Kıbrıs neden mi önemli ?
Murat Yetki
Siyaseti coğrafyadan okuyanlar için bu soru boş gelebilir: haritaya bakmanız yeterli. Batısında Girit, Rodos, Yunanistan ve Atlas okyanusuna dek uzanan Akdeniz, kuzeyinde Antalya’dan Hatay’a dek uzanan Anadolu sahili, doğusunda Suriye, Lübnan, İsrail kıyıları ve güneyinde Mısır ve Hint Okyanusuna açılan kapı Süveyş Boğazı. Ama Süveyş Boğazı olmadan da Kıbrıs tarihte hep önemli olmuş. Adaya adını veren bakır madenleri olmuş; Yunanca “Kipros” kelimesinin, Sümerce bakır anlamına gelen “zubar” ya da “kubar”dan türediği varsayılıyor. Uygarlık çok eski. Örneğin Mısır’dan da önce, kedisiyle gömülen ilk insanın iskeleti Kıbrıs’ta bulunmuş, 9 bin 500 yaşında olduğu tahmin ediliyor.
Roma döneminde başlı başına bir eyaletmiş.
Müslümanlığın yükselişiyle Emeviler 7’inci yüzyılda adayı ele geçirmiş ve 1 üç yüz yıl daha yönetmişler. Adadaki ilk Müslüman varlığı Türklerle gelmemiş yani, Araplarla gelmiş, ünlü turistik cazibe merkezi Hala Sultan Türbesi (Hazreti Muhammedin halası Ümmü Hiram, şimdi Rum kesiminde, Larnaka yakınlarında) o dönemden kalma.
İlerleyen yıllarda, Kudüs’ün Müslümanlar ve Hristiyanlar arasında durmaksızın el değiştirmesi sürecinde Haçlı Seferlerinin önemli durağı ve limanı olarak kullanılmış. O devirlerde adanın yönetimine el koyan ve Grek Ortodoks ahaliyi Katolik kurallarla yönetmeye başlayan Venediklilere bağlı korsanlar İskenderiye rotasındaki ticaret gemilerini basıp yağmalamasa Osmanlı’nın Kıbrıs’a pek ilişeceği yokmuş aslında. Ama yağmalar durmayınca, İkinci Selim, Sadrazam Lala Mustafa Paşa’ya “Alına” emri vermiş. Çetin savaşlardan sonra 1570’de alınmış. Adaya yerleştirilen Yeniçeri garnizonunu, daha sonra Anadolu’dan getirilen çoğu Türkmen aşiretlerin göçü izlemiş. Bu gelişmenin dünya siyasetinde yankıları olduğu anlaşılıyor, çünkü sanata da yansımış. Nitekim İngiliz şair ve yazar William Shakespeare ilk defa 1603 yılında sergilenen Othello oyununun giriş bölümünde Kıbrıs’ın Türklere bırakılamayacak kadar değerli olduğundan söz etmiş. Rus orduları 1877 kışında Aya Stefanos, bugünkü Yeşilköy’e gelip dayandığında onları ültimatomla durduran İngilizlerin bu işin faturasını İkinci Abdülhamid’ten Kıbrıs’ı alarak kesmiş olmaları da rastlantı değil. Magosa’da bir Shakespeare büstü dikilmiş, kale içinde, güzel olmuş, bakınca bu hikayeyi anımsarsınız belki.
Ve Kıbrıs’taki Türk varlığının önemini. Bunun izleri bugün de rahatlıkla görebiliyoruz. Bizde kendisini bir şey sanan takım, Kıbrıs Türklerinin konuştuğu o tatlı Türkçeye biraz da müstehzi bakarlar, Rumca etkisi sanırlar ve fena yanılırlar.
Rumcanın etkisi elbette vardır, nasıl Rumca üzerinde Türkçe etkisi varsa. Ama Kıbrıs Türklerinin konuştuğu Türkçe aslında mesela Neşet Ertaş’ın Türkçesine, Kerkük, Erbil Türklerinin, Bakü olmasa da Gence Azerilerinin Türkçesine çok daha yakındır, bizim şehirli, kozmopolit Türkçemizden. Bizim konuştuğumuzu küçümsemek için söylemiyorum, lisanda zenginleşmeden yanayım, ama isteyen dil bilimcilere sorabilir.
Kıbrıs Türklerine en büyük haksızlık siyasi alanda yapılıyor ama. Adadaki Rum ahali bir türlü kabullenemiyor artık yüzlerce yıldır Adalı olan Türk ve Müslümanların varlığını; hala azınlık statüsüyle
yetinmelerini istiyor. Bu tepeden bakıştır ki, Adalı Türk toplumunu Türkiye’nin garantisi olmadan bir çözümü kabul etmez hale getirmiş, en çözüm ve barış yanlısı olanları bile, Avrupa Birliği üyesi olmanın dayanılmaz çekiciliğine rağmen, yüzde 80, 90 oranlarında hem de. Yoksa Orta Doğu ve Doğu Akdeniz’in Kıbrıs’ı çevreleyen diğer sahillerinde şiddet ve savaşlar eksik olmazken, Kıbrıs’ta bütün husumete rağmen kan dökülmüyor.
Ama bakın haritaya, Kıbrıs etrafında, İsrail ve Mısır açıklarında keşfedilen doğal gaz haritalarına da bakın, o zaman göreceksiniz ki, uzlaşma olduğunda Türk ve Rum toplumlarıyla yalnızca Kıbrıs değil, başta Türkiye bütün bölge ülkelerinin çıkarı var barıştan. Sadece gazın, suyun, elektriğin paylaşılıp ortak
refaha hizmet edecek olması nedeniyle değil, turizmden deniz ticaretine bölgeye can getirecek olmasından, siyaseti yumuşatacak olmasından dolayı da. Neticede savaş kötü bir iş, barış gibisi de yok, öyle değil mi?