Nehir tanrımız Maiandros, Miletos’luların tarlasını, evini çubuğunu ve neyi varsa hepsini getirdiği balçığa gömdü. Tanrı, yaptığı hataya karşılık cezasını çekmeli ve halkın zararlarını ödemelidir!” Vay be!
Ceza, paraya çevrilmiş! Rahipler, tanrının sözcüsü olarak halkın zararını son kuruşuna kadar ödemiş. Tabii ki nehir tanrısı adına da yeniden bağış kabul etmeyi de ihmal etmeyerek! “Maiandros’u kızdırmayalım. Yoksa!..Hımmm!”