GeriSeyahat Kestanenin kuzusu mantarın şemsiyelisi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Kestanenin kuzusu mantarın şemsiyelisi

Kestanenin kuzusu mantarın şemsiyelisi

Termal’i çevreleyen ormanlarda kasım kestane zamanı. İrilerini köylüler toplayıp satıyor. Patikalara, ağaçların dibine saçılan kuzu kestaneleri ise yaban hayvanlarına kalıyor. Geçen pazar 30 doğaseverle Termal’den Sudüşen Şelalesi’ne yürüdüm, sonbaharın nimetlerinden payımı aldım.

Geçen yıl kasımın ikinci haftasında Termal’de kestane yürüyüşüne çıkmıştım. Kurak geçen sonbaharın izleri her yerde görülüyordu. Üvezpınar Mahallesi’nin arkasındaki sırttan ormana tırmanırken dönüp arkama bakmış, aşağılarda, yeşillikler arasında zümrüt gibi parlayan Gökçe Barajı’nın sularının aşırı derecede çekildiğini görmüştüm. Kıyısında neredeyse uçurumlar oluşmuştu. Bu kez göletin manzarası biraz daha umut verici olmakla birlikte geçen yıldan pek farklı değildi. Hafta içinde bölgeye yağmur yağmıştı, yerler ıslaktı. Buna karşın toprak orman yoluna girdikten yaklaşık bir kilometre sonra karşımıza çıkan bent tamamen kurumuş, zemininde incecik akan bir su kalmıştı.

SİNCAPLAR KAYIP

Rüzgarsız, sakin bir gündü. Güneş zaman zaman bulutların arasından başını çıkarıyordu. Samanlı Dağları’nı kaplayan meşe, kestane, doğu kayınları henüz tamamen sarıya boyanmamıştı. Yine de patikalar kuru yaprak doluydu. Yürürken ayaklarımın altından dalga sesleri geliyordu.
Ormanın derinlerine girdikçe bitki çeşitliliği artıyordu. Safran benzeri çiğdemler (crocus pulchellus) çayırlarda kümeler oluşturmuştu. Patikamız kıyısındaki sonbahar lezzetleriyle yürüyüşçüleri ödüllendiriyordu: Etli kızılcıklar, ahlatlar, küçük ve çok lezzetli yaban elmaları... Gürgenler ayçiçeği gibi yenebilen tohumlarını saçmıştı çevreye. Patikalar kuzu kestanelerinin dikenli toplarıyla doluydu. Herhalde sincaplar bayram ederdi bu manzara karşısında, fakat ortada tek sincap yoktu...

DAĞLARI DELEN FERHAT TERMAL’DE

Kestaneler yoğunlaştığında grubumuzdaki heyecan da arttı. Mola verdik. Torbalar, eldivenler çıktı. Yerdeki dikenli toplara gizlenmiş, ağaçlardan saçılıp yaprakların altına gizlenmiş kestaneler toplandı. Yaklaşık 15 kilometre yürüyecektik. Sırtmızda yük olmaması için birkaç avuç dolusu kestaneyle yetindik...
Mola yerinde çiğdemlerin fotoğrafını çekerken, birden gözüme çalıların içinde asılı gibi duran kavuniçi renkli topçuklar çekti. Latin Amerika’dan ithal edilip marketlerde yüksek fiyata satılan altın çileğe benziyordu. Birini koparıp, kağıdı andıran kabuğunu açtım, içinden küçük domates benzeri meyvesi çıktı. Evet oydu... Astıma, zayıflamaya iyi geldiği söylenen mucizevi meyve... Hayretimi gören, botanik meraklısı arkadaşım “Onun adı güvey feneri, yiyebilirsin” dedi...
Termal’e içme suyu taşıyan tarihi hat boyunca, güneye doğru yürüyorduk. Gönüllü rehberliğimizi üstlenen arkadaşımız Sadık Öztürk, geçen yıl bize bu hatla ilgili efsaneyi anlatmıştı. Kayalara oyulan hattı, Amasya’daki gibi, Ferhat’ın yaptığına inanılıyordu. Öztürk sorulardan bunalmış olsa gerek, bu yıl yürüyüşe elinde notlarla gelmişti. Dönemin hükümdarları, Ferhat ve günümüzde plastik boru içine alınmış su hattıyla ilgili detaylı bilgi aktardı.

İKİNDİ MANZARASI

Her ne kadar kestane yürüyüşü de olsa benim niyetim yabani mantar toplamaktı. Geçen yıl mavi çinçilelere rastlamıştım kestanelerin dibinde. Fakat yürüyüş boyunca sadece iri şemsiye mantarları gördüm. Hevesim kursağımda kaldı.
Gökçe Barajı’nı besleyen derenin açtığı derin vadi boyunca ilerleyen patika kimi yerlerde yüksekten boşluğa açılan bir balkon gibi müthiş panoramik manzaralar sunuyor, kimi yerde ağaçların arasında kayboluyordu. Kocadere, Esenköy ormanlarındaki gibi asırlık ağaçlar yoktu bu vadide. Yaşlanmadan kesilip “ekonomiye kazandırılıyordu.”
Kristal berraklığında akan bir derenin kıyısında yemek molası verdikten sonra Suduşen’e doğru yürüyüşümüzü sürdürdük. Şelaleye yaklaştığımızda güneş ufukta alçalmıştı. Altın sarısı ışıkları tepeler boyunca uzanan ormanlara düştüğünde Reha Yalnızcık’ın resimlerini çağrıştıran tablolar çıktı ortaya. Ayaklarım geri geri gidiyor, manzarayı seyretmeye doyamıyordum.
Yaklaşık 5 saat süren 14 kilometrelik rotamız Sudüşen Şelalesi’nde sona erdiğinde güneş tepelerin arkasında kaybolmuştu. Şoförümüz bize sürpriz yapmış, şelaledeki büfede satılan iri kestanelerden alıp kaynatmıştı. Şeker kadar tatlı kestaneleri kemirerek Sudüşen’e gittik. 1 TL ödeyip girişteki köprüden geçtik. Alacakaranlık çökerken hatıralık fotoğraf çekmek için yarışanları seyrettik. Bu yürüyüşü buz gibi suda yüzerek noktalamak vardı... Ama ne mevsim uygundu ne de çevre...
 
MUTFAKTA SONBAHAR

Yürüyüş boyunca topladığım iri, etli kızılcıklardan marmelat yaptım. Hepi topu birkaç avuçtu. İlk kez deneyecektim. Ne yemek kitaplarına bakmak ne de dostları arayıp tarif sormak geldi içimden. Bir tencerede 40 dakika kadar kaynatıp kaşıkla ezdim, sonra süzgeçten geçirdim. İçine biraz bal ekledim. Küçük bir kavanoz marmelatım oldu, size de tavsiye ederim. Kuzu kestanelerini ise kuşbaşı etle sote yaptım. Sonuç çabama değdi. Hayalim yabani mantar soslu makarnaydı. Geçen hafta şansım yaver gitmedi, hevesimi bu hafta sonuna sakladım.

False