Kış grisinin hiç uğramadığı Ege köyleri
Karaburun denize sokulmuş, girintili çıkıntılı yamaçları ve masmavi deniziyle İzmir’e 100 kilometre uzaklıkta saklı bir cennet. Burada sonbaharla kışın kokusu ve rengi; portakal, mandalina, nergis...
Binlerce yıllık bir yerleşim yeri olan Karaburun’un tarihte bilinen ilk adı Mimas. ‘İlyada’ ve ‘Odysseia’nın yaratıcısı Homeros, bu topraklarda doğmuş. Homeros’un ‘rüzgârlı Mimas’ olarak tanımladığı yer bugünkü Bozdağ. Mitolojide Tanrıça Athena’nın Atina’ya götürdüğü ilk zeytin ağacını da burada yetiştirdiğinden bahsediliyor.
Karaburun’a ait en bilinen hikâye nergisle ilgili. Güzelliğiyle ünlü Narkissos, çıktığı avdan sonra bir nehrin kenarına gelir ve su içmek için eğilir. Ancak suda gördüğü yansımasına âşık olur. Yansımasından gözlerini alamayan Narkissos günden güne eriyerek bir nergis çiçeğine dönüşür. Bu nedenle Karaburun’da yetişen nergislerin kokusu keskin ve kalıcıdır... Yarımadanın nergisi, şöhretini kendisini besleyen rüzgârlara borçlu.
Lezzet iksiri iyot
Gün boyu denizden esen iyotlu rüzgârlar tüm yarımadaya yayılıyor. Karaburun’un enginarı, yaban otları, kekikleri de güçlü aromasını yine bu rüzgârdan alıyor. Ege güneşinin parlak rengi her mevsim doğaya yansıyor ve insanın her daim içini ısıtıyor ama yolunuz şimdilerde Karaburun’a düşerse narenciye bahçelerinin sarı-turuncu meyveleriyle, nergis tarlalarının açık sarı ışıltılarıyla karşılanırsınız.
Karaburun yaz aylarında olağanüstü koylarıyla deniz tutkunlarını bölgeye çekiyor ancak bu demek değil ki kışları cazibesini yitiriyor.
Dokusu bozulmamış, özgün mutfağa sahip köyleri Karaburun’a her mevsim gitmek için iyi bir neden. Özellikle doğa sporu tutkunları için geniş parkurlar var, trekking yapmak çok zevkli.
Karaburun köyleri merkeze farklı uzaklıkta ve tüm yarımadaya dağılmış durumda. İnecik, Kösedere, Eğlenhoca köylerinde eski taş evler orijinaline uygun yenilenip turizme kazandırılıyor. Bu köylerdeki küçük meydanların olmazsa olmazı çay bahçeleri. O çay bahçelerinin vazgeçilmez dekorasyonu çiçek dolu saksılar. Bu köylerin sokaklarında hangi mevsim dolaşırsanız dolaşın çiçekler hep karşınıza çıkıyor. Ama aralık ayında tüm köyler bir başka kokuyor. Hasadı başlayan nergis ve sümbül kokuları soğuk kış günlerinin ilk saatlerinden itibaren tüm yarımadaya yayılıyor. Sokakları süsleyen narenciye ağaçlarının yanı sıra yaşlı narlar birer Noel ağacı gibi sokaklara renk ve neşe veriyor.
Ege’nin en lezzetli deniz ürünleri de bu körfezden çıkıyor. Bölgedeki yaşlı balıkçılar bu belirgin tat ve aromayı bazı koylarda deniz dibinin yer yer volkanik yapıda olmasına bağlıyor. Özellikle soğuk kış günlerinde adabeyi ve iskorpit balıklarından yapılan domatesli, pirinçli, naneli balık çorbasının tadına doyum olmuyor. Bölgedeki balık lokantalarında tadacağınız kalamar dolması, kefal pilavı ve zeytinyağında kızarmış barbunun tadı da damaklarda uzun süre kalıyor.
Karaburun Yarımadası’nın coğrafi yapısı zorlu. Bu koşullar yöre insanının doğayla güçlü bağ kurmasını sağlıyor ve doğanın verdiği tüm malzeme mutfakta basit ama lezzetli yemeklere dönüştürülüyor.
Yarımada zengin bir doğa örtüsüne sahip olduğu için dağlarda beslenen keçilerin sütü ve eti çok lezzetli. Bir zamanlar bu toprakların en sevilen peynirlerinden biri olan ‘kopanisti’, yapımının zorluğu ve zahmeti nedeniyle artık yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Eğlenhoca Köyü’ne uğrayıp tadına bakabilirsiniz. Az sayıda aile üretmeye devam ediyor. Karaburun köylerini dolaşırken özellikle yaşlılarla sohbet edin. Muhakkak size yöresel tarif verecekler. Ben şanslıyım; sadece tarif almakla kalmadım, çoğunu tatma fırsatım da oldu.
Mevsiminde ve taze
Bunların içinde en akılda kalanlar, pişmiş yoğurtlu patlıcan, samsun, öküz köftesi ve çalkama. Sebze yemekleri içinde enginarın yeri başka; etlisinden zeytinyağlısına, dolmasından pilavına hatta tatlısına varıncaya kadar her şeyi yapılıyor. Tüm bu yemeklerin püf noktası çok basit, mevsiminde taze malzemeyle yapılmaları.
Pişmiş yoğurtlu patlıcan, patlıcanların kızartılıp keçi yoğurdu ve domatesle birlikte fırında pişirilmesiyle hazırlanıyor. Rendelenmiş kabağın, süt, yumurta, bulgur, soğan ve peynirle fırında pişirilmesiyle yapılan samsun ise lezzetli bir börek. Genellikle bayramlarda hazırlanan öküz köftesi şahane bir atıştırmalık. Küçük küçük doğranmış çiğ etler soğan ve karabiberle ovulup un ve suyla hazırlanan hamurun içinde kızartılıyor. Yöresel söylenişiyle ‘öküz köftüsü’nü Kösedere meydanındaki Mavi Boncuk Kafe’de (0534 036 35 34) deneyin.
Doğanın cömertliği bölgedeki restoranların menülerine de yansımış. Bazılarının ünü çoktan yarımadanın dışına çıkmış durumda. Yeni Liman mevkisindeki Lipsos Ata’nın Yeri (0533 272 79 92) dört mevsim misafirlerine lezzetli yemekler sunuyor. Ayrıca küçük ve şık bir otel burası. Parlak Köyü’nden sonra yakınlarındaki Sazak Köyü’nü de gezin. Eşsiz bir manzarası ve büyüleyici bir atmosferi var. Bir zamanlar bağlar, bahçelerle çevrelenmiş Rum köyü, bugün bomboş. Yıkılmış taş evler arasında dolaşırken mağrur bir yalnızlık, geçmişin kaybolmayan izleriyle Ege’den esen rüzgârın sesi eşlik ediyor.